KURTULUŞ HARBİMİZ, MİLLÎ MÜCÂDELEMİZ BİTTİ VE............. ?!...

23 Nisan 1920’de Ankara’da dualar ve Buhârî-yi Şerifler okunarak açılan, TBMM Türk Milleti’nin   bütün tabakalarını temsil eden bir Millî Meclis idi. Meclise katılan azaların % 34,2’si sivil bürokratlardan, % 24’ü serbest meslek sahiplerinden, % 13,2’si askerlerden, % 12,7’si mahallî   idarecilerden, % 8,6’sı din alimlerinden, % 4’ü doktor ve eczacılardan, % 1,2’si aşiret reislerinden ve % 1,1’i teknik elemanlardan oluşuyordu.

Bu gâzî meclis, millî mücadelemizi ve İstiklal Harbimizi yürütmüş, vatanımızın her parçası işgal ve istilâdan kurtulmuştur. Bu gâzî meclisimizin bütün azaları hangi sınıfa mensup olurlarsa olsunlar, istisnasız, hepsi gayret-i diniyye ile meşbu, yerli ve millî idiler. Müftüler, müderrisler yanında ekserisi, Kuvvâ-i Milliye ve Müdafaâ-i Hukuk Cemiyeti’nin kurucuları veya azaları idiler.

Bu gâzî birinci meclis, açılışından itibaren aralıksız 16 Nisan 1923 tarihine kadar çalışabilmişti. Her ne hikmetse, TBMM, birinci meclis henüz üçüncü yılını bile doldurmadan 1 Nisan 1923 tarihinde fesih kararı almış, 16 Nisan 1923 tarihinde de çalışmalarına son vermiştir. 

İttihad ve Terakkî bakiyesi tek parti mütegallibe de mebuslar normal seçimle, halkın iradesiyle değil, yukarılardan gelen telkinler, tayin ve işaretlerle seçilirlerdi. Karasi, (Balıkesir) Müdafaâ-i Hukuk ve Kuvvâ-i Milliye kurucusu, din alimi, müfessir, merhum Hasan Basri Çantay hocamızdan dinlemiştim: Hocamız, birinci meclisin açılışına tekaddüm eden günlerdi. Ankara’da Ulus Meydanında, beraberimde Mehmed Akif (Ersoy) ile beraber, Hacıbayram Camii’ne doğru giderken, Gazi Mustafa Kemal Paşa oradan geçiyormuş, otomobilini durdurdu, indi, hal hatır sordu. Kısa süren sohbetimizde, “Hasan Basri Hoca, sen Karasi, Mehmed Akif Bey, sen de Burdur, mebusu oldunuz, hayırlı olsun” dedi ve otomobiline bindi Çankaya’ya hareket etti diye, mebus seçilenleri, kısaca hikaye etmişti.

Sabık milletvekillerinden ve sabık maarif vekillerinden, merhum Prof.Dr. Tasin Banguoğlu hocamızdan dinlemiştim “1946 Milletvekilliği Umumî seçimlerinin arefesindeydik. Ankara’da, Ankara Üniversitesi, Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesindeki odamda derse hazırlanıyordum. O tarihte doçent ve Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi idim. Telefonum çaldı, telefonun diğer ucundaki, devrin CHP Genel Sekreteriydi. “Tahsin Hocam, hayırlı uğurlu olsun, bundan böyle Bingöl Milletvekili olarak TBMM’nde beraber çalışacağız” dedi. Çok şaşırmıştım “Efendim, bendeniz Edirne’liyim, bu zamana kadar Edirne’den Ankara’ya trenle gidip geldim. Türkiye’de Edirne, İstanbul ve Ankara’dan başka hiç bir yeri bilmem. Bingöl’ün yerini bana haritadan göster deseniz gösteremem, beni affediniz” dedim. Fakat bir şey söylemeden telefonu kapattı. Bilindiği gibi 1946 seçimleri, açık oy gizli tasnif sistemiyle yapılmıştı. Seçim neticeleri ilan edildi “Tahsin Banguoğlu, Bingöl Milletvekili tayin edilmişti. Tahsin Banguoğlu, 10 Eylül 1947- 08 Haziran 1948 arası, birinci Hasan Saka hükumetinde, 10 Haziran 1948- 14 Ocak 1949 arasında ikinci Saka hükumetinde, 16 Ocak 1949- 22 Mayıs 1950 tarihleri arasında Şemseddin Günaltay hükumetinde Millî Eğitim Bakanı olarak vazife yapmıştı. Ankara Üniversitesinde bir İlahiyat Fakültesi açılması, İmam-Hatip Okullarının açılması ve okullara din dersi konulması  kararları merhum Tahsin Banguoğlu’nun Milli Eğitim Bakanlığı zamanında alınmıştı.

Günün şartlarında, tayin, davet, işaret ve telkinlerle oluşturulan ikinci mecliste, müftülerden, müderrislerden, cemiyetin kanaat önderlerinden, Millî Mücadelemize, İstiklal Harbimize omuz vermiş, Kuvvâ-i Milliye ve Müdafaâ-i Hukuk’tan hiç bir kimseye yer verilmemişti. Hatta, Milli Mücadele yıllarında, Kastamonu, Konya ve yurdumuzun muhtelif şehirlerinde, vaazlarıyla, hutbeleriyle halkımızı galayana getirip, İstiklal Harbimize büyük katkı veren, tek parti mütegallibe CHP’nin ağababası, İttihad ve Terakkî Cemiyeti’nin Kâtib-i Umûmî’si, merhum İstiklal Şair’i Mehmed Akif Bey bile, ikinci meclise seçilemedi, tayin edilmedi, davet edilmedi...

Birinci Meclis’in azalarından kahir bir ekseriyetine “Sizinle buraya kadardı, bundan sonra yolumuza başkaları ile devam edeceğiz” denildi. İşgaller sonlandırılmış, Kurtuluş Harbimiz kazanılmış, Cumhuriyet ilân edilmiş, yeni devletimiz kurulmuştur.

Lozan Sulh Antlaşmasında bize yeni bir devletin tapusunu verenler, Lozan’ın açıklanmayan şartlarının yerine getirilmesini, tapunun ağır bedellerinin ödenmesini istiyorlardı. Birinci Meclis’in tarz-ı teşekkülüne bakıldığında, bu şartların yerine getirilmesinin ve ağır bedellerin ödenmesinin imkansız olduğu bilindiği için, İkinci Meclis’in tarz-ı teşekkülünde bu üyelerden hiç birisine yer verilmedi.

İkinci Meclis’ten itibaren meclisler artık müzakere ve karar alma mercileri değil, başkalarınca alınan kararların tasdik merciidir. 14 Mayıs 1950 yılına kadar, Cumhuriyet’in yirmi yedi yılında, İttihad ve Terakki’nin devamı CHP, Cumhuriyet Halk Fırkası artık devlet, devlet de parti demektir. Bu yıllarda en üstün irade, tek şef veya millî şefin iradesidir.29 Ekim 1923 Cumhuriyet’in ilanından dört ay beş gün sonra Lozan’ın açıklanmayan şartları yerine getirilmeye başlanmış, devletin tapusu mukabili bedeller de taksit taksit ödenmiştir.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Evkâf ve Şer’iyye Vekaletinin lağvi, Şer’iyye Mahkemelerinin kaldırılması, türbe, tekke ve zaviyelerin kapatılması, şapka kanununun kabul edilmesi, Beynelmilel takvim ve saatlerin kabulü, Türk Medenî Kanununun kabulü, Teşkilat-ı Esasiye Kanunundan “Devletin dini din-i İslâm’dır” maddesinin çıkarılması ve başkaca İnkılap kanun ve kararlarının kabulü, bu cümleden sayılır. Pekiyi! Bu kanunlar çıkarılırken, inkılap kararları alınırken, Cumhurun kendisine millete sorulmuş muydu? “Hayır.” Kurucu irade, üstün irade öyle istemişti, partinin hükumeti ve partinin meclisi, üstün iradeye boyun eğmiş ve istenilen her şeyi tasdik etmişti.

4 Haziran 1933 tarihinde devrin devlet ve fikir adamlarının toplandığı bir gecede Mustafa Kemal Paşa, irad ettiği nutkunda,“İnkılap”ı şöyle izah etmişti: “İnkılap, mevcud müesseseleri zorla değiştirmek demektir.” (Bkz. Afet İnan, Atatürk ve Demokrasi, Belleten, c. 23, Sayı,  89, Ocak 1959)

Sol Cenah ve komünistler, İnkılap yani Kemalist devrimleri burjuva devrimi olarak kabul etmektedirler. (Bkz. Dr.Ahmed Yücekök, Türkiye’de örgütlenmiş dinin Sosyo-ekonomik Tabanı, sh.87, Ankara 1971)

İnkılapların kronolojisine baktığımız bir milletin iki bin beş yüz yıllık devlet tecrübesi, Aziz Türk Milleti’nin İslâm ile şerefyab olduktan sonraki bin yıllık medeniyet tecrübesi, dini diyanetiyle örf adet ve gelenekleriyle, milliyetiyle, sağlam aile yapısıyla, tarihiyle ilmi ve kültürüyle, bütün irtibatı koparılmış, Hüdayi Nâbit, gökten zembille indirilmiş köksüz bir güruh haline getirilmiştir.

Şimdi, bu serîde, buraya kadar, ima, kinaye, işaret, delâlet ve iktiza ile anlatmaya çalıştıklarımızı, Kemalist’lerin kaleminden sarahaten ifade etmek isteriz: “İşte böyle bir hengâmededir ki Mustafa Kemal Karadeniz’in mavi ufukları yararak Samsun sahillerine ayak basıyor ve onun çizmesinin mahmuz sesi gök kubbenin içinde uzun akislerle Türkün Kurtuluş Saatini Çalıyor...” “ O ilk önce kendiyle yarattığı ordusunun başına geçerek vatanın sinesinden ve harîminden düşmanları tepeleyip temizliyor. Sonra yenilik cephesinin kumandasını ele alarak irtica ve taassup cephesini yarıyor, tarumar ediyor ve büyük inkılabı yapıyor. Artık şükran ve emniyetle görüyoruz ki, taassup ve irticanın kışlaları, kaleleri, istihkamları, ocakları, yuvaları; evvelâ hilafet, saltanat, meşihat, şer’î mahkemeler, mecelle ortadan kalkmış; medreseler, tekkeler, türbeler kapanmıştır. Hurafeler, safsatalar, nakiller yerine irfan, millî vicdan, akıl ve fen mutlak surette hakim olmuştur.” (Atıf, Türk İnkılabı ve Tasarruf sh. 18 Ankara Hakimiyeti Milliye Matbaası 1927)...