Ayasofya, fethin sembolü, Fâtih’in kılıç hakkı, zâtî mülkü, şahsî öz malıdır. Mülkü üzerinde her türlü tasarruf hakkı, yalnız ve yalınızca, Fâtih Sultan Muhammed Han’a aittir.

Fâtih Sultan Muhammed Han Hazretleri bu zâtî-şahsî, kılıç hakkı mülkünü, kıyamete kadar cami olarak, bir vakfiye ile vakfetmiştir. Bu vakfiye ile oluşturulan, vakıf ise, hâlen faaliyetlerini devam ettiren, “Ebû’l-Fethi ve’l-Megâzî, Fâtih Sultan Muhammed Han Gâzî Vakfı”’dır. Hâlen faaliyetlerini sürdüren yüksek öğretim kurumları, Bezm-i Alem Üniversitesiyle, Fâtih Sultan Mehmed Üniversitesi bu vakfa bağlı,vakıf üniversiteleridir.

Ayasofya Camii Kebir’inin hâlen sahibi bu vakıftır. Ayasofya’yı mühürleyen, kalpleri mühürlü, mütegallibe, ceberûtî, tâgutî rejim, Ayasofya’nın kapılarına kilit vurduktan iki yıl sonra, Tapu Kadastro Umum Müdürlüğü’nün kütük defterlerine, tapu kayıtlarına, Ayasofya’nın tapu kaydını bu vakıf adına tescil ettirmişlerdir.

“Her kim bunu işittikten ve kabullendikten sonra vasiyeti değiştirirse, günahı onu değiştirenleredir. Şüphesiz Allah (her şeyi) işitir ve (her şeyi) bilir.” (Bakara 2/181) Meâlini verdiğimiz bu âyet-i kerime vakıf medeniyetini kuran ve zirveye taşıyan, aziz milletimiz, bütün vakfiyelere yazılmıştı. Yüce İslâm Dininde vakıf müessesesi hadislere dayanmakla birlikte, sadaka-i câriye mahiyetinde olan ve ammeye hizmet veren vakıfları, bunların şekil ve şartlarını haksız olarak değiştirenler de vasiyeti değiştirenler gibi telakkî edilmiştir. Onun için bu âyet-i kerime pek çok vakıf eşya üzerine ve bütün vakıfnâmelere yazılagelmiştir...

AYASOFYA’NIN HUKÛKÎ VAZİYETİ!...

Fethin sembolü, Fâtih’in kılıç hakkı, zâtî-şahsî  mülkü, her türlü tasarruf salâhiyeti yalnız ve yalnız Haz.Fatih Sultan Muhammed Han Hazretlerine mahsus, Ayasofya’yı Kebir Camii Şerifi, Fatih Sultan Muhammed Han tarafından kıyamete kadar cami olmak kayd-ü şartıyla bir vakfiye ile vakfedilmiştir. Bu vakfiyenin şartlarına uygun idamesi için idare ve nezaret etmesi için, “Ebû’l-Fethi ve’l-Megâzî, Fâtih Sultan Muhammed Han-ı gâzî vakfını tesis etmiş ve vakfına mütevellî olarak tayin etmiştir. Böylece, mülkün sahibi tasarrufunu kullanmış, sahibi olduğu bu binasının kıyamete kadar cami olarak ibadete açık kılması için bir statü oluşturmuştur.

Bu statü üzerinde, artık, herhangi bir tasarrufta bulunulamaz, herhangi yeni bir statü tesis edilemez.

Fâtih Sultan Muhammed Han Hazret’leri en büyük vakfı olan Ayasofya’yı Camii Kebir’inin, idare ve nezareti için bir vakıf tayin ettiği gibi, vakfiyesini de müeyyidelendirmiştir.

İslâm Vakıflarında, vâkıf ve vâkıfelerle her kademede bu vakıflardan istifade edenler, mümin ve Müslüman oldukları için, müeyyideler, mâlî ve bedeni cezalar tarzında değil, manevî, ruhî ve uhrevî’dir.

Hazreti Fâtih’in müeyyidesi de diğer vâkıf ve vâkıfe’lerin müeyyidesi gibi, “vakfın, vakfiyeye uygun bütün şartları yerine getirilerek idare edenler, yardımcı olanlar için hayır dua, aksine vâkıf’ın vakfiye şartlarını değiştiren ve vakfiye şartlarına uygun olarak idare etmeyenler, lanettir.” 

Her kim, bu vakfiyenin şartlarını değiştirirse, Allah’ın, meleklerin, bütün Peygamber’lerin, kitapların ve bütün insanların ve bütün lanet edicilerin laneti onun üzerine olsun,” diye bedduadır..

Ayasofya, ibadete kapatıldığından beridir, fiîlen kapatılmasının üzerinden 88 yıl, sahte imzalı, Resmî Gazete’de yayınlanmayan korsan bir Bakanlar Kurulu Kararıyla kapatılmasının üzerinden 86 yıl geçmiştir.

88 yıldır, Allah’ın, meleklerin, kitapların, Peygamberlerin, bütün insanların ve bütün lanet edicilerin ve bilhassa, Haz.Fâtih Sultan Muhammed Han’ın, laneti, en salahiyetliler başta olmak üzere mertebelerine göre ceste ceste hepimizin üzerine yağmaktadır. Kalın bir toz bulutu gibi ufkumuzu karartan bu lanetten bir an evvel kurtulmalıyız... Bu lanet üzerimizden kalktığı zaman, Aziz Milletimiz ve ferda ferda, bu ülkede yaşayan Müslüman kardeşlerimiz için bütün hayır kapıları arkasına kadar açılacak, şer kapıları ebediyen açılmamak üzere kapanacaktır.

Ayasofya’nın kapılarını paslı Bizans kilitleriyle kapatan kalbi mühürlü, ceberûtî ve tâgûtî rejimin, Ayasofya, cami olmaktan çıkarılmasından iki yıl sonra çıkardığı, Vakıflar Kanununun ilgili maddesinde sarahaten, “Hayrî vakıflar hangi maksada mebnî vakfedilmiş, bir statü kurulmuş ise, artık, bu vakıf üzerine asla bir başka maksatla kullanılamaz, üzerine herhangi bir statü kurulamaz, vakfiye şartları değiştirilemez,” hükmüne ihtiva etmektedir.

İslâm Hukukunda, “Şartü’l-vâkıf-ı ke’nessı’-Şârî“ hükmü vardır. (yanî, vâkıf ve vâkıfe’nin şartı, aynen Şârî’nin Nassı gibidir. Kat’î, şer’î delil, âyet ve mütvâter, sahih hadis gibidir, bunlar sabitedir zaman ve mekanla değişmez, hiç bir kimse tarafından değiştirilemez. Hatta, vâkıf ve vâkıfeler bile ilân ettikten sonra kendi vakfiye şartlarını bile değiştiremezler.

Cihanşümûl (Evrensel) hukuka göre de vâkıf ve vâkıfellerin şartları ve vakıfların statüleri, değiştirilemez, başka maksatlarda kullanılamaz. Vakıf müessesesi, dünyaya, Hristiyan ve Yahudî’lere İslâm’ın bir hediyesidir. Fakat vakıf ruhuna maalesef, Müslümanlardan daha ziyade sahip oldukları da bir vâkıadır, Sovyetler Birliğinde, 1917 Komünist ihtilalinde el konulan, Hristiyanlara ve Yahudî’lere ait vakıf malları, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından ve 70 yıl aradan sonra iade edilmiştir.

BEZMİÂLEM VALİDE SULTAN: Sultan 2. Mahmud’un, zevcelerinden, şehzâde dünyaya gelince, (25 Nisan 1823) de ikinci kadınlığa yükseldi. Sultan 2.Mahmud’un vefatından sonra on altı yaşını henüz bitirmiş olan oğlu, Abdülmecid tahta geçince Bezmiâlem’de Vâlide Sultan ve Mehd-i Ulyâ-yı saltanat unvanını kazandı (30 Haziran 1839) daha ziyade Bezmiâlem Vâlide Sultan unvanıyla tanınır ve anılır.

Bezmiâlem Vâlide Sultan, akıllı, tedbirli, şefkatli, cömert bir vakıf kadın, dünyevi hırs ve gösterişlerden kendini alıkoymuş, mümtaze bir vâlide... Başta İstanbul olmak üzere, Memâlik-i Osmaniye’yi hayır eserleriyle donatmıştır. İstanbul’da inşa ettirdiği ve vakfettiği eserler, camiler, abidevî  çeşmeler, sebiller, mektepler, hâlen aziz milletimizin hizmetindedir. Bu eserlerin ebed-müddet ihyası için irad olarak vakfettiği, çiftlikler, hanlar, fabrikalar, su kaynakları da hâlen, vakıflara gelir getirmeye devam ediyor.

Bezmiâlem Vâlide Sultan’ın halkımız tarafından çok iyi bilinen vakıf eseri, İstanbul’da, Şehremini semtinde, Yenibahçe Mevkii’nde inşa ettirilip vakfedilen, Gurabâ-yi Müslimin Hastahanesidir. (04 Nisan 1845) tarihinde hizmete açılan bu Hastahane, zamanına göre çok modern bir şekilde yaptırılmış ve Osmanlı Tarihinde ilk defa olarak, “Hastahane” tabiri bu müessesede kullanılmaya başlanmıştır. Vakfiyesine göre, bütün fakir hastalar hiç bir ücret alınmadan tedavi edilecek, tabip reçeteleri ne pahasına olursa olsun, aynen uygulanacak, bir baş kuru soğan bir Osmanlı altınına karşılık alınabiliyorsa bile, bundan kaçınılmayacak ve aynen yerine getirilecektir. Bu hastahanenin varlığının korunması ve hastalara en iyi hizmetin verilmesi için Memalik-i Osmaniye’nin pek çok yerinde zengin gelirli pek çok vakıf malı buraya bağlanmıştır.