Pek Muhterem, Ertuğrul Bektaş Kardeşimiz. 

19.03.2018 saat 12.23 i’tibâriyle ve “Yorumcu’lara Cevaplar ve Mutala’alar! (4/22) ile alakalı olarak yaptığınız yorumun cevabıdır: 

Aziz Kardeşim. Bu zemin, Türk Matbuat Tarihinde bir ilk. Diğer köşe yazıları, muharrir’in tek taraflı-monolog fikirlerini ortaya koyduğu, açıkça pek çok hatayı ihtiva etse bile, i’tiraz olunamayan, tasrîh imkânı bile verilemeyen yazılardır. Bizim bu zeminimizde, Yorumcu’larımız, tashîh, i’tiraz, cerh bir tarafa, sebebli-sebebsiz, muharrire karşı duyduğu kin, gadap ve nefret dolayısiyle en ağır hakaretleri bile açıkça yapabildiği bir zemindir. 

Değer’li ta’kipçilerimizin, okuyucularımızın alakası da bundandır. Şunu da pek samîmî bir şekilde i’tiraf etmek mecbûriyetindeyim ki, Mârifet bu köşenin muharririnde değil, Zât-ıâliniz başta olmak üzere, bu zemine katkı veren Pek Muhterem ve Değer’li Katılımcılarımıza, Yorumcularımıza ait’dir. 

“Este’ğfiru’llâh!” Hataların, nisyan’ın büyüğü bizde! Asıl sizler bizi hoşgörünüz, Efendim... 

“BİRİLERİNE”, Beyefendi. Müsâdeme (tartışma), giderek bir ehl-i Sünnet mensubu ile bir Fırak-ı Dâlle (vehhâbî-Selefî) ehli arasındaki, mücâmelesi olmayan bir mücâdeleye dönüşmüştür. Bu tartışmayı uzatmanın herhangi bir fâidesi yoktur. Yüce İslâm Dini’nin aslî, üçüncü boyutu, “İhsan,” “İhlâs”, ile ifade edilen boyutunu inkâr eden bir fırkanın mensubu için, “Ricâl-i Ma’neviyye,” “Ma’nevî Tasarruf”, “Üveysî İrşâd ve ihdâ,” bir şey ifade etmeyebilir. Bunun için de bu mefhumlar hakkında böyle birisiyle tartışmak abestir. 

Sayısını, yalnız, Allah’ın bildiği, Peygamberlerden beşi, Haz.Nûh, Haz.İbrahim, Haz.Mûsa, Haz.İsâ ve Hazreti Muhammed aleyhim’üs-Salâm, ülü’l-azm (azim-şan sahibi) Peygamber’lerdir. Bu Peygamber’lerin tasarrufları irtihallerinden sonra bin yıl daha devam eder. Peygamber’imiz âhirzaman ve son Peygamber olduğundan onun tasarrufu kıyâmete kadar devam edecektir,” desem, Fırak-ı Dâlle (vehhâbî-Selefî) birisi için, yine bir şey ifade etmez. 

Beyefendi. 

Tartışılan mevzu ile uzaktan-yakından hiçbir alaka ve münasebeti bulunmayan âyeti kerime meâlleri veriyorsunuz. Bu tartışmada da verdiğiniz âyet meâli Ahkâf Suresi’nin, 9.âyeti kerimesidir, ki Meâl-i Âlisi şöyledir; “De ki; Ben Peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilemem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” 

Sevgili Peygamberimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in, Uhud şehid’lerini ziyaretindeki şâhidliği ve bu sırada, Haz.Ebû Bekr radiya’llâhu anh Efendimizin, “Ey Allah’ın Resûlü! Bizler de onların kardeşleriyiz. Bizler de onlarla birlikte cihad ettik, infakta bulunduk,” deyince, Peygamberimiz, yukarıda meâl-i Âlisini verdiğimiz ayeti kerimeye, vahye, uygun olarak, “Ben sizin âkibetinizi bilemem,” buyurmuştur. 

Geleceğin, gaybın, ferd’lerin ve ümmetlerinin âkibetlerine dâir ilim, yalnız ve yalnız Allah’ın katındadır. 

Beyefendi. Merhûm, Abdülkerim Polat “Mesâil-i İlm-i Kelâm Akâid-i Ehl-i İslâm” kitabını 1960’lı yılların ilk yarısında, Balıkesir-Kepsut Müftî’si olduğu yıllarda bastırmıştı. Ne zaman yazdığını-baskıya hazır hâle getirdiğini bilemem. Önceleri yazmış, baskıya hazır hale getirmişte, kitabın baskısına izin verilmemiş olması tamâmen yalandır. 

a) Abdülkerim Hoca bu kitabı daha önceki yıllarda yazmış bile olsa, günün şartlarında, kendi imkanlarıyla bastıramazdı, herhangi bir kimse de kendisine destek olamazdı. 

b) Abdülkerim Hoca kendi imkanlarıyla veya bir sponsor desteğiyle bu kitabı bastırabilseydi, zamanın idarecisine sorma lüzumu hissetmezdi. 

c) Kitap basıldıktan sonra, az sayıda bastırıldığı veya piyasaya tam dağıtımı yapılamadığı için, bulunamıyordu. Tavsiye edilmiş olmasına rağmen biz bulamamıştık. 

Zâhirî-dînî, dünyevî ilimlerde Yed-i Ulyâ Sahibi, Sahibizaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid bir Zât’a, “Bize Akıllı Adam Lazım Değil, Ayakkabılarını Koyduğu yeri bulacak kadar aklı olsun, yeter,” şen’î iftirasını izâfe etmek tek kelime ile terbiyesizliktir. 

Merhûm Mehmed Emre, Merhûm Abdülkerim Polat Haz.Üstazımızın Rahle-i Tedrisinde bulunmuş, yetişmiş, müftülük, vaizlik yapmış, kitaplar te’lif ve tercüme etmiş âkil kimseler değil miydi? 

Beyefendi. 

Evhâm ve zırvalar üzerine te’sis edilen hükümlerle bir yere varamazsınız. Avam için rü’ya ve ilham ne kendileri için ne de başkaları için delil değildir. Aslâ i’tibâr olunmaz. Şahıslar, isimler fark etmez. Her kim, rü’yâ’dan ilham’dan bahsederek hüküm kurmaya, ahkâm kesmeye kalkmış ise tevâkuştur. 

Peygamberlerin rü’yâsı vahiy, kendisi ve ümmeti için delildir. Sahibizaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmillerin, Müceddid’lerin rü’yâ’sı ve ilhamları kendileri için, bağlıları için bir delil ve işâret olabilir. 

Muasır, muarızlarının bile “Müteşerrî”, sıfatını verdiği bir zât’a, bir ehl-i Sünnet Müceddidine, aslâ söylemediği halde, Şer’i Şerife muhalif sözler izafe edilmesi şen’î bir iftiradır. İnternet ortamında zavallı birisinin resim vermesi ve bu iftirayı dillendirmesi bu iddianın isbatı olabilir mi? 

Pek Muhterem, Osman Karaman Beyefendi. 

21.03.2018, saat 15.26 i’tibâriyle Yorumunuzun cevabıdır: 

Her mes’ele her bir yerde konuşulmamalıdır; Hattâ her doğrular bile her yerde konuşulmamalıdır. Maalesef, ilk konuşma, ta’mir sadadindeki diğer konuşmalar, talihsiz, gereksiz, yersiz konuşmalardır. Keşke hiç yapılmamış olsaydı...

Mevzu edilen, Mecelle’nin, “Ezmanın tagayyüriyle ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz.” tarzındaki Kâide-i Fıkhiye’sidir. 

Nas ile sabit olmayan ve ahkâmı külliye’den bulunmayan bir kısım cüz’î hükümler, zamanın değişmesiyle değişebilir. Yoksa kat’î nas’lar ile sabit olan veya zulm ve i’tisâf (haksızlık) gibi memnûniyeti ahkâmı umûmiyeden olan şeylerde zamanın tagayyürü, (ahkâmın tagayyürüne) mü’essir olmaz. 

Meselâ, Asr-ı Saâdet’den i’tibâren, Hicrî ikinci asrın ortalarına kadar herhangi bir hususta şâhid’lik edecekler için tezkiye şartı aranmazken, Hicrî ikinci asrın ortalarından i’tibâren insanların halleri değiştiği için hüküm de değişmiş ve artık şâhidler hakkında gizli ve âşikar tezkiye içtihad olunmuştur. 

Vaktiyle, bir hâne’nin bütün odaları aynı standartta yapıldığından, hiç bir oda’nın diğerlerinden herhangi bir farkı olmadığı için, bunlardan birisinin görülmesiyle hıyar-ı rü’yet düşerken, zaman içinde bu tarz tagayyür ettiği (her bir oda değişik standartlarda inşa edildiği için) her bir oda görülmedikçe hıyar-ı rü’yet düşmez devam eder. 

Bırakınız, kat’î naslarla sâbit, İslâm’ın sâbite’lerini, içtihad’lar, aynı derecede birer zannî delil olmaları hasebiyle, kat’î nas’lara muhalif olmadıkça bir içtihadı bir başka içtihad ile nakzetmek câiz değildir. Hattâ, aynı müçtehid daha sonraki bir içtihadı ile önceki içtihadını nakzedemez. Meselâ, bir hâkim, fasık ve facir olduğu için bir şahsın şâhidliğini reddetmiş ise, bilahare, tevbe etti, vaziyetini ıslah eyledi, diye şehâdetini kabul edemez. 

Ancak bir içtihadın nakzı, “maslahatı âmmeyi müstelzim,” ise o içtihad diğer bir içtihad ile nakz edilebilir. 

“MEHMED,” Remziyle 19.03.2018, saat 12.58 i’tibariyle “Yorumcu’lara Cevaplar ve Mutala’alar!... (4/21)” ile alakalı, yorumunuzun cevabıdır: 

Aziz Kardeşim. Hac için biriktirdiği meblağı bir fakire veya bir vakfa-derneğe bağışlayanların, o yıl, hac mevsiminde Menâsik-i Hacc’ı diğer huccac ile birlikte ruh maalcesed eda ettiklerine dâir hikâyeler birer şehir efsanesi olarak anlatılır. Bu hikayelerin hiç birisinin Hazretimizle uzaktan-yakından bir alakası yoktur. Te’vile lüzum yoktur. 

Pek Değerli Akif GÜLER Beyefendi. 23.03.2018, saat 06.26 i’tibâriyle ve “Kermes, Umre-Nâfile Hac!...” ile alakalı Yorumunuzun Cevabıdır: 

“Yurt ve pansiyonlarında barındırdıkları evlâd-ı müslimîn’e (Müslüman çocuklara ve gençlere) ehl-i Sünnet i’tikadını ve ilmihalini öğreten, onlara beş vakit namazı cemaatle kıldıran, onların iyi, efendi, ahlâklı, edebli vatansever olmaları için eğitim veren, Merhûm Süleyman Hilmi Efendi Hazretlerinin bağlılarına Ümmet-i Muhammed adına teşekkür ediyor, bütün hayırlı işlerde başarılar diliyorum. (Mehmet Şevket Eygi)” 

Aziz Kardeşim. Mehmed Şevket Eygi Ağabey’in yazdıkları bizim için ma’lumun ilâmıdır. Yine de bu hakşinas tavrı için kendilerine teşekkürlerimi arz ederim. İmam-ı Rabbânî evlâdından bizim beklentilerimiz çok daha ötesidir...