Yeni Zelanda teröristinin hastalıklı beyninde, Türk ve Müslümanlara karşı bir kin ve nefret sebebi olarak algılanmasının ötesinde, masum ve savunmasız insanları alçakça bir kolaycılıkla kurşunlayacak bir psikopat hâline gelmesine yol açan asırlar öncesinin tarihî olaylarını ele almaya devam ediyorum.

“Vienna 1683”, “Ernst Rüdiger von Starhemberg”, “Şerban Cantacuzino”

Teröristin, silahlarının ve şarjörlerinin üzerinde boş bulduğu her yere “Vienna 1683” yazması boşuna değildir. Çünkü 1683’te Osmanlılar, Kanunî’nin 1529’daki ilk kuşatmasından 154 yıl sonra Almanya İmparatorluğu’nun taht şehri olan bu mühim kalenin fethine çok ama çok yaklaşmıştı. Doğrudur, Avrupa için Viyana’nın Türklerin eline geçmekten ikinci defa kurtulduğu 12 Eylül 1683 günü nasıl sevinçli bir gün ise biz Türkler için de o kadar hüzünlü bir gündür. 14 Temmuz’da başlayıp 2 ay süren bu büyük muhasarayı bütün tafsilatıyla anlatmak bu sütunlarda yapılabilecek bir şey değildir. Ancak bütün Türk gençlerine tarihimizdeki bu önemli hadiseyi okumalarını, incelemelerini ve Viyana’yı almaya neden muvaffak olamadığımızın sebeplerini iyi irdelemelerini tavsiye ederim. Çünkü burada alınacak çok mühim dersler vardır.

KIZILELMA’YA DOĞRU

19. Osmanlı padişahı ve 84. İslam halifesi Sultan IV. Mehmed Han’ın Alman Sefer-i Hümayunu’na çıkmasının sebeplerine de yine yerimizin darlığı sebebiyle girmiyorum. Padişah IV. Mehmed Han ve Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Fransız kâşif ve tarihçisi Fernand Grenard’ın ifadesiyle “Avusturya’yı işgal etmek üzere o tarihe kadar dünyada hiçbir devletin bir araya getiremediği kudrette bir ordu ile” 1 Nisan 1683 günü Edirne’den hareket ettiler. Padişah 41, Sadrazam 49 yaşında idi. Seferin esas amacı Osmanlının Yanıkkale dediği Györ’ün alınması idi ki Viyana’ya 123 km mesafededir.

Edirne’den yola çıkan Ordu-yı Hümayun 1 ay 22 gün sonra 23 Mayıs’ta Belgrad’a ulaştı. Belgrad Edirne’ye 700, Yanıkkale’ye 500 km mesafededir. Osmanlı ordusunun mevcudu hakkında Batı kaynaklarında çok abartılı rakamlar verilse de Kont Starhemberg’in İmparator I. Leopold’a yazdığı mektupta verdiği 60.000 muharip asker rakamının doğru olması gerekir. Kırım süvarileri, Osmanlı akıncıları ve hizmet efradı bu rakamın dışındadır. Bu arada “Kont İmparator’a neden mektup yazıyor, o da başkent Viyana’da değil miydi?” derseniz, 23 yıldan beri Alman İmparatoru, Bohemya Kralı ve Avusturya Arşidukası unvanlarını taşıyan I. Leopold, ordularının başkumandanı Lorraine Dukası Charles’ın Kara Mustafa Paşa’ya mağlup olup Viyana önlerini savunmasız bırakmasının ardından halkın “Bizi bırakıp nereye gidiyorsun?” feryatları altında şehri tek etmiş Passau’ya çekilmişti. Başkentinin savunmasını da Kont Ernst Rüdiger von Starhemberg’e havale etmişti. Daha sonra ahaliden 80.000 kadarı da şehirden ayrılmıştı.

KEŞKE YANIK TESLİM OLSAYDI…

Konumuza dönersek Osmanlı ordusunun öncüsü Diyarbakır Beylerbeyi Kara Mehmed Paşa 20.000 kişilik bir kuvvetle seferin başlangıçtaki esas hedefi Yanık önüne geldi. Kaleyi savunan kumandan teslim teklifine karşı kendine göre akıllıca bir cevap vererek “Bu mühim kaleyi askerlik şerefi gereği son askerine kadar savunacağını, bunu Türk vezirinin anlayacağından emin olduğunu, ancak Viyana düştüğü takdirde Yanık’ın da kendiliğinden teslim olacağını” bildirdi. Kendisine ulaştırılan bu cevap da yine Serdar-ı Ekrem’in Viyana’nın fethi kararının pekişmesinde etkili olmuştur. Paşa’nın Viyana konusundaki emrivaki kararı Padişah tarafından da kabul edilmiştir.

Padişah bir kısım maiyetiyle Belgrad’da kalmıştı. Ordu Edirne’den itibaren 1300 kilometrelik yolu 3 ay 13 günde almış, 13 Temmuz’da Viyana görünmüştü. Paşa yanında Kırım Han’ı, birkaç vezir ve beylerbeyi ve 1000 atlı ile surlara kadar sokuldu. 154 yıl önce Kanunî’nin otağını kurduğu yere geldi. Padişah’ın müstakbel damadı Viyana fatihi olacağının heyecanını bütün benliğinde hissediyordu.

BÜTÜN AVUSTURYA İŞGAL EDİLİYOR

Bu arada Kırım atlıları ve akıncılar Viyana’ya 180 km uzaklıktaki Linz’e kadar olan bütün Tuna vadisini ve güneyde çok geniş bir bölgeyi işgal etmişler, İsviçre’ye yaklaşmışlardı. 40.000 genç Alman esir edilmişti. İhtiyar ve çocuklara dokunulmuyordu. Akına giden birlikler son derece değerli ganimetlerle dönüyorlardı. Ne yazık ki bu ganimeti memleketlerine götürüp zengin bir hayat sürmenin hayali, askerin savaşma gücünün azalmasında tabii olarak etkili olmuştur. Esas amaçtan sapılarak bütün kuvvetlerin Viyana üzerinde toplanmaması Kara Mustafa Paşa’nın hatalarından biri olmuştur. İmparator’un bütün maiyetiyle taht şehrini terk etmesi ve Avusturya’nın Viyana ve birkaç kale dışında kolayca işgal edilmesi, Paşa’yı Viyana’nın da nihayet birkaç hafta içinde düşeceğine inandırmış olsa gerektir.

Serdar-ı Ekrem, Kont Starhemberg’e mektup yazarak kaleyi teslim etmesini istedi. Kont bu teklifi reddedince Paşa şehrin banliyölerini ateşe verdi. Kontun keşif için kaleden çıkardığı süvari kuvvetinden 500’ü esir düşerek gerisi kaleye kendilerini zor attılar. Paşa kalenin eninde sonunda zayiat fazlalığından ve ümitsizlikten teslim olacağına inanıyordu. Teslim olan kale yağma edilmeyeceğinden bu yolla bu kadim şehirdeki hazinelerin ve tarihi eserlerin hasar görmeden İstanbul’a götürülmesini hayal ediyordu.

KALE DİRENİYOR

Viyana sadece Avrupa’nın değil dünyanın en mükemmel kalelerinden biriydi. Derin ve geniş bir hendekle çevrilmişti. Kale çevresinde 12 kuvvetli tabya vardı. Bunlar da yine içi birkaç sıra sivri kazıklarla kaplı derin hendeklerle çevriliydi. Kale binlerce topla savunuluyordu. Şehrin altı mükemmel bir tünel şebekesiyle örülmüştü. Bu tünellere bile küçük çapta toplar yerleştirilmişti.

Sonuçta çeşitli olayların vuku bulduğu iki ay geçti. Bu arada pek çok çatışma yaşandı. Kale bir türlü alınamadı. Belki de kendileri kaplayan derin ümitsizlik, kaleyi savunan kumandan ve askerlere ayrı bir azim ve irade kazandırmıştı. 23 Ağustos’a gelindiğinde Viyana müdafilerinin durumu son derece kötü olsa da Osmanlı ordusunda da yılgınlık alametleri görülüyordu. Paşalardan neferlere kadar herkes, bu Allah’ın belası kaleden çekilip gitmeyi, aldıkları bol ganimetin zevk ve sefasını düşünüyorlardı.

KIRIM ORDUSU GANİMET DERDİNDE

Eğri Beylerbeyi Hüseyin Paşa maiyetinde Macar Kralı İmre Tökeli ile birlikte Slovakya’daydı. Lehistan’dan büyük kuvvetlerin bizzat Kral Sobiesky kumandasında Viyana’ya yardım için erişmek üzere olduğu haberi gelince bunları durdurmak için Sadrazam’dan ilave 20.000 kişilik kuvvet istedi. Kara Mustafa Paşa Kırım Hanı Murad Giray’ın oğlu Alp Giray kumandasında 10.000 kişilik bir kuvvet gönderdi. Bunların her biri yanında birkaç esir ve ağır ganimetler taşıyorlar, bunları bırakmak istemiyorlardı. Öyle ki Hüseyin Paşa’nın yanına ancak 300 atlı ulaşabildi. Macar Kralı ve Hüseyin Paşa Viyana’ya dönme kararı aldılar fakat erişemediler. Müttefik Leh-Alman kuvvetleri ile girişilen çatışmada Kırımlılar ve Macarlar iyi savaşmadılar. Paşa şehit düştü. Kurtulabilen birlikler Viyana’ya geldi.

Bu arada Papa XI. Innocentius’un da gayretleriyle Osmanlıya karşı bir Haçlı ordusu teşekkül ediyordu. İmparator I. Leopold’a tabi Alman hükümdarlar güçlerini birleştirmişler ve Lorraine Dükası’nın emrinde 85.000 kişilik bir kuvvet teşkil etmişlerdi. 4 Eylül’de gelen bir haber bu kuvvetle Sobiesky’nin 35.000 askerinin birleşmek üzere olduğu yönündeydi. Her gün yeni birlikler katılıyor, Haçlı ordusu şiştikçe şişiyordu. Sonunda 40.000’i atlı olmak üzere 135.000 kişilik bir kuvvete ulaştılar.

KIRIM HAN’ININ İHANETİ

Ancak Viyana’ya yardım için bu birliklerin Tuna üzerindeki köprüden geçmesi gerekiyordu. Kara Mustafa Paşa emindi ki Kırım Han’ı düşmanı köprüden günlerce geçirtmeyecekti. Bu durumda düşman muhasarayı sadece seyredecekti. Heyhat ki Paşa’ya şahsi kin besleyen, onun Viyana fatihi olacak olmasını kıskanan Murad Giray büyük bir ihanete imza attı. Bir sipahi subayının oğlunun kendisi gibi Cengiz’in soyundan gelen birine ve daha nice hükümdara emir vermesini hazmedemeyerek düşmanın Tuna üzerindeki köprüden geçmesine seyirci kaldı. Hâlbuki bu arada Viyana neredeyse düşmek üzereydi.

İki ordu 12 Eylül günü Kahlenberg yani Alamandağı’nda karşılaştı. Serdar-ı Ekrem burada da bir ihanetle karşılaştı. Ordunun sağ kanat kumandanlığına tayin edilen Vezir Koca İbrahim Paşa, sırf Merzifonlu’dan hoşlanmaması ve muhasaraya karşı olması sebebiyle, daha ortada en küçük bir bozgun alameti yokken maiyetindeki bir kısım askerle Yanıkkale’ye doğru çekildi. Bu ihanet sağ kanadın çökmesi ve merkezle birleşmesi sonucunu doğurdu. Bunun üzerine düşman bütün gücüyle merkeze yüklendi. Sol cenahta da Kırım askerinin yarıdan fazlası ganimetleriyle muharebe meydanından kaçtılar. Zaten tarihçi Iorga’nın bulduğu Leh vesikalarına göre Murad Giray, Kral Sobiesky ile haberleşmiş ve savaşmadan harp meydanından çekileceğine dair söz vermiştir. İşte bu ihanet, hiçbir şeyin kurtaramayacak gibi göründüğü Viyana’yı beklenmedik bir şekilde kurtarmıştır.

ŞEHİT OLMAK İSTEDİ…

Bu ihanetleri gören Mustafa Paşa ümitsizliğe kapılmış akşama doğru elindeki mızrakla birkaç defa düşman saflarına dalmıştı. Ancak kahyası Osman Ağa şehit olması halinde ordunun başsız kalıp mahvolacağını söyleyerek kendisine mâni olmuştur.

Kurtulmalarının verdiği sarhoşluk içinde düşman, Osmanlı ordusunu takip etmeyi aklından bile geçirmedi. Osmanlılar rahat bir şekilde Yanıkkale’ye doğru çekildiler. Zayiat düşmanınki kadar yani 10.000 kadardır. Birkaç bin de yaralı vardır. Osmanlılar sadece ağırlıklarını bırakmışlar, kolay taşınabilecek 81.000 esir ve en değerli ganimet mallarını yanlarında götürmüşlerdir.

Muhasaraya 4000 kişilik bir kuvvetle iştirak eden Eflak prensi Şerban Kantakuzinos’un da Osmanlı planlarını karşı tarafa ulaştırmak gibi birtakım ihanetlerin içine girdiği bilinmektedir. Neticede Merzifonlu Kara Mustafa Paşa söz konusu ihanetlere uğramasının yanı sıra bazı hatalar da yapmış ve bu mağlubiyeti başı ile ödemiştir. Yoksa mesela biraz tedbirli olup Budin’deki ağır muhasara toplarını Viyana önlerine getirse ve bu güzel şehrin emsalsiz sarayları, hazineleri ve tarihi eserlerinin zarara uğramaması için cebren ve yağma ile değil de kendiliğinden teslim olmasını beklemese sonuç muhtemelen böyle olmayacaktı. Ne diyelim takdir-i İlahî böyle imiş. Cenabı Hak bütün şehitlerimize rahmet eylesin.