İstanbul'u güneybatıdan çevreleyen kara surları ve kuleler topluluğu Yedikule Hisarı ya da Yedikule Zindanları; dördü Bizans İmparatorlarının, üçü de Fatih Sultan Mehmet'in yaptırdığı yedi adet kuleden adını alır. Fatih, İstanbul'un fethinden sonra 1470'de farklı yüksekliklerde yaptırdığı kuleleri öteki kulelere ve surlara bağlattığından hisar görünümü alır. I. Theodosius tarafından yapılan zafer takı, 412 yılında şehrin giriş kapısı olur, II. Theodosius tarafından kapının sağ ve sol taraflarına birer kule ekletilerek kara surlarına bağlanır. Şehrin en büyük caddesine açılan bu kapıdan genelde zaferden dönen imparatorlar geçerlerdi. Kapının kemer ve cephesi altın yaldızlarla süslüdür bu nedenle "Yaldızlı Kapı" denilir. IV. Kantakuzenos tarafından kulelerin yanlarına birer kule daha eklenir. XV. yüzyılda orta geçidin yüksekliği 8m'den 4m'ye indirilerek bu geçit kapatılır. Kulelerden biri Bizanslılar döneminde tutuklular ve idam mahkûmları için kullanılırdı. Burada işkence aletleri, hücreler ve kuyular bulunur. Ana kapının solunda bulunan mermer kulenin içinde "Kanlıkuyu" adı verilen derin kuyunun dibinde Marmara Denizi'ne açılan bir tünel bulunur. Kuyuya atılan insan kafaları deniz sularının kuyunun dibine vurmasıyla denize sürüklenirdi. Bu kulenin orta katında biri küçük ve penceresiz, diğeri büyük iki oda vardı. Burada birçok siyasi tutuklu hapsedilmiş, Sultan II. Osman'da Yedikule'de öldürülmüş. Bugün müze olarak kullanılan hisarı 1874 yılında gezen yabancı bir yazarın yayını Kültür Bakanlığı tarafından 1981 yılında Türkçeye çevrilmiş. Yazar zindanı şöyle anlatmış: "Kalenin en hüzünlü vakalarının geçtiği meşhur kule; ümitsizlik cinneti geçirerek, tırnaklarının ve kafalarının kanlı izlerini duvarlarda bırakan veya karanlıklar içinde dua ederek cellâdın gelişini bekleyen vezirlerle saray büyüklerinin diri diri gömüldükleri içinden çıkılmaz korkunç hücrelerin bulunduğu kule. Ulemanın etlerini kemiklerini ezip kırdıkları koca havan bu mezarlardan birindeydi. Zemin katında, mahkûmların kafasını gizlice uçurdukları, kanlı zindan denen, büyük yuvarlak odada bulunan kuyu çukur döşemenin ortasında, iki taş kapak ile kapanmış ağzı hala görünüyor. Aşağıda, işkenceye mahkûm olanların derisini şeritler halinde yüzdükleri, çubukla açılmış yaraların üzerine kaynar zift döktükleri, el ve ayakları topuzla kırdıkları, kubbeye asılmış bir fenerle aydınlanan kayalara oyulmuş bir mağara vardı: Can çekişenlerin korkunç feryatları kuledeki mahkûmların kulağına ancak bir fısıltı gibi gelirdi..."