Siirt konuşmasında, “Benim referansım İslam’dır… Bu ülkede, azınlıklara tanınan tüm haklar, bu ülkenin gerçek sahiplerine de tanınacak” diyen Başbakanın iktidarlığı döneminde, “Tüm dinlere eşit mesafedeyim. Dinsel milliyetçiliğe karşıyım. İnancına güvenen, inanç özgürlüğünden korkmaz” anlayışı ile söz konusu taleplerin çok büyük bölümünün hukuken veya fiilen karşılandığını hatırlatalım.

2005’te dönemin Diyanet’ten sorumlu Devlet Bakanı, TBMM Genel Kurulunda misyonerlik faaliyetleri hakkında bir konuşma yaptı. Bu arada Çanakkale Şehitler Haftası dolayısıyla camilerde okutulan hutbede, “Tarihte olduğu gibi günümüzde de aynı güçler, İslam’ı çıkarları ve egemenlikleri karşısında en büyük engel gördükleri için insanlarımızı dinlerinden koparmak amacıyla planlı ve organize biçimde çalışmaktadırlar” ifadesi yer aldı. Bunun üzerine dönemin ABD büyükelçisi eric edelman, Bakanı önce sözlü, sonra diplomasiye sığmayan bir mektupla uyardı, Diyanet İşleri Başkanını ziyaret eden AB büyükelçisi kretchmer, “Laik bir kurum nasıl olur da, İslâm yegâne hak dindir, diyebilir?” sözleriyle tepki gösterdi. AB büyükelçileri yemeğinde Belçika büyükelçisi jan mattysen de Başbakana, “Niçin Devlet Bakanı, TBMM’de misyonerlik konusunu tartışıyor ve 368 kişinin Hıristiyanlığa geçmesini gündeme getiriyor?” diye sordu.

Yine 2005; Dönemin AKP Adıyaman Milletvekili, ülkemizdeki misyonerlik çalışmalarını öğrenmek için İçişleri Bakanına yazılı bir soru önergesi verdi. Önergeye cevabında Bakan, özetle şunları anlattı:

1997-2004 yılları arasındaki 7 yılda 344 kişi Müslümanlıktan, başka dinlere geçti. Din değiştirmek, kişinin istek ve beyanına bağlıdır. Kişinin, din değiştirdiğini yetkili makamlara beyan etmesi halinde din değişikliği yapılmaktadır. Yetkili makamlara müracaat edilmediği takdirde din değişikliğinin bilinmesi mümkün değildir. Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan din ve vicdan hürriyetini suiistimal eden bazı dini gruplara (bahailer protestanlar, yehova şahitleri, vb.) mensup yabancı uyruklu veya Türk vatandaşı olan şahısların, yasalara aykırı faaliyetleri ile ilgili olarak, güvenlik birimlerince Cumhuriyet Savcılıklarına suç duyurusunda bulunulmaktadır.

Türkiye’de misyonerlerin sayısı belli değildir. Misyonerlerin sayısını tespit etmek de mümkün değildir. Misyonerlik faaliyetleri, gizlilik içinde yürütüldüğünden, harcanan paranın miktarı konusunda net rakam vermek mümkün değildir. Türkiye’deki misyonerlerin çalışma yöntemleri herkes tarafından bilinmektedir. Misyonerler, daha çok yoksul ailelere ve çocuklarına, etnik, mezhep, kültürel açıdan farklı gruplar ile deprem, sel felaketi gibi doğal afetlere maruz kalan insanlara yönelik faaliyetlerde bulunmak suretiyle çalışmalarını sürdürmektedir.”

Ülkemizdeki misyoner sayısının bilinmemesinin üzerinde duralım; Biz bilmiyoruz, ama ABD biliyor. Dışişleri Bakanlığınca hazırlanan Dini Özgürlükler Raporlarında, 2003 yılına kadar “Misyoner sayısının bilinmediği” belirtilirken, bu yıldan sonraki raporlarda, Türkiye’de “Bin 100 misyonerin faaliyet gösterdiği” de açıkça yazıldı.

2005-2006’da kaçak kiliselere ve apartman kiliselerine izin verilip, yasallaşan misyonerlik faaliyetlerine tepki gösterilince dönemin Başbakanı şöyle kızdı: “Düşman icat etmeyin… Biz inancımızdan eminiz.” Misyonerliği “fikir özgürlüğü” sayıp, azınlık ve yabancı okullarına yeni imtiyazlar tanıyan dönemin Milli Eğitim Bakanı da, şunları söyledi:

Aman kilise açıldı, memleket elden gitti. Bir yere gitmez. Siz çocuklarınıza aşı yaparsanız salgın hastalıktan korkmazsınız. Osmanlı’nın son zamanlarında ülkenin bir başından bir başına hıristiyanlığı yayma cemiyetleri vardı. Ama kimse hıristiyan falan olmuyordu. Niye? Osmanlı toplumu aşılı bir toplumdu da onun için. Kendi çocuklarınıza dinlerini adam akıllı öğretmezseniz, misyoneri de gelir, yel de gelir alır, sel de gelir alır. Problemi, oradaki eksikliği kendimizde arayalım. ‘Din elden gidiyor, avrupalılar şöyle yapıyor’… Geçin bunları.” Kaynak: Müyesser Yıldız