Osmanlı Devleti padişahlarından, aydın, yenilikçi ve taht düşkünü olmayan II.Murat’tan sonra hükümdar olanlar askerlik ve fen bilimlerinden başka; edebiyat ve tasavvuf alanından da muazzam bilgilere sahiptirler. Padişahların bu bilgi ve birikime sahip olmalarındaki en büyük pay elbetteki şehzadeleri yetiştiren “Lalal’ara yani Hoca’lara” aittir. 

Bu bağlam da şair hükümdarları sıralarsak; II. Mehmet (Fatih), II. Bayezit, I. Selim (Yavuz), Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim, III. Murat, III. Mehmet, I. Ahmet, II. Osman (Genç), IV. Murat, II. Mustafa, III. Ahmet, I. Mahmut, III. Mustafa, III. Selim ve II. Mahmut’tur. 

Ama onların içinde birisi vardır ki, şiirlerini muhteşem hesaplamalarla ve gizemli bir şekilde yazmıştır. Bu padişah kim derseniz! Evet o padişah Yavuz Sultan Selim’dir. İşte o şiir: 

“Sanma şâhım / herkesi sen / sâdıkâne / yâr olur

Herkesi sen / dost mu sandın / belki ol / ağyâr olur

Sâdıkâne / belki ol / bu âlemde / dildâr olur

Yâr olur / ağyâr olur / dildâr olur / serdâr olur”.

Yavuz Sultan Selim’in yazdığı bu şiirin özelliği; soldan sağa ve yukarıdan aşağı okunduğunda mısraların aynı olmasıdır. Yani dizelerin ilk kelimeleri birinci dizeyi, ikinci kelimeleri ikinci dizeyi verir… (gibi)

Ayrıca divan edebiyatında vezni aher denilen tarzdayazılan ilk beyit olduğu söylenmektedir. Şarkılara, türkülere konu olan dâhiyane beyit’in hikâyesi de en az kendisi kadar güzel ve dâhiyanedir.

Evet bugün bile edebiyat dünyasını hayranlıkla ve hayretle inceledikleri bu şiirin yazılış hikayesi:

Dokuzuncu Osmanlı hükümdarı olan Yavuz Sultan Selim, devlet-i aliyenin başına geçmeden önce -şehzadelik- yıllarında satrançla yakından ilgilenirdi. Satranca merak salan Şehzade Selim diğer alanlarda olduğu gibi satranç alanında da kendini bir hayli geliştirir.

Şehzade Selim bu oyunda ustalaşırken İran bölgesinde de satrancın revaçta olduğunu öğrenir. Satranç adına kendisinde olan özelliklerin Şah İsmail’de de var olduğunu öğrendiğinde bir yolunu bulup Şah İsmail’le oynamayı ve Şah’ın özelliklerden faydalanmayı kafasına takar.

Şehzade Selim Şah İsmail’le satranç oynamayı kafasına koyduktan sonra işi gücü bırakıp tebdil-i kıyafetle (gezgin bir abdal kılığında) İran’a gider. İran’a varır varmaz hanlarda, kervansaraylarda satranç oynamaya başlar ve önüne geleni yener. Oynadığı herkesi yenerek bayağı ün salan Şehzade Selim’in ünü kısa bir sürede Şah İsmail’e kadar gider.

Şah bu ünlü satranç ustası dervişi duyunca, çağırın bir de benimle oynasın der. Böylece Şehzade Selim Şah’ın huzuruna çıkar ve oyun başlar. İlk oyun da; Şah’ın oyun tarzını öğrenmek isteyen Şehzade Selim kısa bir sürede yenilir. Tabi Şah buna çok şaşırır. Saraya kadar herkesi yenip ün salarak gelen bir derviş nasıl olurda böyle basit hataları göremez diye düşünür, bunda bir iş olduğunu anlar ve bir oyun daha ister. Şah İsmail’in oyun tarzını görmek için ilk oyunda bilerek yenilen Şehzade Selim, ikinci oyunda çok kısa bir sürede Şah İsmail’i mat eder. Mat olan Şah İsmail sinirlenir ve:

“Bre derviş! Hiç şahlar mat edilir mi?” der.

Genç şehzade hemen cevabı yapıştırır:

“Şahların mat edilmeyeceği danışıklı dövüşünü bilseydim, elbette benim de tavrım ona göre olurdu.”

Bunun üzerine Şah İsmail iyice sinirlenir Şehzade Selime bir tokat atar. Fakat karşısındakinin yarım akıllı bir derviş olduğunu düşünerek bir kese altın verip yollanmasını emreder.

Şehzade Selim, Şah’ın huzurdan ayrılacakken dudaklarından  şu beyit dökülür:

“Sanma şâhım herkesi sen sâdıkâne yâr olur 

Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyâr olur

Sâdıkâne belki ol bu âlemde dildâr olur.”

Yâr olur ağyâr olur dildâr olur serdâr olur

(Şahım sen herkesi kendine sadık dost sanma.

Sen herkesi dost sanma belki o düşmanın olur.  

Belki o kişi alemlerde sözü geçen olur. 

Dost olur düşman olur sözü geçen olur hükümdar olur.)

Şehzade Selim yediği tokadın acısını unutmaz ve Sultan olarak Çaldıran’da Şah’ın karşısında tekrar çıkar. Şehzade iken satrançta yendiği Şah’ı, Sultan olup Çaldıran’da tekrar yenen Yavuz Sultan Selim savaştan sonra Şah’a bir mektup gönderir. Mektupta şehzade iken yediği tokadın acısını aldığını söyleyip ekler: Atacaksan tokadı, böyle atacaksın.

Aslında Yavuz bütün olanları Şah’ın huzurundan kovulduğu gün şiirinde anlatmış ancak Şah anlayamamıştır. Herkesin dost olmayacağını, bir gün böyle kişilerin karşısına serdar olarak ta çıkabileceğini söylemiştir. Böylece “Yavuz’un şiirle verdiği muhteşem mesaj” tarihe not düşülerek diplomasi de her an uyanık olmak gereği anlaşılmalıdır diyorum.

Bunun yanısıra O, Yavuz ki; sert mizacının yanı sıra kristal benzeri ve ipek gibi bir kalbi olduğunu şu muhteşem şiirinde anlamak mümkündür: Yavuz Sultan Selim, Ridaniye ve Mercidabık seferleri esnasında Şam yakınına otağını kurduğunda burada bir Türkmen kızına aşık olur. Ancak vuslata eremez. Bunun üzerine şu dizleri yazar:

………………………………………

Şirler pençe-i kahrımda olurken lerzan.

(Aslanlar kudretimin pençesinde titrerken.)

Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek. 

(Beni bir ceylan gözlüye muhtaç etti felek.)

Onlar, sadece Allah rızası için insana hizmet ettiler. Canlarını ve evlatlarını feda ettiler, ama hizmette geri kalmadılar!..