Lamartine, Napolyon, Henri A. Ubicini, Prens Bismark, Puşkin, Goethe, Bernard Shaw, Thomas Carlyle, Alphonse Marie Louis, Mahatma Gandhi gibi yazar, şair tarihçi, düşünür ve devlet adamlarının övdüğü, İslâm’ın yüce Peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V)’e şiir yazan, övgüler dizen ve hayran olanlardan birisi de Alman şair Rilke’dir. 

Tam adı “René Karl Wilhelm Johann Josef Maria Rilke” olan Rainer Maria Rilke, 4 Aralık 1875’te Böhmen’in Avusturya-Macaristan’a ait olduğu zamanlarda Prag’da doğdu. Rilke’nin ablası, dünyaya gelişinden bir hafta sonra ölmüş, annesi Rilke’nin doğumundan sonra bile kızının ölümüne olan üzüntüsünü üzerinden atamamıştı. Bu sebeple Rilke’ye René (Fransızca, yeniden doğan) adını verdi, onu kızının yerine koydu ve bir kız gibi yetiştirdi. Zayıf karakterli ve hiçbir şeyden memnun olmadığı söylenen babası askerî kariyerini tamamlayamadı ve demiryolları memuru oldu. Annesi Sophie bir fabrikatör kızıydı ve etrafındaki insanlara hükmetmeyi seviyordu. Aradığı sosyete hayatını bulamadığından 1884’te kocasından boşandı.Rilke bu mutsuz ailenin bir parçası olmaktan çok sıkıntı çekmiş ve manen çok yaralanmış bir şekilde büyüdü.

Okul yıllarında edebiyata ve resme kabiliyeti olan Rilke, ebeveyninin baskısı ile 1885 senesinde askerî bir okula başladı. Altı sene sonra hastalığı sebebiyle bu eğitimi son buldu. Liseden sonra, aynı yıl Prag’da Edebiyat, Sanat Tarihi ve Felsefe Tahsili gördü. 1896’da Hukuk öğretimine geçiş yaptı ve Münih’te öğretimine devam etti.

Ailesindeki çekişmeler ve dini yönden de arayış içine girmişti. Hatta biraz Martin Luther felsefesi etkisinde kalarak,   okul yıllarında Hz. İsa’nın “Tanrının Oğlu” olduğu Hıristiyanlık imajından kendisini kurtarmıştı. On sekiz yaşında “Çarmıhtaki İsa” adlı şiirinde şunları yazıyordu: “Tanrının oğlu olarak onu neden sevemediğimi, sayamadığımı ve dua edemediğimi çok iyi anlıyorum. Aslında insan olarak Tanrıya daha yakın olurdu; oğul Tanrı olarak ise çok aciz bir insan.”

1897 yılında Münih’te tanıştığı, çok seyahat eden bir hanım edebiyatçı olan Lou Andreas-Salomé, erkek bir yazar için René yerine Rainer adını daha münasip bulduğundan Rilke, adını Rainer olarak değiştirdi. Onunla Berlin, Floransa, Moskova, St. Petersburg seyahatlerine çıktı. Salomé, üç yıl kadar süren ilişkilerinden sonra da Rilke’nin en büyük sırdaşı olarak kalmaya devam etti. Yaptığı bu geziler Rilke’yi çok etkiledi, şiirinin temalarını oluşturmada yapıtaşı oldu.

Yıllar öncesinde, Nietzsche‘nin de aşık olduğu bu kadının Rilke’nin sanatçı kişiliğinin gelişmesinde büyük rol oynadığı belirtilir. Salome ile birlikte 1897’de Berlin’e, 1898’de Floransa’ya bir yıl sonra da Rusya’ya giden yazar, Rusya’da Tolstoy tarafından karşılanıp dönemin ünlü ressamı Pasternak ile tanışınca büyük mutluluk duydu. İki yıl sonra yine Lou Andreas’la birlikte ikinci kez Rusya’ya giden Rilke, ülkenin güney bölümünü de dolaşarak yeniden Tolstoy’la buluştu. Bu geziden sonra ruh sağlığı bozulan yazarı terk edenler arasında Salome’de bulunuyordu. Rilke dönüşünde Bremenli bir iş adamının kızı olan Clara ile evlendi; bir kızı oldu. Ailesini geçindirmek için gazetecilik yaptı. Kısa süre sonra evini terk edip Paris’e yerleşti. Ünlü heykeltıraş Rodin’in sekreterliğini yaptı. Ancak Rodin ile anlaşamayarak bu işi bıraktı.

Uzun süren seyahatlerinde ve okumaları sonucunda İslâm’a yöneldi. 1911-1912 senelerinde İspanya’ya Endülüs’e seyahat etti. “Duino Ağıtları” adlı eserinin tamamlanmasına vesile olan, orada karşılaştığı İslâmî izler onun İslâmiyet’e hayranlığını artırdı. Clara, Rilke’ye Cezayir’den 1910’da yazdığı mektubunda; “Allah büyüktür ve O’nun kudretinden başka kudret yoktur.” diyordu. Rilke aldığı bir davet üzerine Kuzey Afrika’ya gitti. Kahire’yi, Trablusgarp’ı, Cezayir’i Kartaca’yı gezdi. Müslüman halktan çok etkilendi. Ve Arapça öğrendi. Okuduğu Kur’an-ı Kerim’e hayran oldu. Hz. Muhammed’e (S.A.V) öylesine hayran olmuş ki, en az hayranlığı herkesçe bilinen Johann Wolfgang von Goethe kadar kalıcı olur bu duygu. Rilke, O’na hayranlığını bir şiirle taçlandırır.

Bu gezi, Rilke’nin bakış açısında önemli değişiklikler oluşturmuş. Tanıştığı Müslümanlardan Arapça dahi öğrenir. Rilke, ruh dünyasında yaşadığı karmaşanın üzerine psikolojik tedavi görmesi gerektiğini söyleyenleri ise, “Meleklerini ürkütmemek için” reddeder. 1907 senesinde yazdığı “Muhammed Berfin” (Hazret-i Muhammed’e Nübüvvetin Gelişi) adlı şiirinde Cebrail Aleyhisselâmın Allah’ın ilk vahyini Hz. Muhammed (S.A.V)’e getirişini şöyle tasvir ediyordu:

MUHAMMED’İN YAKARMASI

Gerçi saklandığı yere, pek yüce olan

Girince, o bir bakışta tanınan melek

Dimdik, görkemli ve parıltılar salan:

Yalvardı, bütün iddialardan vazgeçerek,

İzin verilsin diye gezgin kalmasına

Eskisi gibi, dalgın tacir olarak yani;

Okumuşluğu yoktu, fazla gelirdi ona

Bilgilere de görmek sözün böylesini.

Melekse, buyururcasına, gösteriyordu

Levhasında yazılmış olanı yalvarana

Gösteriyor ve istiyordu tekrar: Oku.

Oku o da: Öyle ki melek hayrandı.

Çoktan okumuş denirdi artık ona,

Yapabilendi o, kulak veren ve yapandı. (Çeviri: Turan Oflazoğlu)

Rilke, 29 Aralık 1926’da Montreux yakınlarında Valmont Ser Territet sanatoryumunda öldü. Mezar taşına ölümünden kısa zaman önce kendisinin kaleme aldığı şu veciz söz yazıldı:

Gül: Ey ayn-ı tezat, onca göz kapakları

Altında hiç kimsenin uykusu olmama hazzı.

Bu veciz sözde geçen, doğuda mutlak teslimiyet ve aşk sembolü, batıda ise sanat ve edebiyatta mistik bir sembol olan “Gül’ü” Rilke’nin bildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca yazdığı gül şiirlerinden ve hatta Fransızca yazdığı Les Roses (Gül) şiirinden de anlaşılacağı üzere diğer birçok Alman şairler gibi Doğu’nun meşhur gül şairleri Sadi, Rûmî ve her şeyden önce Hafız’ın tesiri altında kaldığı söylemek, sanırım yanlış olmaz diyorum. Avrupalı olarak doğdu, Asyalı gibi öldü.