Devletler tarihinde, milletlerinin menfaatı gereği şu ilke her zaman geçerlidir: “Düşmanımın, düşmanı geçici olasa da dostumdur.” Evet Bizans İmparatorları ise bunun tersini yaparak sadece kendi iktidarlarını ellerinden tutmak için en güçlü komşuları olan Türkler de yardım almayı sakıncalı görmemişlerdir. Türk hükümdarları ise sadece ve sadece milletinin menfaati için amaç gütmüşlerdir. Yani Türk Milleti yüzyıllar boyu Bizans ile hep düşman hayatı sürmemiştir.
Enteresan olan bir durum da şudur; Bizans İmparatorları; Türk hükümdarlarının, kayınbabası, dedesi, büyük dedesi, dayısı ve büyük dayısı olmuşlardır. Birçok Türk hükümdarının anneannesi, teyzesi, dayısının oğlu-kızı, teyzesinin oğlu-kızı Bizans asıllıdır. Hatta Avrupanın her ülkesinde akrabalıklar kurulmuştur. Fakat Türk hükümdarları kız vermemiştir. Ama şu gerçeği söylemeden geçemeyeceği birçok Osmanlı Padişahı; kayınbabasını, kaynanasını, baldızını, kaynını tanımamıştır; hatta birçok padişahın düğünleri bile yapılmamıştır. Bu durumun sebebini başka bir yazı da anlatırım. Gelelim Bizans’ın Türkofil sevdasına…
1030’lu yıllarda Anadolu’ya Türk akınları ve yerleşmesinin başlamasıyla Bizans imparatorluk yönetiminin etkisini yitirmiş bu askerî yapıyla, imparatorluk için hayati önemi bulunan Anadolu’yu Türklere karşı savunması mümkün görünmüyordu. Bu çaresiz durum karşısında İstanbul’da çözüm olarak siyaset değişikliğine gitmek gerekti. İmparatorluğu ancak asker kökenli bir aristokrat kurtarabilirdi.
İmparator X. Konstantinos Dukas öldüğünde oğulları çocuk yaştaydılar. İmparatoriçe Eudoksia naip olarak çocukları adına hüküm sürmek istedi. Fakat artık devlette askerî yönü ağır basan kudretli bir yönetimin kurulmasını isteyen askerî aristokrasinin muhalefeti daha etkili biçimde sesini yükseltiyordu. Bu muhalefete Patrik Ksilifinos da katılınca imparatoriçe gerçeği kabul etmek zorunda kaldı ve General Romanos Diogenes’le evlendi. Böylece uzun bir aradan sonra Bizans tahtına yine asker kökenli bir imparator oturdu. Romanos Diogenes samimiyetle durumu düzeltmeye çalıştı. 1071’de Malazgirt’te Bizans’ın uğradığı mağlubiyet Anadolu’yu ebediyen Türklerin yurdu hâline getirirken İstanbul’da Bizans yönetiminde de bir kaos devrini başlattı.
Bizans ordusunun generalleri birbiri ardınca iktidara gelebilmek için darbeler yaptılar. İstanbul’da tahta çıkabilmek için ayaklanan generallerin Türklerden askerî yardım almaları ve İstanbul’daki aristokrasi başta olmak üzere halkın bu duruma tepki göstermemesi yaşanan kaos ortamı veya Bizans’ın içine düştüğü zaafla izah edilebilir.
Malazgirt sonrasında İstanbul’da taç giyen İmparator VII. Mikhael Dukas yönetimine karşı darbe yapmak isteyen General Nikeforos Bruennios, Türklerden bir hayli yardım almıştı. 1077’de onun darbesi başarısızlıkla sonuçlandı ve gözlerine mil çekildi. Ertesi yıl General Nikeferos Botaniates, Türkiye Selçuklu Sultanı Süleyman Şah’tan aldığı yardımla İstanbul’da ihtilali gerçekleştirdi ve Bizans tahtına oturdu. Fakat onun da imparatorluğu uzun sürmedi. İstanbul aristokrasinin geniş desteğini sağlayan Aleksios Komnenos başkente girmeyi başardı ve Botaniates’i devirdi.
Ortodoks Bizanslılar için Katolik Latinler, Müslüman Türklerden daha zalim ve korkunç düşmanlar idi. İstanbul’un Katoliklerin eline geçmesi Bizanslılar için kıyametle eş değerdi.
İmparator II. Andronikos döneminde torun III. Andronikos’un isyanı Bizans’ın ekonomik ve askerî gücünü bitirdi. 1341-1355 arasında Kantakuzenos ile V. Ioannes arasındaki iktidar mücadelesindeyse perde gerisinde Türkler ve Sırplar vardı. Orhan Bey’in taht adayı Kantakuzenos, Türklerin yardımıyla hüküm sürebildi.
Orhan Bey’in ikinci hanımı Asporça Hatun’dur ki, Bizans imparatoru III. Andranikos'un kızı ve İmparator İoannes’in kardeşidir. Asporça Hatun Orhan Gazi’ye, İbrahim adı verilen bir şehzade dünyaya getirdi. Bizans tahtının ortak imparatorlarından III. Andronikos'un ölmesi üzerine ortağı J. Kantekuzenos, tahtını koruyabilmek ve Sırbistan seferine çıkmak için, kızı Teodora'yı Orhan Bey'e vererek ondan önemli bir askeri yardım sağladı. Aynı zamanda bir tarihçi olan Kantakuzenos, kendi eserinde:
Orhan Bey'in kızını istemesi üzerine bunu ileri gelenlerle görüştüğünü, ayrıca Aydınoğlu Umur Bey'e de danıştığını yazar. Ayrıca Orhan'ın gönderdiği otuz gemilik filonun Silivri'ye geldiğini, kızı Teodora'nın burada bir tahta oturtulduğunu, kendisinin de gelenek uyarınca tahtın çevresindeki sırma işlemeli perdenin ipini kesmesiyle şamdanlar tutan saray ağalarının ortasındaki prensesin göründüğünü, üç gün süren düğünden sonra Türklerin prensesi alıp gittiklerini anlatır.
Ertesi yıl, yeni eşi Teodora'yla Üsküdar'a gelen Orhan Bey burada kayınpederi İmparator Kantekuzenos'la buluştu. Teodora’da şehzade Halil doğdu ve tahtın varisi olacak diye iki devlet antlaşma yaptı.
Osmanlı-Bizans barışının, hükümdarlar arası bir akrabalıkla perçinlenmesi, iki taraf için de yararlı sonuçlar verdi. Kantakuzenos, Selanik'in Sırp kuvvetlerince işgalini Osmanlı birliklerinin desteğiyle önlediği gibi, taht ortağı V. İoannes'le aralarındaki mücadelede de başarılı oldu. Diğer yandan Osmanlı kuvvetleri, ilk denizcilik deneyimini Bizans deniz güçleriyle işbirliği yaparak geliştirdi.
V. Ioannes’in döneminde oğlu IV. Andronikos, Sultan I. Murat’ın himayesinde isyan edip kısa bir süre hüküm sürebildi. İmparator V. Ioannes, tahtında kalabilmek için Sultan I. Murat’a haraç ödemeyi kabul etmek zorunda kaldı.
Palaiologoslu hükümdarlar Bizans’ı çevreleyen dış tehditler karşısında başarısız olurlarken içeride yaşanan sorunlara da çözüm getiren politikalar geliştiremediler. Bu durum karşısında tepkili olan Hristiyan halk, Türk yönetimini bir alternatif olarak görmeye başladı.
II.Manuel, V.İoannes babası Şubat 1391’de rehin bulunduğu Bursa’da kaçarak Bizans İmparatoru olduğunu ilan etti. Yıldırım Bayezit çok kızdıysa da onun imparator olması yönünde yardım isteğini geri çevirmedi. Yine aynı yıl Yıldırım Bayezit İsfendiyaroğlu Beyliği üzerine sefere çıkınca, Bizans İmparatoru II.Manyuel yardıma geldi.
Sultan II. Murat döneminde, İstanbul üzerinde Osmanlı baskısı artınca Bizans siyaseti çareyi yine birleşmede ve Latinlere dayanmakta buldu. 1439’da Floransa’da Bizans yönetimi ve Latinler bir kez daha kiliselerin birleşmesi için anlaştılar. Fakat daha önce olduğu gibi bu anlaşma da sadece kâğıt üzerinde kaldı. İstanbul’da Latin taraftarı olarak bilinen sınırlı sayıda kimse bu birleşmeyi kabul edip Ortodoksluktan vazgeçerken, halkın ezici çoğunluğu birleşmeyi reddetti.
Bizans’ın son döneminde birleşmeye karşı olanlar “Türkofil” yani Türk taraftarı olarak adlandırılırlarken, onların sıkıca sarıldıkları siyasi tercih şu ifadelerle dile getirilmekteydi: “İstanbul’da Latin külahı görmektense Türk sarığını görmeyi tercih ederim.”
Sonuçta; Evet bu Türkofil sevdası 1453 yılında bin yıllık imparatorluğun, 21 yaşındaki Osmanlı Padişah II. Mehmet’in eline geçmiş olmasını bir parça da ılsa kolaylaştırmıştır. Böylece Bizans halkının dinini diyanetini yaşamakta, işini ticaretini yapmakta huzurlu bir hayata kavuşmuş olmuşlardır.