Hristiyan inancı hakkındaki cevabı bir türlü alınamayan soruları; gerek Hristiyan gerek Yahudi gerekse İslam dünyası yıllardır merak etmektedir. Bu soruların sadece birkaçını sıralarsak; Hz. İsa’nın babasız doğumu, Meryem’in bakire olarak doğum yapması, çarmıha gerilen gerçekten Hz. İsa mıydı, Hz. İsa gökyüzün de mi, Hz. İsa gökyüzünden inecek mi, Hz. İsa Tanrı’nın oğlu mu, Hz. İsa evli miydi? Hz. İsa’nın çocuğu oldu mu. Hz. İsa rab mı, Hz. İsa mehdi mi İncil insan sözleri mi gibi….
İşte onlardan birisi de Hz. İsa’nın kanının toplandığı Kutsal Kase’dir. Kutsal Kâse ya da Mukaddes Kâse, Hz. İsa’nın son Akşam Yemeği’nde kullandığı iddia edilen, mucizevi güçleri olduğuna inanılan kap. Aramatyalı Yusuf’un, çarmıha gerilen Hz. İsa'nın damlayan kanını bu kaba koyduğuna inanılır.
Yani Çarmıha gerilen Hz. İsa'ya son darbe, gövdesini deşen bir mızrakla vurulmuştu. İşte inanışa göre o deşilen gövdeden akan kanlar yere düşmesin diye Kutsal Kâse’nin içine toplanmış. Kutsal Kâse’den ilk kez, 12.-13. yüzyıllarda yazılmaya başlanmış olan Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri efsanelerinde bahsedilir.
İnanışa göre, peygamberlerin kanlarının toprağa düşmemesi gerekir. Mesela; Hz. Muhammed’de savaş esnasında yaralandığında -dişi kırılmıştır- ağzından toprağa düşmekte olan bir damla kan baş meleklerden biri tarafından tutulmuş ve şöyle denmişti: “Eğer bu bir damla kan toprağa düşseydi, bir daha yer yüzünde çiçek açmayacak, ot yeşermeyecek, kısaca toprak yeniden hiçbir şeye hayat vermeyecekti.” Hatta bu inanış Türk devlet geleneğinde de bin yıldan fazla yasa olarak da devam etmiştir. Hükümdar ailesinin kanı kutsal sayılırdı, kanları akıtılmazdı. Hükümdar ailesinde ölüm cezası alan olsa bile boğazları sıkılarak öldürülürdü.
Bu aslında pagan kökenli bir inanıştır ve kutsallığına inanılan liderin kutsallığını vücudunda akan kanda taşıdığına inanılır. -liderlik statüsünün babadan oğula geçmeye başladığı ilk dönemlerde, yani bu aktivite bir gelenek haline gelmeden önce, "kutsal soy" denilen bu hadisenin arkasında bu "kan (bağı) kutsallığı" yatmaktadır. Dini ve siyasi liderler ideolojileri aşırı derecede önemli olan bireyler (peygamberler en güzel örnektir bu duruma) arkalarında bir mirasçı bırakmazlar. Ya da bıraksalar da bu mirasçılar bir güç odağı -dolayısıyla bir bela mıknatısı- haline geleceklerinden, fazla yaşamazlar. Bu durumun örneğini Hazreti Muhammed’in öldürülen torunları ve korunamayan soyunda görürüz.
Aynı şekilde Hz. İsa örneği ve Kutsal Kâse hikayesi bu örnekte iki yerde birleşir. Birincisi, havarilerden Yusuf çarmıha gerilmiş Hz. İsa’nın açık yaralarından akan kanı gerçekten de bu sebepten bir kâseye toplamıştır. -Hz. İsa’nın son yemekte havarilerine bir kâse içerisinde şarap sunup "bu benim kanım" demesinde, aslında bu öngörü yatmaktadır. İhanet edileceğini ve işkenceyle öldürüleceğini bilen Hz. İsa, pagan geleneklerinden de haberdardır, dolayısıyla havarilerine kâse içindeki şarabı "bu benim kanım" diye sunarken aslında oldukça yerinde bir öngörü ve mesaj iletiyordur. Hz. İsa öleceğinden emin olduğu ve buna rağmen bunu kabullendiğini, sonuçta ne de olsa inancı için öldüğünü, Hristiyanlar için öldüğünü. Yani kısa vadede ise havarileri için ve onların günahları için –öleceğini- öldüğünü biliyordu.
Nitekim, son yemekte havarilerine içlerinden birinin kendisine ihanet edeceğini söylerken, ya da kendisini ne pahasına olursa olsun takip edeceğini ve asla onun gösterdiği yoldan sapmayacağını söyleyen, bunun üzerine yemin eden havarisine "içinde bulunduğumuz gün içerisinde beni 5 kez inkâr edeceksin" diyerek aslında onların günahlarını yüzlerine söyleyecektir. "günahları için ölme’nin” arkasında yatan sebeplerden biri budur.
İkinci, aynı derecede önemli sonuç, Magdalalı Meryem ve Hz. İsa ile olan ilişkisi üzerinedir. Önemli liderler ve soyları üzerine kurulu kanıtta, Hz. İsa ve Meryem arasındaki ilişkinin aslında bir karı-koca ilişkisi olduğunu unutmazsak, bu yönde yeterince doğrulayıcı kanıt İncillerin kendisinde vardır. Diğer havariler ve Meryem arasındaki çatışma, Meryem’in Hz. İsa ile olan ilişkisi temelinden kaynaklıdır. Hz. İsa’nın yaşındaki bir adamın, yaşadığı toplum içerisinde bekar olmasının düşünülmesinin zorluğu, ek olarak havarilerin Hz. İsa, Meryem ilişkisini aktarırken kullanılan cümlelerden, bu ilişkinin doğasını anlayabiliriz sanıyorum. Hz. İsa’nın soyunun korunması ve bu nedenle de gizli tutulması gerekliliği ikinci bir "kâse" sembolüne yol açar. Bu Hz. İsa’nın kanını taşıyan soydur. (Bir rivayete göre Hz. İsa’da doğrudan Musa’nın soyundan, asırlardır korunan "tanrının kralları soyundan gelmektedir)
Baba soyu esaslı kilise sisteminin zaman içerisinde Meryem’i dışlaması, hatta bir "hayat kadını" durumuna düşürmesi, Hz. İsa’nın soyunu reddetmesi -ki kilisenin, ya da papalığın otoritesi için Hz. İsa’nın yaşayan mirasçılarından daha tehlikeli bir şey olamaz. Dünya üzerinde bu soyu bulmak ve korumak için and içen Tapınak Şövalyeleri ile aralarında sürekli bir anlaşmazlık, kan davası olması doğaldır.
Evet Hz. İsa saatlerce Roma askerleri tarafından işkenceye maruz kaldığında, mermer üzerine akan onca kanı bezlerle, elbiseleriyle temizleyenler Hz. Meryem ve Magdalalı Meryem'dir. Hristiyan Tapınak Şövalyeleri bu kanların yani kanlı bezlerin "sevdikleri insana" ait olmasından aynı zamanda o ve kanın kutsallığını kabul ederler. Tabii ki Hz. İsa’yı diğer havarilere göre farklı severler. Ama sevdikleri diğer iki kişi ise biri anne Hz. Meryem, diğeri ise eşi Magdalalı Meryem’dir. Bu kutsiyet anlayışı ülkemiz topraklarındaki İstanbul Çemberlitaş anıtı ile daha da kıymetlenmiştir. Hristiyan mezheplerini tümünün inancına göre Hz. İsa’nın çarmıhta indirilip kanlarının temizlendiği kefen veya bezlerin ve de çarmıhta ellerine çakılan çivilerin, kanın toplandığı “Kutsal Kâse’nin” Çemberlitaş anıtın altında olduğu unutulmazlardandır.
Mesela; 29 Mayıs 1453 Salı günün kadar olan Bizans halkının inancı şöyle idi: “İstanbul’u almaya gelecek komutan ve orduyu etkisiz hale getirmek için Hz. İsa gökyüzünde yardıma geldiğinde Çemberlitaş’ın üzerine inecektir.” Bu inancın hiç de öyle olmadığını anladılar, amma iş işten geçmiş Mehmet İstanbul’u çoktan ele geçirmişti.
Sonuç olarak; Bence “Kutsal Kâse’yi” arayanların aslı anaçları şudur: onlarda biliyorlar ki; “Kutsal Kâse” Hristiyan inancında olanları ve kiliseleri güçlü tutmak için yıllar boyu anlatılacak bir efsane olarak kalmalıdır.