Gazete kamyonlarının Anadolu yollarında yarıştığı günlerden
Geriye kalan bir hâtıra, hızlı bir şoför ve en önemlisi eski bir dost…


Mehmet Döner

Gazete okuyanların azaldığını, olayları artık herkesin cep telefonundan takip ettiğini bilmeyen yok. Yani bir olayı 24 saat sonra duymak yerine 24 saniye sonra öğrenmek kimin hoşuna gitmez ki… Pencereden baktığınızda uzaklarda göğe yükselen bir duman bulutu gördüğünüzde, anlıyorsunuz ki büyük bir yangın var. Hemen girin internete, nerde ne olmuş öğrenin. Gazetelerin, ajansların muhabirleri oracıkta hemen hazırmıymış ki demeyin. Şimdi “vatandaş gazeteciliği” diye bir kavram var. Cep telefonunuzla görüntüyü çekip anında internet üzerinden bütün dünyaya yayıyorsunuz.

Bizim zamanımızda öyle miydi ya?.. Gazeteler, ajanslar veya muhabirleri vasıtasıyla bir haberi bulur, onu sayfasına basar sonra da kamyonlara yükleyip yurdun her yerine dağıtmaya çalışırdı. Yakın yerlere bir günde varan gazetelerin 2-3 gün sonra ulaşabildiği şehirler bile olurdu.

Gazetelerin bu şehirlerarası yolculuğunu sağlayan da kamyonlardı. Gazete kamyonları bir zamanların önemli ulaşım araçlarından biriydi. Şoförleri de o günlerin ulaşım kahramanları. Şimdiki gibi düzgün olmayan gidiş geliş çift yönlü yollarda cambazlık yapıp haberi bir an evvel okuyucuya ulaştırma telaşı… O günlerden bu günlere, o şoförlerden kalan birini tanıtmak istiyorum size bu yazımda… Hasan Mutlu... Gerçi onu kimse bu şekilde adıyla hatırlamaz ama, hem hikâyesini, hem sebebini kendisinden dinleyelim isterseniz…

“1936 Malatya Arapkir Doğumluyum. İstanbul’a 1950 yılında geldim. O zamanlar koltukaltı gazeteciliği diye bir şey vardı. Son Dakika, Gece Postası, Her Gün, Son Telgraf gazeteleri öğleye doğru çıkardı. Çocuklar da bu gazeteleri koltuğunun altına alır, sokaklarda dolaşarak satardı.

Ben de gazete başbayii İbrahim Gezer’den bu gazeteleri alarak satmaya başladım.  Bâbıâli ile tanışmam bu şekilde oldu. Kısa bir dönem at arabasıyla nakliyecilik yaptım. 1955’te şehirlerarası çalışan bir kamyonda muavinlik yaparak şoförlüğü öğrendim.

1957 ‘de askere gittim. Askerlik boyunca da makam şoförlüğü yaptım. Askerlik dönüşü çocuklarımın annesiyle evlendim ve bir kamyonet alarak İstanbul içinde gazete dağıtmaya başladım.”

Evet, bir kamyonet ve gazete dağıtımı… Bu sözler beni aldı taa eski günlere götürdü. Ben o kamyoneti çok iyi hatırlıyorum. O zamanlar Polonya malı, arka kapağının metaline kabartma harflerle WARSZAWA yazılmış kamyonetler modaydı. Hatta ona imrenerek bir Warszawa kamyonet de ben almıştım. Şoförlüğü de bana Hasan öğretmişti.

Neyse biz hikâyeyi dinlemeye devam edelim:

“Kamyoneti alınca tabii daha önce tanıdığım başbayi İbrahim Gezer’e gittim. Onun
ve diğer başbayi Nail Sırma’nın Gazetelerini İstanbul İçinde dağıtmaya başladım.  O arada Malik Yolaç Akşam gazetesini satın alınca İzmir Hattını bana verdiler. O zamanlar henüz dağıtım şirketleri kurulmamıştı. Gazeteler Başbayiler aracılığıyla dağıtılıyordu. Gameda ve Hür Dağıtım filan, sonradan kuruldu.

Birbirine rakip olan bu iki dağıtım şirketinin rekabeti, yollarda gazete kamyonlarının hızıyla ölçülüyordu. Kim daha önce iks şehrine varacak… Bu tatlı rekabet yarışı Gameda ve Hürriyet kamyonlarının çarpışması ile tatsız bir hale dönüştü. Bu olayda maalesef iki şoför arkadaşımız da yanarak can verdi. Ondan sonra şirketler bir takım önlemler aldılar ama yine de şoförlerin yarışlarına mani
olamadılar. Öyle ki 8 silindir burunlu Ford kamyonlarla Cağaloğlu yokuşundan Sirkeci araba vapuruna 100 - 120 km hızla gidilirdi.

Malum o zamanlar köprü falan yok, boğazı geçmenin tek yolu araba vapurlarıyla olurdu. Bugünkü trafikle mukayese etmek elbette mümkün değil ama yine de iki yaka arasında sadece vapurla sağlanan ulaşımın çok da yeterli olamayacağı açık. Bu yüzden az da olsa araba kuyruğu olurdu. Ancak gazete kamyonlarının imtiyazı vardı, onlar kuyruğa girmeden doğrudan vapura binerlerdi.”

Hasan anlattıkça birlikte o günlere gidiyoruz sanki...   Şimdi 3 köprü, bir tünel, bir Marmaray olmasına rağmen yine de günün her saatinde kalabalık olan trafiği düşündükçe o günleri insan daha özlemle hatırlıyor. Kısa bir sessizlik yaşıyoruz. Aklımızdan neler geçiyor neler… Sonra Hasan anlatmaya devam ediyor:

“Zamanla gazeteler İstanbul dışındaki şehirlerde de matbaalar kurmaya ve gazeteleri oralarda basmaya başladılar. Tabii yazıişleri İstanbul’da olduğu için, gazetenin her şeyi burada hazırlanıyor, sayfalar matrislere alınarak, bu sefer baskı için bu matrisler şehirlere ulaştırılmaya çalışılıyordu.

Bunun için kullanılan en kestirme yol tabii ki uçaklardı. Ancak o zamanlar şimdiki gibi her yere bu kadar sık uçak seferi yoktu. Üstelik yoğun sis, kar ve benzeri sebepler yüzünden uçaklar kalkamazsa direk Ankara veya İzmir’e matris yetiştirmek için karayolunu kullanmak zorunlu hale gelirdi. Ben şahsen kaç kere bu şekilde matris yetiştirmek için yollara düştüm.”

Bu yolculuklardan hatırladığın bir anın var mı?

“Olmaz mı… Bir keresinde Zonguldak’a gazete taşırken dereye uçtum.  Buna rağmen başka bir araba ile gazeteleri tam zamanında Zonguldak’a yetiştirdim.”

Kaç yıl yaptın bu işi peki?

“Gazete dağıtımını 2015’te bıraktım. Yıllar önce meslekte 50. Yılımı doldurduğum için Yay-Sat’ta yapılan bir törende plaket vermişlerdi. Hesabını sen yap artık.”


Şoförlüğü de bıraktın mı?

“Onu bırakamıyorum. Şu an 82 yaşındayım ama, araba kullanmayı seviyorum. Gene bir kamyonetim var. Zaman zaman nakliye işleri yapıyorum.”

Maşallah, Allah sağlık versin, hiç de o kadar görünmüyorsun.. Ben sormaya çekinmiştim yaşını ama, sen kendiliğinden söyledin. Allah sağlıklı uzun ömür versin. Şu Varşova Hasan lakabının sebebini de bir anlat istersen…

“Aslında onu anlattım sayılır. Anlayan anlamıştır. Polonya’nın nerde olduğunu bile bilmiyordum ama, askerlik dönüşü sıfır kilometre Warszawa pikapı çekince (o zamanlar kamyonete pikap denirdi) adım Varşova Hasan’a çıktı. Beni Hasan Mutlu diye sorsan kimse tanımaz. Ama Varşova Hasan dedin mi herkes bilir.”

Bu Düzce meselesi nerden çıktı?

“İstanbul’u terkedip buraya yerleştim. Düzce daha sakin, küçük, ama güzel bir şehir. Ailemle birlikte burada huzurlu, mutlu bir hayatımız var.”

Sözün burasında yenge hanım da Düzce’de olmaktan memnuniyetini dile getiriyor ve “buraya yerleştikten sonra onun yüzünü daha çok görebiliyorum. Bu da beni çok mutlu ediyor” diyor.

Hasan Mutlu aynı zamanda benim hemşehrim. Uzun zamandır kendisini görememiştim. Emsallerinden pek kimsenin hayatta kalmadığını da biliyorum. Düzce’ye doğru yol alırken nasıl bir Hasan Mutlu ile karşılaşacağımı merak ediyordum. Fakat karşımda 82 yaşında bir delikanlı buldum. Hasretle sarıldık birbirimize… Hâlâ eski günlerdeki gibi zinde ve çevik bir hali vardı. Eminim ki direksiyona oturduğunda benim diyen kaptanlar onunla yarışamaz.

Onu böyle gördüğüme çok sevindim. Saatlerce oturup eski günlerden konuştuk. Kendisine tekrar Allah’tan uzun ömürler diliyorum.