Öyle ise O’ndan yani İslâm’dan özür dilemeliyiz.

İslâmı yanlış anlamaktan kurtulmalıyız.

Kusurlarımızı telâfi etmeli, gidermeliyiz.

İslâmı bizlerden razı etmeye bakmalıyız.

El birliğiyle sadâkat ve bağlılık elimizi ona uzatmalıyız.

Onu hakkıyla anlayıp doğru olarak; günlük hayatımızda tatbik edip uygulamalıyız.

O’nun “Hablü’l-Metîn”ine / “Sağlam İp”ine sımsıkı sarılmalıyız.

Çünkü İslâm baştan ayağa -her husus ve her konuda- güzel ahlâktan ibarettir.

Nitekim Hz. Peygamber:

“Ben güzel ahlâkı tamamlamak için geldim.” demiştir.

Ayeti Kerîmede Hz. Muhammed şöyle vasfedilip nitelenmektedir:

“İnneke leala hulukin azim.”

“Muhakkak ki sen büyük bir ahlâk üzeresin.”

“Sen, pek yüce bir ahlâk üzerindesin.” (Kalem: 4)

Yani “Sen, üstün bir hayat tarzına sahipsin.” demektir. Üstün bir karakterin var.

Doğuştan gelen bir mizaca maliksin. Yaratılıştan verilen bir tabiat ve huyla bezenmişsin.

Üstün bir “davranış alışkanlıkları” göstermektesin.

Açıklamada geçen hayat tarzından, ahlâktan kasıt ise dindir.

Yani din hayat tarzı anlamını da taşımakta, ahlâkın da eş anlamlısı olabilmektedir.

Nitekim Hz. Peygamber’in eşi Hz. Ayşe’nin, Hz. Muhammed’in ahlâkının

Yani hayat tarzının Kur’an olduğunu vurguladığı hepimizce bilinen bir gerçektir.

(Muhammed Esed, Kur’an Mesajı 3. Baskı İstanbul - 1997 s. 1174 – 1175)

Hakikaten Kur’an’ın yüzde doksanbeşi hattâ yüzde doksandokuzu ahlâktır.

Kur’ana yönelişlerde insanların dikkatini ahlâka çekmek gerekir.

Bu tesbit çok anlamlı ve çok düşündürücüdür.

Kur’ana nasıl eğilmemiz gerektiği hakkında yol gösterici bir mahiyet arzetmektedir.

Korku ve endîşeye hiç mahal yok. Şu hakikati ilândan asla çekinmeyelim:

Geçmiş asırların bozuk, yanlış ve bâtıl düşüncelerine karşı bizleri heyecan,

Cesaret ve yiğitçe mücadeleye sevkedecek olan kesin inancımız var.

Hakkında hiç şüpheye yer verilmemesi gereken kesin itikadımız var.

Yüzlerce seneden beri giderek kuvvet bulmuş olan İslâmiyetin yanlış anlaşılmasına yol açan

Hayal ve vehimlerin giderilmesi ve doğru İslâmiyetin savunulmasında;

Bizleri gayrete getirecek olan -unutulmasın ki- yine kesin inanç ve itikadımızdır.

Çünkü kesin olarak bilelim ki:

Hak gelişip boy atacaktır.

Her ne kadar toprakta uzun zaman gizlenmiş olsa da sonunda yüzünü gösterecektir.

Hakka taraftar olup Hakka tutunanlar, Hakkı kabullenenler;

Eninde sonunda muzaffer olacaklar, zafer kazanacaklardır.

Her ne kadar zaman ve zeminin merhametsizliğinden sayıca az veya zayıf olsalar da,

Gün ışığına çıkacakları muhakkak ve o gün inşallah gelecek ve gün doğacaktır.

Hem de bu doğuş çok yakındır.

Yine iyi bilelim ve kesin olarak inanalım ki: İstikbâl ve gelecekte ancak İslâm hüküm sürecektir.

Evet istikbâl ve geleceğin her kıt’asında mutlak hâkim olacak olan yalnız İslâmiyet hakikatidir.

Evet geleceğin saadet sarayının tahtında oturacak olan yalnız İslâmiyet denen sultan olacaktır.

Yani İslâmiyetin gözetip kolladığı ilim, irfan ve teknik;

İnsanları yegâne yönetecek unsurlar olarak karşımıza çıkacaktır.

İstikbali yani geleceği fethedecek; hükmü altına alacak olan yalnız odur.

Zaten bu hususta emare, iz ve işaretler görünüyor.