Bin dokuz yüz elli yedi yılında kaybettiğimiz Ziya Osman Saba, edebiyatımızın gelişmesi için neleri gerekli görüyorsunuz sorusuna: “Teşvik. En başta sizin teşvikleriniz aziz okurlar. Ey bilmediğim, görmediğim kariler!” diye cevap vermiş. Yani birçok yazarın da katılacağı gibi özellikle okuyucular tarafından teşvik edilmeyi önemli olarak işaret etmiştir.

Birçok ilim dalıyla uğraşmış, şiirler de yazmış ve çalıştığı alanlarda eserler vermiş olan Türk âlimi İbni Sina "İlim ve sanat takdir edilmediği yerden göç eder" demiştir. Gerçekten de her dönem insanlığın ilim ve sanata ihtiyacı eksilmemesine rağmen, ilim ve sanatın da takdir gördüğü yerlerde ve zamanlarda daha bir serpildiği ve yayıldığı görülmüştür. Elbette gelişme ve kalkınmalar da bu doğrultuda olmuştur.

İslâm ortaçağı sanat ve ilmin en yüksek mevkilerce himaye ve takdir gördüğü, desteklendiği, teşvik edildiği en uzun asırlardır. Dinî, sosyal ve fen ilimlerinin yanısıra edebiyat ve sanat; sultanlar, vezirler, emirler tarafından devlet eli ile destek görmüştür. Dolayısıyla ilim ve sanat adamları da gerçekten saygıya lâyık insanlar olarak asıl yerlerine oturtulmuşlardır. Daha sonraki asırlarda sanat ve ilme karşı olan takdir eksikliği bu alanda da gerilemeyi davet etmekten kurtulamamıştır.

Belki sanatın ve ilmin doğrudan takdir edilmeye ihtiyacı yoktur. Fakat sanatkâr ve âlimin alanında daha başarılı eserler vermesi, çalışmalarını bir takım engelleyici unsurlardan uzaklaştırabilmesi, bazen teşvik ve takdir edilmekle gerçekleşebilmektedir.

Yaklaşık son atmış-yetmiş yıldır bir "beyin göçü" meselesinden bahsedilmektedir. Bazen bu göç dalgasında yavaşlamalar, kesintiye uğramalar olsa da hala sürdüğü söylenebilir. Yurdumuzda yetişen ve yetiştirilen ilim adamları belli bir noktaya geldikten sonra yurt dışına kapağı atmanın yollarını aramaktadırlar ve çoğu da bu girişimlerinde başarılı olmaktadırlar. Böyle bir göçün sebepleri içerisinde bazı yan nedenler gösterilebileceği gibi, takdir ihtiyacı gibi önemli bir unsuru da göz ardı etmememiz gerekir sanıyorum.

Sanat ve ilmin takdir edilmesi de, içinde bulunulan çağın şartlarına göre olmalıdır elbette. Bu şartların sağlıklı kullanılması, her zaman ve her çağa cevap verebilecek bir kaynaktan fikir üreterek takdir hisleri esirgenmemelidir. "Marifet iltifata tabiidir" diye bir söz vardır. Ama sanat ve ilim planında yapılan iltifatlar hak edilene ve hak edene hakça yapılmadığı sürece bu ancak takdir değil, tekdir olmaktan öteye gidemeyecektir.

Nitekim zamanımızda sanat ve ilim sıfatlı birçok kuruluşun hemen her yıl verdiği "ödül" sahiplerinin çoğu maalesef kalıcı bir eser verememe veya yeni bir ilmî eser ortaya koyamama durumuna düşmekle; ya bunların hakça değerlendirilmediği, ya da tekdir edildiği düşüncesi yoğunluk kazanmaktadır. Hatta ödül alanlardan çoğu kendi alanlarında bir daha herhangi bir varlık gösterememekle de bu tür düşüncelere haklılık kazandırmaktadır. İstisnaları tenzih edeceğimiz gibi onları bu ödüllere layık olarak seçmiş olanları da elbette tebrik ederiz.

 Daha sağlıklı değerlendirmeler için, sanat ve ilim kuruluşları, bu alanla ilgili resmî kuruluşlar kendi bünyelerinde takdir üniteleri kurulabilir. Alanlarına hâkim uzmanlar, sanatçılar tarafından kabul görebilecek değerlendirme ölçütleri geliştirebilirler. Bu üniteler ilim ve sanat tarafında çalıştığında, ilim ve sanat adına, âlim ve sanatkâr adına büyük gelişmelere katkılar sağlayacağı, bu yönde gelişmeler ve zenginlikler olacağı muhakkaktır.

Kısaca bu konuya “bizimkiler”, “sizinkiler” gibi değerlendirmelerin üzerinde, politize anlayışların tamamen dışında yaklaşıldığında takdirin de, ödülün de toplum adına yararlarını görmek mümkün olabilecektir.

Ödülün daha zengin anlamları içinde barındıracak bir fonksiyonu olacaktır o zaman.
Bu ülkeye ve aynı zamanda insanlık kültürüne samimi olarak bir zenginlik sağlanması isteniyorsa öncelikli olarak zihinleri işgal eden her türlü ötekileştirmeleri bir daha düşünmemiz gerekmiyor mu?