Stephan Lauzan ve Ermeniler
İhsan Kurt
Şüphesiz son yüzyılı içerisine alan Ermeni olayları ile ilgili birçok yabancı bilim adamı, gazeteci, tarihçi ve yazarın belgelere dayanan eserleri mevcuttur. Bunları taraflı, tarafsız hiç kimse inkâr edemez. Bu eserlerden bir kısmı tamamen bu probleme ayrılmışken bazıları da eserlerinin değişik sayfalarında konuya doğrudan önemli açıklamalar getirmişlerdir. İşte Stephan Lauzan’ın eseri de bunlardan biridir.
Savaş muhabiri bir Fransız. Osmanlı’nın yıkılışının büyük çatırtıları geldiği 1912 yıllarında İstanbul’a gelmiş. Orijinal adı “Hastanın Başucunda Kırk Gün Kırk Gece” olan ve Türkçeye Seyfettin Ünlü tarafından “Osmanlı’nın Bozgun Yılları” olarak çevrilmiş olan eseri yakın tarihimiz açısından önem arz etmektedir. Bu yazımda eserin asıl muhtevasını oluşturan Osmanlı topraklarının kayboluşundan, İstanbul’daki azınlıkların ülkelerine ihanetlerinden bahsetmeyeceğim. Özellikle son yıllarda gündemimizi ve dolaylı olarak dünya gündemini meşgul eden “sözde Ermeni soykırımı” meselesine S.Lauzan’ın bazı açıklamalar getiren, mesajlar veren tespitlerine ve anlatımlarına yer vermek istiyorum.
Önce yazarın bu eserini okuyanların dikkatlerini çektiğini sandığım bir alıntıyı 102.sayfa ve devamından aktarmak istiyorum:
“1895 yılında Ermeni çatışması sırasında Sivas’ta Fransız Konsolosunun eşi Madam Karlö’nün yazdığı bir sayfa belleklerdedir. Bir gün çatışma çıkar ve Konsolos eline bir silah alır. Bir silah da eşi alır. Her ikisi de evlerinin üst katına çıkarlar. Fransız bayrağını yarıya kadar çekerler. Ne kadar Hıristiyan, ne kadar Ermeni varsa konsolosluğa sığınır. Üç ay gerçek bir kuşatmaya dayanırlar. Konsolos sabah akşam bulunduğu binanın damına çıkar nöbet tutar. Üç ay kadar yapılan kuşatmaya dayanırlar. Bir gece bakarlar ki Sivas’ın evleri yanmaktadır. Yangın ve yağmacılık bir aradadır. O zaman Madam Karlö giyinip dışarı çıkar ve mahsur kalanları eve getirir. Yangını kontrol altına almak için araçlar temin eder. İşte bu sayfa örnek olarak verilebilir… Madam bu davranışından dolayı Leigon de Honore nişanı alır. Bir nişan hiçbir zaman bundan daha büyük bir kahramanlığın ödülü olamaz. Fakat bu sayfada gizlenen, saklı tutulan bir taraf var. Onu yazayım. Bu yazacaklarım durumu değiştirecek değil ama olayların asıl içyüzünü açıklar. Fransız Konsolos evin çatısına çıkıp mevzilendiği zaman bir anda kulağının yanından bir kurşunun vızıldayıp geçtiğini hisseder. Bir de dönüp arkasına baktığında görür ki biri silahını kendisine yöneltmiş durmaktadır. Ateş edeni fark eder. Bu bir ermenidir. Hâlbuki bay konsolos bu Ermeniyi daha dün ölümden kurtarmıştır. Üç gündür de elçilikte yedirip içirmektedir. Hemen adamın üstüne yürür.
-Alçak herif ben sana iyilik ettim yapacağın bu mudur? Hayatımı tehlikeye attım seni ve arkadaşlarını savundum. Bana bunu mu yapacaktın?
Ermeni kendini Konsolosun önüne atar:
-Bayım Affedin. Evet, ben sizi öldürmek istedim. Çünkü düşündüm ki, Fransız konsolosunun katledildiği haber alınınca Fransa buraya asker gönderir ve böylece burada Osmanlı hâkimiyeti ortadan kalkar.”
Kitabında bu olayı aktaran Stephan Lauzan olayın sonunu aynen şu cümlelerle tamamlar: “İşte katliama uğradık diyenlerin içyüzü, işte gerçek tablo…”
S.Lauzan, 1912 yılında Ermenilerin Avrupalıların daha çok dikkatlerini çekmek için birçok terör hareketlerine başvurduklarını da örneklerle işaret etmektedir. Mesela Ermeni çetecilerinin demiryolu güzergâhlarına, yabancıların posta merkezlerine bombalar attıklarından bahsetmektedir. Ayrıca bu konuda hazırlanmış olan raporlardan da yer ve tarih işaret ederek örnekler de vermektedir. Hatta okuduğu raporlardan hayrete düşen S.Lauzan “Bunları okuyunca kendi kendime sakın geçmişteki olaylar hakkında pek kötü bir şekilde aldatılmış olmayayım” diye bir soru sormaktan da kurtulamaz.
Zamanımızda asıl mesele de yazarın kendine sormuş olduğu bu soruda yatmaktadır. Bir savaş muhabiri olan Stephan Lauzan’ın bu sorusunu kendilerine sorma konumunda olan o kadar çok aydın (!), sözde soykırım tasarıları kabul eden o kadar çok ülke var ki… “Sakın bunlar geçmişteki olaylar hakkında pek kötü bir şekilde aldatılmış olmasınlar?” İlgili konuda S.Lauzan gibi kendinden olan şahitlere bile kulak tıkayanlara artık ne denebilir ki? www.ihsankurt.net