Bir cemiyetin insanlarının morali bozuk, işleri sıkıntılı, güvenini kaybetmiş, korku ve endişe içinde yaşıyorlarsa, üstüne üstlük sindirilmişlik ürpertisi içinde iseler oradan kalite çıkarmak mümkün değildir.
Bugün görünen manzara ne yazık ki böyle.
Daha çok apartman site, yol, kanal, köprü yapmanın derdine düşmüşüz. Şüphesiz bunların hepsi ihtiyaç. Ancak bu ihtiyaçların sonu gelmeyecektir. Dahası bunların hepsi geçici zevk ve tatmin aracı olarak kalacaktır.
Ülke meseleleri tartışılırken görüyoruz ki meseleler sathi konularla geçiştiriliyor. Bir takım meselelerde ehil olanda olmayanda, bilgisi olanda olmayanda konuşuyor ve tatminkâr bir netice çıkarmak neredeyse mümkün olmuyor.
Galiba birazda aceleci davranıldığından, araştırılıp soruşturulmadığından olsa gerektir.
Ermeni meselesinde, eğitim konularında, hukuk sistemindeki problemlerde, iktisadi hayatımızda, gıda maddelerinin fayda ve zararları konusunda.
Eğitim sonrası geçim gailesi sebebiylemidir nedir. Bir an önce köşeyi dönmek gayreti içine giren insanımızın belki birazda bencil davranmak mecburiyeti içinde oluşun da tesiriyle kitapla, bilgi ile, gelişme ile irtibatını koparıveriyor.
Geçenlerde Mehmet Niyazi Özdemir yemen konulu bir konferansında Rusların yemenle alakalı yüzlerce kitap yazdığını anlatmıştı. Bizde ise sadece Niyazi beyin yeni kaleme aldığı ve belki de bizim görmediğimiz duymadığımız olabilir iki üç tane daha. Çünkü yazmak, okumak maddi kazanç sağlamıyor.
Hani her sıkıştığımızda Akif’ten, Yahya Kemal’den, Mevlana’dan, Yunus’tan beyitler okuruz da yenilerinin var olabileceği ortamı hazırlamak aklımızın köşesinden geçmez.
Oysaki bu saydığımız ve sayamadığımız yüzlerce isim sayesinde varlığımızı devam ettiriyoruz.
Şu halde yatırımı bu manada ihmal etmeden ve geç kalmadan yapmaya gayret etmek lazım. Zaman eşyayı bir şekilde temin eder. Bütünü doğru görmek ve onu temin edecek parçaları aksatmadan yerli yerine koymak en güzel çaredir.
Avrupa medeniyetini görüyoruz, fırsatını bulduğunda merhametsizce davranışlar sergilemektedir.
Sizi zayıf gördüğü an tepenize binme hevesi içinde beklemekte, fırsatını eline geçirdiği zaman pervasızca kullanabilmektedir.
Bu bakımdan kendimizi yeniden keşfetmeye ihtiyacımız vardır. Tarihe mal olmuş değerlerimizi öğrenmek tanımak genç nesillere tanıtmak ihtiyacındayız.
Zengin bir kültür mirası üzerinde oturup, kadrini bilmemek, gereğini yapmamak hoş olmasa gerektir.
Fırsatlar geçicidir, eğer eldeki fırsatı ve zamanı doğru kullanamazsak kaybeden sadece biz olmayız. Geleceğimizi de ipotek altına almış oluruz ki bu taşınılabilir bir yük değildir.
Bunlar arasında sanatın hem ihmal edildiğini, olup bitenlerin ise bize ait değerlerden gittikçe uzaklaştığını görmemek mümkün değil.
Şiirimiz kılık değiştirmiş, tiyatromuz yok denecek durumda, musıkîmiz hırpalanmış, sinemamız öyle. Televizyonlardaki diziler bir başka alem. Gazetelerimizde kültür sanat sayfalara varsa en sonlara atılmış yok demesinler kabilinden. Elbette bu sanata verdiğimiz değeri gösterir. Hal böyle olunca hiç şüphesiz, İngiliz tiyatrosu, Amerikan romanı, Fransız şiiri benim memleketimi istila eder ve ben de seyirci olmaktan başka bir şey yapamam.
Galiba resim heykel gibi işlerle uğraşanlarda var memleketimde. Mimari onu sormayın.
Lessin ve Schiller arasında geçen bir muhavere vardır pek hoşuma gider, biraz içimi acıtsa da tekrardan hoşlanırım.
Lessin Schiller’e; Eğer bizim bir tiyatromuz olsaydı biz bir millet olurdur. der.
Schiller de; Cevaben eğer biz bir millet olsaydık bizim bir tiyatromuz olurdu.
Ne diyelim, bize sadece onların dediğini tekrarlamak kalıyor.
Kim bilir belki bir zaman gelir de insana yatırım yaparak kendi kültürümüzün hamurundan yoğurarak kendi eserlerimizi ortaya koyduğumuz zaman bizim duygularımızı düşüncelerimizi tekrar edenler aktaranlar çıkar.