KUR’ÂN-I KERİM’İN MAHFUZİYYETİ: (EBEDİYYETE KADAR ALLAH’IN MUHAFAZASI ALTINDA BULUNMASI):

Kur’ân-ı Kerim’in her vecihle muhafaza altında bulunması kat’î bir hakikattir. Kur’ân’ın âyet’lerinden, sûre’lerinden hiçbiri zâyi olmamıştır, hiçbir âyet mahallinin gayrine vaz’edilmemiştir. Peygamber’imizin zaman-ı Saâdet’lerinden beridir tamamen mahfuz ve mektûb bulunmuştur. Zâten, “(Resûlüm!) onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma.” (Resûl-i  Ekrem, gelen vahyi unutmamak için, henüz kendisine okutulup bitirilmeden onu acele ile tekrarlamaya çalışıyordu. İşte bu âyette buna işaret olunuyor.) “Şüphesiz onu toplamak, (Senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aid’dir.” O halde biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu ta’kip et.” “Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aid’dir.” (Kıyâmet Suresi 75/16, 17, 18 ve 19)

“Kur’ân’ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.” (Bu âyet açıkça göstermektedir ki, Kur’ân-ı Kerim Allah’ın koruması altındadır ve asla kaybolmaksızın en ufak bir tahrif’e uğramaksızın kıyâmete kadar aslını muhafaza edecektir.)...

Bu âyet-i Kerime’ler Kur’ân-ı Azîm’in Allah’ın muhafazası altında olduğunu bize bildirmektedir. Artık bunun bir harfinin olsun ziyâına imkân mutasavver değildir. Semavî kitaplar arasında asırlardan beri ayniyyetini muhafaza etmek şeref ve meziyyeti yalnız Kur’ân-ı Azîm’e mahsustur. Ondört buçuk asırdan beri bir harfi bile tağyire uğramamış olduğu gibi ile’lebet de uğramayacaktır. Her asırda yüzbinlerce pek muhterem hafızların hâfıza’larını tenvir eden ve milyonlarca matbu’ ve gayr-i matbu’ nüsha’ları mevcud bulunup ehl-i İman’ın ellerini tezyin eyleyen Kur’ân-ı Kerim’in velev bir harfinin olsun, tebdil ve tağyirine ihtimal yoktur. Ba’zı mushaflarda mücerred bir tahrir veya tabı’ neticesi olarak bir yanlışlık vuku’a gelse bilahare tashîh edileceği şüphesizdir. Hatta böyle bir yanlışlığın vücuduna başlangıçta meydan verilmemesi için İslâm âleminin başlıca merkezlerinde birer dinî müesse’se mevcud’dur. Bilhasa bizim Memleketimizde, (Mushaflar ve Dinî Eserler Tedkik Hey’eti) nâmıyla ilmî resmî bir müesse’se mevcud bulunmaktadır ki, başlıca vazifesi bu gibi yanlışlıkların zuhûruna meydan vermemektedir.

Mülğa, Şer’iyye ve Evkâf Vekâleti bünyesinde bulunan ve her birinin on birer azası bulunan Hey’eti İftâiyye, (Fetva Kurulu) Tedkîkât ve Te’lifât-ı İslâmiyye Hey’eti, ma’alesef, devam ettirilmemiş, Diyanet İşleri Reisliği’ne devredilmemiş, bu sahada büyük bir boşluk doğmuştur. Eğer, günümüzde de, (Tedkikat ve Te’lifât-ı İslâmiyye Hey’eti) benzeri bir hey’et bulunsaydı, İslâm’a ve ehl-i Sünnet Akidesine aykırı kitapların te’lif ve neşrine izin vermezdi. Evkâf Şûrâsı’nca icra edilen hizmetleri deruhte etmek üzere sekiz kişiden müteşekkil bir Hey’et-i Müşavere kurulmuş, Şeyhulislâmlık bünyesinde 1889’da kurulmuş, Tedkîkât-ı Mesâhif (Mushafları İnceleme Kurulu da Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesine devredilmiştir. Ne var ki, Derkenâr, Meâlli Kur’ân’lar tedkike tabi olmadığı için bu hey’et de müessiriyyetini tamamen kaybetmiştir.

Hepimizin necât (kurtuluş) ve saâdet’ine sebeb olan, bütün beşeriyyet için Hak Te’âlâ’nın en büyük ve en son kitabı bulunan Kur’ân-ı Azîmü’ş-Şân’ın tilâvetine devam etmek, tecvid kurallarına ve resm-i hattı’na riayet ederek kendisine en cüz’î bir yazı ve basım yanlışlığı belirlenmesine meydan vermemek hepimizin uhdesine düşen çok mühim bir vecibe’dir. Böylesine ulvî bir vecibe’nin yerine getirilmesi bizim için elbette İlâhî âtıfe’lerin (Allah’ın lütuf ve ihsanı) tecellisine bir vesiyle olacaktır.

KUR’ÂN-I  MÜBîN’İN RESM-İ HATTI:

Kur’ân-ı Kerim’in kendisine mahsûs bir resm-i hattı, bir yazı şekli vardır. Bu Resm-i hatta (Hatt-ı Osmânî) ve (Hatt-ı Istılahî) denir. Pekçok âlimlerin beyânı’na göre bu resm-i hat, tevfîkî’dir; Resûl-i Ekrem’im ta’limlerine, işâret’lerine müstenid’dir. Ba’zı kelime’lerin yazı kaide’lerine muhalif bir tarz’da yazılmış olması bir hikmete mebnî’dir. Bunların böyle yazılışı birer nükteyi, birer lâtif maksadı hâiz’dir. -Kur’ân-ı Kerim’de ba’zı kelimeler yazılım kaidelerine muhalif gibi, burada klavyem müsaid olmadığı için göstermekten mahrum bulunuyorum.- bunlar asla bir zühûl eseri değil, belki de dediğimiz gibi birer hikmete birer nükteye mebnî’dir. Vahy-i İlâhî’ye mazhar olan bir Peygamber’i ZÎ-Şân’ın nezâret ve işâreti dairesinde yazılan bu cihetle resm-i hattı da tevfîkî sayılan Kur’ân-ı Azîm’in ba’zı iklimlerinde bir vukufsuzluk neticesi olarak yazı kurallarına muğayeret (aykırılık) vuku’u tasavvur olunamaz. Binlerce emsalini ve daha müşküllerini hat kurallarına mutabık (uygun) bir sûrette yazan bir vahiy kâtibinin öyle bir kaç kelime’nin basit, kullanılması çok olan imlâsı’ndan bîhaber olması mülahaza edilemez. Bir zuhûl vuk’u farz’edilse buna herhalde Sahâbe-i Kirâm muttali’ olacak, bu zühûl onların tarafından herhalde tashîh edilecekti. Kur’ân-ı Kerim’in imlâ i’tibariyle de umûmî hey’etinde görülen Mükemmeliyyet, öyle bir-kaç kelime’nin imlâ kâide’lerine cüz’î bir sûrette muhalif bulunmasının elbette bir hikmete müstenid olduğunu kalplere ilham eder. Nitekim bu husustaki hikmetleri tavzih için İslâm âlim’leri tarafından kitaplar yazılmış, pek mükemmel tevcihler dermeyan edilmiştir.

Hattâ, (İlmü Resmi’l-Kur’ân) ünvâniyle bu bab’da bir ilim dalı tedvin edilmiştir. Bu ilim de İlm-i Kırâet gibi İslâm’a mahsûs, Kur’ânî ilimlerden sayılmıştır. Bu ilim vasıtasıyla mushaf’lara mahsûs, hatt-ı Istılâhî ile kıyâsî olan resm-i hat arasında hangi kelimelerde muhalefet bulunduğu ve bu muhalefetin hikmeti gösterilmiştir. Bu ilmin mevzu’u; ziyâde, (artırma) hazf, (eksiltme) ibdal (bedel gösterme-karşılık) fasl, (ayırma) vasl (bitiştirme-birleştirme) gibi hâller i’tibariyle, Mesâhif-i  Osmâniyye’nin (Osmanlı Mushaflarının) harfleridir. Bu ilmin gâyesi, faydası pek yüksek olduğundan ta’lim ve te’allümü, (öğrenilmesi ve öğretilmesi) kifâye tarîkıyla farz kılınmıştır. Yânî, Farz-ı Kifâye’dir... Binâenaleyh, (El-İmam) denilen Osmanlı Mushaf’larının resm-i hattına ittib’, (tam olarak uyma ve uygulama) dâimâ icâb etmekte olduğundan yazılacak, basılacak mushaf’ların bu esaslara mutabık olması elzemdir, şarttır...

İmâm-ı Malik Hazret’leri, Kur’ân’daki resmen zâid, gayr-i melhûz, vav’lar ile Elifler’in tağyir edilip edilemeyeceğinden suâl edenlere, “Hayır, bunlar tağyir edilemez” diye cevap vermiştir.

İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel Hazret’leri de: “Mushaf-ı Osmanî’nin hattına, Vav, Ya’, Elif ve sâire  gibi husûsiyyetlerine muhâlefet harâm’dır,” buyurmuştur.

Âlûsî Merhum, (Rûhu’l Meâni) de diyor ki, “Zâhir olan şudur ki, Sahâbe-i Kirâm resm-i hat hususunda mütefennin idiler; yazılması, yazılmaması ile iktiza eden şey’lere, vasl’edilmesi (birliştirilmesi) fasl’edilmesi (ayrılması i’câb eden hususlara vâkıf bulunuyorlardı. Fakat ba’zı yerlerde kâidelere li’hikmetin muhalefet etmişlerdir.”

Şeyh Muhammed Mahluf da (Unvânü’l-Beyân Fİ Ulûmü’l-Tibyân) ünvanlı eserinde diyor ki: “Ümmet üzerine vacib olan, ketebe-i ûlâyı=ilk yazılışı-Kıyâs-ı hattiye muhalif cihetleri olmakla beraber- anz edip (alıp) resimlerine ittiba’ etmektir. Çünkü Hatt-ı Osmânî makîs ve makîsün-aleyh olamaz, ona nazar ve içtihad yol bulamaz, onda tevkîf’ten bir şey vardır. Eğer bu, zâhirî vahiy ile değilse şüphe ki bâtinî vahiy iledir.

Bugün elimizde bulunan mushaf nüsha’larının ba’zılarında bu Hatt-ı Osmânî’den inhiraf edildiğini gösterir ba’zı kelimeler var mıdır? Var ise sebebi nedir? suâli hakkında denilebilir ki; yazılan Mushaf’larda Hatt-ı Osmânî’ye riayet edilmesi bir vecibe olduğundan öteden beri buna riayet edilmiş ve el-yevm Mısır’da, Hindistan’da ve sâir İslâm ülkelerinde yazılıp basılan mushaflarda bu vecibeye riayete çalışılmakta bulunulmuştur. Bu resm-i hatta muhalefet, makbûl bir esâsa gayr-i müstenid olan yazılar ise kâtipleri hakkında ma’nevî mes’ûliyyeti câlib olup Müslümanlar tarafından tasvîb edilmemektedir. Bu esâsen inhiraf gibi görülen ba’zı tebeddülat ise, ma’na’nın ve kırâetin tebeddülünü müstelzim olmayıp Kur’ân-ı Kerim’in sâir âyetlerindeki resm-i hatta ve lisan kaidelerine muvafık olduğundan mücerred kelimelerin okunmasını kolaylaştırmak gibi bir maksad’la kabûl edilmiş ve asırlardan beri devam edegelmiştir...