İnsan, hayatı ne zaman sorgulamaya başlar?

Bunun zamanı, kişiden kişiye değişmekle birlikte, sorguya iten genellikle o ana kadar ailelerimizin, toplumumuzun ve bunları temel alarak üzerine inşa ettiğimiz yaşam felsefelerimizin sarsılması veyahut ölümle yakın temasımızdır. Dolayısıyla çocukluğunda, bir karanlık odada, güvenin ölümünü yaşayan bir çocuğun sorgulaması ile ergenlik dönemine kadar normlarda büyümüş ve aileden bireysel ayrılmayı yaşayan gencin sorgulaması ve de emeklilik hayatına kadar hep toplumun gösterdiği hedefler peşinde başarıdan başarıya (!) koşan, her şeyi bitirip arkasına yaslandığında o varoluşsal boşlukla baş başa kalan bir yetişkinin sorgulama zamanları ve şekilleri farklı olacaktır.

Hayatın olağan akışı içerisinde derinlemesine bir sorgulama hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir. Lakin günümüzde kadim bilgeliklerin günlük hayata nüfus ettirilmesi, gündelik hayatları bir süreliğine de olsa durdurma ve sorgulama şansını bizlere vermeye başladı. Uygulanan ritüeller, pratikler; beynimizin farklı dalgalarını kullanabilmemizi sağlıyor, her iki lobun da aktif olarak kullanılabilmesi de.  

Hayat sorgulanmalı mı?

Aslında bu soru, abes bir soru. Hayat zaten “sorgulanmalı mı” diye düşünülüp “evet, sorgulanmalı” cevabını verip sorgulamakla anlaşılabilecek bir şey mi? Bu bütün o dönüşümü, aydınlanma mitini akla indirgemez mi? O halde zihinsel sorularla, gerçek bir sorgulamayı tetiklemek mümkün değildir. 

Lakin bu soruyu, “içeriden bir sorgulama başladığında üzerine gidilmeli mi yoksa çoğumuzun yaptığı gibi kilim altına mı süpürülmeli, konfor alanı mı korunmalı” diye sorabiliriz belki de. Bu, tamamen kişisel bir tercihtir. İçten sorgulama başladığında bunu takip etmemek, enerjimizi de sağlığımızı da olumsuz etkileyecektir. Evren bir şekilde bizi bu sorgulamalarla yüzleştirmek isteyecektir. Buna rağmen kaçılması da mümkündür. Bu da aslında çevremizde kötü, negatif ya da gergin diye addettiğimiz birçok şeyin açıklamasıdır.

Sorgulayıp da ne yapacağız?

Sorgulamak sadece bir başlangıç. Yolculuğun çıkış noktası. Sorgulayıp yanıt bulup bu yanıtla son nefesimize kadar yaşama fikri de oldukça “mantıklı” hale getirdiğimiz her şey gibi sahte ve yüzeysel.

Hayat sürekli değişiyor, dönüyor. Belli alanlarda farkındalıklara ulaştığımızda bile onları, “ulaştım” deyip vitrine kaldıramıyoruz, kaldırdığımızda çünkü maddeleşip işlevini yitiriyorlar. Bu sürekli bir yolculuk, bu yolculuğa baş koymak gerek, “aşık olmak” bu yüzden belki de ifade olarak çok yakışıyor. Ben, değişen hayatın ve değişen benin ve bu dönen evrenin, şu an neresindeyim? Temiz ve açık mıyım? Gerçek ve net miyim? Bu değişen kendimi, evrenin içinde daha yüksek bir enerjiye bağlı olarak nasıl daha gerçek yaşayabilirim? Çevremde, bende neler oluyor, yaptığım, düşündüğüm, beslediğim neler evreni etkiliyor ve yeniden beni etkiliyor? Bu sorular önemli oluyor.

Hayat amacı var mı? Ona ulaşacak mıyız?

Bu soru da yine hayat amacının tek seferlik ve değişmez bir şey olduğu inancından ileri geliyor. Bu devinime göre bir amacımız vardır, ulaşılabilir. Döngü değiştiğinde amaç değişir, bir önceki yolculuğumuz bu yeni yolculuğumuza ışık olur. 

Mühim olan kanımca o ruhumuzu titreten titreşimi yakalamak, o titreşimde kalmak, kaybettiğinde yeniden bulmak, yılmamak, farkındalığı sağlamak ve bu titreşimi hayata geçirecek cesareti ortaya koymak, kararlı ama esnek olup sürece teslim olabilmektir.