Evrenin hissedebildiğimiz, tecrübe edebildiğimiz kadarından kendimize amaçlar ediniriz. Bir amacı gerçekleştirdiğimizde ise aslında hayatın sadece ondan ibaret olmadığını, o amaca ulaşmakla bitmediğini keşfederiz.

***

Daha küçücük bir bebekken amacımız ailemizin ilgisini üstümüzde tutmaktır, ilk okul dönemi gelir dersler ve arkadaşlar ile ilgili amaçlar ediniriz. 

Lise yılları yaklaştığında, üniversiteyi kazanmak, üniversite kazanıldığında başarıyla bitirmek, üniversite bittiğinde bir işe girip geçimini sağlamak… 

Hayatı paylaşabileceğimiz bir partnerle tanışmak, değer verdiğimiz diğer insanlar ve onun değer verdikleriyle bir ahenk yakalamak, ebeveyn olmak… 

İyi bir şirkette çalışmak, yöneticilik yapmak, daha büyük bir ekip yönetmek, daha büyük sorumluluklara sahip olmak…

Gelirimizin X olması, Y olması, Z olması, arabalar, evler, geziler, eğitimler…

Kendi işinin başına geçmek, şirketin değerinin 1 olması, 2 olması, 3 olması, korunabilir bir büyüklük sağlamak…

Sosyal sorumluluklar almak, daha çok insana ulaşmak, bir şeyler üretmek, başka hayatlara dokunmak…

***

ULAŞANA KADAR HERŞEY YÜKSEK BİR AMAÇ GİBİ GÖRÜNÜR.

O halde yaşam amacını aramak ne kadar önemlidir, bulmak ne kadar mümkündür? Amaç edindiğimiz şeyin hayat amacımız mı yoksa dış koşullanma mesela kapitalist sistemin tüketim çılgınlığının bir parçası mı olduğunu nasıl anlarız?

***

Belirlediğimiz amacın şahsi değerlerimize ne kadar dokunduğu, o amacın ne kadar ruhumuza dokunan bir yaşam amacı olduğunu belirleyebilir. Çünkü dış kaynaklı ya da beklentileri karşılamaya yönelik amaçlar, kendini gerçekleştirmeye dayanan mutluluk ve tatmin duygusunu sağlamazlar. “Her şeyim var ama içimde bir boşluk var, bir şeyler eksik” dediğiniz ya da diyenleri duyduğunuz olmuştur. Belki bu yüzden İngilizce’de kendini gerçekleştirmeye dayanan mutluluk, hoşluk, tatmin hissi fulfillment iki kelimeye bölündüğünde “tamamen doldurmak” anlamına gelir.

Ruhumuzu tamamen ne doldurur, doyurur, besler?

***

Yaşam amacı, bir başka açıdan bakıldığında aldığınız nefesi değerli kıldıran şeydir. “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu.”

İçimizde, derinlerde sürekli ziyaret ettiğimiz iki yer var. Birisi hayatın büyük bir amaca bağlı olduğunu ve bunu keşfetmek gerektiğini, diğer yer ise dünyada çok fazla acı olduğunu, bunların içinden çıkılmayacak kadar büyük olduğunu ve çözümüne hiçbir katkımız olamayacağını söyler. Hayatın hiçbir amacının olmadığına karar vermek, hayatın yaşamaya, çocuk dünyaya getirmeye, büyük beklentilere girmeye değmez olduğu sonucuna çıkabilir. Bu iki ekstremi ziyaret etmesek bile bu ikisi arasındaki yelpazede salınıp duranlarımız çoktur.

***

Ben yaşam amacının, insanın kendini gerçekleştirmesi olduğuna inanıyorum. Anne karnına düştüğü andan itibaren edinmeye başladığı dışsal kodlama ve koşullanmalardan, kendine hizmet etmeyen ne varsa sıyrılması, özünü yeniden bulması, sevmesi, kabullenmesi, kendini limitlerden özgür kılması ve gidebildiği en son noktaya kadar hayata katması gerektiğine inanıyorum. Otantik potansiyeli hayata geçirmek / yaşamak / gerçekleştirmek diye özetliyorum bunu. 

Bu amacın perspektifinden baktığımızda, yaşam amacı gibi görünen şeylere kendimizi teslim etmek, ancak bunu yaparken hayatın dengesini elden bırakmamak, günün sonunda amacımıza ulaştığımızda bir yenisine yelken açsak da bizlere kendimizi tanımak ve limitlerimizi aşmak anlamında öğretiler, tecrübeler olarak dönüyor. Varılacak noktadan çok, bu yolculuğa adanmış bir ömrün hem kişinin hem de bütünün hayrına olacağı inancındayım. Böylesi bir amaçla, ölüm de korkulacak bir bilinmeyen olmaktan çıkıp büyük resmin döngüsel bir parçası haline geliyor. Dışarıdan beklentiler azalarak insan kendi kaynaklarını keşfedip güçleniyor.

***

Peki ya siz? Yaşamınızı hangi değerler üzerinde yükseltiyor, nefesinizi hangi amaç için tüketiyorsunuz? Bunun size ve bütüne etkisi ne?