Yönetmen ve oyuncu Ömer YILDIRIM ile Türkiye’de sanat adına yaşanan sorunlar, sanatta liyakat, yerli ve milli sanat eserlerinin üretilmesi ve gelecekte robot oyuncaların sektöre etkilerini konuştuk.

Sizi biraz araştırdığımda çok yönlü biri olduğunuzu görüyorum. Konservatuar tiyatro bölümü lisans ve yüksek lisans mezunusunuz. Oyunculuğun yanı sıra yönetmenlik ve eğitmenlik de yapıyorsunuz. Ayrıca medya sahasında da çok imzanız var TV Program projeleri yazıyorsunuz. Reklam Filmi ve Çizgi Film yönetmenliği de yaptınız. Bununla da bitmiyor birçok özel ya da kamu kurumunda ve üniversitelerde İletişim kazaları üzerine konuşmalar yapıp eğitimler de veriyorsunuz. Sadece konuşmuyor aynı zamanda yazıyorsunuz. 

Avrupa’da yaşıyor olsanız kaderiniz çok farklı olabilir. Türkiye’de sanat adına yaşanılan en önemli sorun sizde hangisi?

Tek başına bir madde söyleyemem ama son zamanlarda çok sık kullanılan popüler olan bir kelime var: Liyakat. Bir işi ya da bir görevi o işin ehli yerine yakın tanıdığına verilmesi sonucu oluşan arızalar liyakat sözcüğünün önemini yeniden gündeme getirdi. Özellikle kültür ve sanat alanında cahil cesaretleri görüyorum. Tiyatrodan anlamayan insanların tiyatro kurumlarına sanat yönetmeni olmaları, sahasında eğitimi ve deneyimi olmayanların idareci ve eğitmen olmaları gibi durumlara da artık şaşırmıyorum. Benim dilim çok iyi laf yapıyor herkesi de ikna edebilirim, beni mahkemeye hâkimin karşısına avukat olarak çıkarırlar mı? Ciddiye bile almazlar bu teklifimi. Peki, mideyle ilgili çok fazla bilgim var bir mide mütehassısın yanında ameliyata asistan olarak alırlar mı? Bunu da ciddiye almazlar. Peki, biz neden bu eğitimleri aldık? Yıllarca ustalarımızın yanında neden tecrübe edindik. O ehil olmayan kişinin tatmin olma duygusunu geliştirmek ya da onu o göreve getiren idarecinin yanlışına alkış tutmak için mi bunca emek verdik? Denetim yok, ilgi duyan çok, takip eden beğenen fazla, para kazanılması kolay başka da izahı gelmiyor aklıma. 

Sizin açınızdan bakıldığında çok üzücü bir durum. Tam da bu noktada bir soru sormak istiyorum. İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu bu liyakat konusunu çok sık gündeme getiriyor. Siz de İBB’de çalışıyorsunuz, neler yapıyorsunuz? Sizin liyakatiniz de ortada, Ekrem Beyin ekibinden sizinle hiç temas kuran oldu mu?

Haberleri ve bilgileri olsa muhakkak kurulur diye düşünüyorum. İstanbul Büyükşehir Belediyesinin yeni yönetimi deneyimli ve profesyonel bir ekip, gelecekten umutluyum. İnşallah bu şehre hizmet noktasında desteğimiz ve katkımız da olur. Fakat bu zamana kadar yeteri kadar istifade edilemediğim gibi görmezden de gelindim diyebilirim. Ya da ciddiye alınmadım, üzücü tabi. 

Neden peki?

Sadece ben değil bu toplumda ne cevherler var liyakat sahibi, işine tutkuyla bağlı ne çalışkan insanlar var. Fakat altını en iyi sarraf anlar gümüşçüye o altını verseniz tartamaz bile. Kıssadan hisse. Ben aldığım eğitimler ve deneyimlerle nasıl daha verimli olabilirim diye projeler üretiyorum. Kendimi daha fazla geliştirmeye ancak bu şekilde olanak sağlarım. Çok sevdiğim bir konuşmacı ve yazar Les Brown şöyle der: “Dünyadaki en zengin yer, altın madenleri değildir. Elmas madenleri de değildir. Dünyadaki en zengin yer mezarlıktır. Çünkü mezarlıkta, asla görmediğimiz icatlar yatar. Asla gerçekleşmemiş fikirler ve hayaller vardır.” Umarım bir gün not aldığımız projeler ve fikirler gerçekleşir. 

O zaman biraz tiyatro konuşalım. Yerli ve Milli sanat eseri üretme konusunda neden yeterli değiliz?

Aslında üretiliyor fakat karşılığı yok. Biz yerli olma ifadesine o kadar çok takıldık ki milli olmaya sıra gelmedi. Yerli olacağız diye çocuklar ve gençlerle bağ kurulamaz oldu. Hala atalarımızın sanat dili, kurgusu ve estetiğiyle hatta kıyafetleriyle oyunlar koymaya çalışıyoruz. Bunu da sanatımız diyerek yansıtıyoruz kendimize ve dünyaya. Çocukların ve gençlerin algısı ve beğenileri artık çok farklı. Tüm dünyanın yerellerini bilmeden evrenseli görmeden yeni izleyiciyi yakalama imkânımız yok. Sonuç olarak tiyatro denilince yereldir diye şive ve kostüm biçiminde sıkışıp yeni eserler üretmeden çağın dilini yakalamadan oyunları olduğu gibi sahneler, çocuk oyunlarını da mağaza açılışı animasyonları gibi özensiz sahneleyerek sezon açar seyirci bekleriz. Fakat o beklediğimiz seyirci senin oyununa bedava bile sahnelesen rağbet göstermezken örneğin yurt dışında National Theatre’in War Horse savaş atı oyununa misli para verip izler ve büyük keyif alır. Merak edenler bu çocuk oyununun tanıtım videolarını internetten izlesinler beni daha iyi anlayacaklar. Sonra masal ve hikâye anlatıcılığı bu coğrafyanın bir ürünü yani doğu kültürü. Fakat şu an Avrupalı aktörler aktrisler Türkçe öğrenip bizlere masallar anlatıyorlar. Bunun en etkili örneği Judith Malika Liberman Türkçe öğrendi ve bir konuşmasında “masalı benden daha iyi biliyorsunuz bu topraklarda büyüdü âşıklar dengbejler meddahlar.” Sizleri size anlatıyorum diyerek modern bir sahne şovu ve sade yalın bir dille masallar anlatmaktadır. Bunun dışında lafını unutan bir aktörün sahnede kendini kaybederek saçmalaması tuluat değildir. Tuluat tiyatrosu bir olay örgüsü bilinmekle birlikte bir metne dayanmayan ve doğaçlama olarak oynanan bir sahne sanatıdır. Tuluatta bir incelik ustalık vardır. Oyuncu hem sahneye hem de seyirciye hâkimdir. Yerli olmak zorunda değiliz fakat yazacağımız kurgulayacağız ve sahneleyeceğimiz yeni oyunlara imza atarak milli olmak durumundayız. Böylece bir söz söyleyebiliriz ki tiyatro da bir söz söyleme sanatıdır. 

Yerli olmadan milli olabiliriz o zaman.

Sporda yabancı oyuncuların da katkısıyla kazanılan ödül törenlerinde milli marşımız okunmuyor mu? Bayrağımız dalgalanmıyor mu? Sadece insan değil alet ve düşünce de devşirmeliyiz. Sonunda atacağımız imza önemli. Zira yerli oyun orta oyunu oynuyoruz diyenlerin çoğu İsmail Dümbüllü gibi meydanlarda çeşme önünde değil salonlarda İtalyan sahnede oynuyorlar. Öz önemli biçim değil. Bugün alıştığımız bazı şeyleri otuz sene öncesinde hayal bile edemezdik.

Bundan sonra neler bekliyor bizi

Bu yerli olma takıntısı bir süre sonra çok komik gelecek bize. Geçenlerde Kaspersky'nin hazırladığı Earth 2050 web sitesinde çok ilginç bir öngörü okudum 2050 yılına ait. Şöyle deniliyor: Moskova'da ilk İnsan İlişkileri Müzesi açıldı. Bu etkileşimli müzede, 2010 ve 2020'lerde Rusya'da yaşamanın nasıl olduğunu yeniden yaşamak için geçmişe doğru yürüyebilirsiniz. Profesyonel robot oyuncuları size kaba davranacak ve yüzünüzün önündeki kapıyı çarpacaklar. Daha sonra, öfkeli bir temizlikçi etrafınızdakileri temizlemeye çalışırken, diğer ziyaretçilerden şikâyetçi olacaksınız. Bizler bu noktaya doğru gidiyoruz. Yapay Zekâ şu dönemde sinemanın ardından tiyatro sahnelerinde de denenmeye çalışılıyor. Yani android oyuncuları sahnede izleyeceğiz.

Böyle bir şey gerçekten mümkün olacak mı? Oyuncular sahnede duyguları ile oynuyorlar o nasıl olacak? Bir robotu izleyip nasıl etkilenir ki seyirci?

Yapay zekâ nasıl çalışır. Veriler girilir sonuçlar alınır. Tanımlanan her şeyin eksiksiz karşılığını verir. Şu an şöyle çalışmalar yapılıyor. Temel duyguları harekete geçiren tüm veriler etki tepki ve sözler yapay zekâya giriliyor ve sonuçlar oldukça da başarılı. Yani yapay zekâ hangi durumlarda şaşıracağını ve üzüleceğini biliyor bunun yanın sıra yapay zekânın bir özelliği de bunları yaparken öğrenmeye de açık olması. Ayrıca diğer bir husus yapay zekâ öğrenmeyle insana yaklaşırken insanların da talimatlarla yaşaması sonucu androidleşmesi ve duygu körlüğü yaşaması. Bizler bırakın sahneyi sosyal hayatımızda da duygularımızı tepkilerimizi doğru yansıtamıyoruz. Olur, olmadık yerde anlamsız farklı tepkiler vermeye başladık.

Liyakatle başlayıp sonunda insanları yok ettik

Aslında insan hiçbir zaman yok olmayacak. Bilakis yapay zekâ arttıkça daha da değerli olacak insani özellikler. Liyakat o zaman daha da anlam kazanacak. Düşünün yeni nesil bir tiyatro binasına girdiniz yapay zekâ robotların oynadığı tiyatrolar var. Tıpkı sinema gibi aynı oyunu farklı yerlerde de izliyorsunuz. Fakat önünüze iki seçenek çıkacak. Android tiyatro ve organik tiyatro. İşte organik tiyatroda da gerçek insanları izleyeceksiniz o daha değerli olacak.

RÖPORTAJ: AV. MEHMET ŞAH ÇELİK