Milletçe büyük bir üzücü olay yaşamadan Ramazan’ın sonuna geldik, şükürler olsun. Bayramı hak ettik mi, etmedik mi, bu herkesin kendi içinde cevaplaması gereken bir soru. 

Siyasetçiler hani ikide bir çıkıp “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyorlar ya, tabii Ramazanlar da bayramlar da artık eskisi gibi olmayacak. Şartlar, imkânlar öylesine değişti ki… Çocuklara, gençlere, insanlara heyecan veren, onları mutlu eden sosyal hayatın tarzı, düzeni, anlayışı, kavramı “konsepti” değişti bir kere.

Bizim bu değişime ayak uyduramadığımız meydanda. O kadar taklitçiliğimize, o kadar Batı hayranlığımıza rağmen, şark kafasından kurtulamadığımız için, hâlâ “Gelişmekte olan ülkeler” havuzunda debelenip duruyoruz.

Günlük hayatımıza yansıtamadığımız “medeni düşünce”, doğal olarak “dini hayatımıza” olumlu bir katkı sunamıyor ve her geçen gün “kutsal duygularımız” maalesef erozyona uğruyor.

Dinin kalplerde samimiyetle yer aldığı zamanlarda, Ramazan’ın gelişi insanlara ve topluma gerçekten bir sevinç verir, gidişi de aynı şekilde hüzünlü bir hava oluştururdu. Ramazan, âdetâ bizimle birlikte yaşayan canlı bir varlık gibi, “Hoş geldin yâ şehri Ramazan” diye karşılanır, “Elvedâ yâ şehri Ramazan diye” uğurlanırdı.

Nostalji yaptığını düşünen bazı kuruluşların, sanki bizi duyuyormuş gibi hâlâ “Hoş geldin yâ şehri Ramazan” diye pankartlar astığını görüyorum. Bugüne kadar Ramazan’a öyle pek ilgi göstermeyen bir siyasi partinin de bu yıl böyle bir pankart astığını görünce, doğrusu şaşırdım. Bu düşüncemi paylaştığım bazı arkadaşlar, “fena mı işte, toplumun nabzını onlar da anlamış sonuçta, bu iyi bir gelişme değil mi?” dediler.

Yazanın da okuyanın da anlamını bilmediği kelimelerle tarif edilmesi, Ramazan’ı sevindirmekten çok üzüyordur herhalde diye düşünüyorum. Bilinçsizce yapılan işlemler, samimiyetten uzak olduğu için bana çok fazla yapay görünse de, yıllarca Ramazan’ı yok sayıp bayramı da “Şeker Bayramı” diye adlandıranların, artık “Ramazan”ı da, “Bayramını” da kabullenmelerini bir gelişme olarak mı değerlendirsek acaba?

*     *     * 

İstanbullular bayramı siyasi dedikodularla geçirecekler. Çünkü 23 Haziran’da son yılların en iddialı ve olaylı “siyasi derbisi” oynanacak. Ülke yönetiminin “Cumhurbaşkanlığı Sistemi”ne geçmesinden sonra yapılan ilk yerel seçimlerde, “iki partili bir siyaset” anlayışının ağırlığı iyice hissedilmeye başladı.

Her ne kadar şimdilik küçük partiler büyüklere yamanarak bu durumu idare etmeye çalışıyorlarsa da, eğer bir kazaya uğramadan bu düzen değişmez devam ederse, artık dernek görünümündeki “siyasi fırkaların” bir etkisi kalmadığı ayan beyan ortaya çıkacak.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin sadece İstanbul ve İstanbullular için değil, bütün ülke, hatta bütün dünya için önemli bir yarış haline geldiğini görüyorsunuz. Siz şimdiye kadar, New York’un, Londra’nın, Paris’in, Berlin’in, Tel-Aviv’in, Atina’nın belediye başkanı kim seçilecek diye hiç merak ettiniz mi?

Ama bu ülkelerin halkları değil belki ama, siyasetçileri, Basını, istihbarat teşkilatları 23 Haziran’ı bizden daha çok merak ediyorlar ve ilgiyle izliyorlar. Sadece izleseler iyi, burunlarını da sokmaya çalışıyorlar. Bunda bir gariplik olduğunu düşünmüyor musunuz?

Komşumuz Yunanistan’da yayınlanan bazı gazetelerin ve internet sitelerinin 31 Mart sonrasında yazdıkları yazılar, kafaları ne kadar karıştırdı, biliyorsunuz. Kimsenin bize “iyilik yapmak” gibi bir niyeti olmadığına göre, olanı biteni iyi tahlil etmemiz lazım.

İstanbul’da seçimin iptal edilip yenilenmesinin sebebini kimileri hukuka, kimileri hukuksuzluğa bağlıyor. Siyasi partilerin bakış açısına göre her iki görüş de söylenebilir, zaten söyleniyor da… Peki İstanbul ve İstanbullu açısından durum nedir?

Biz gerçekten beldemizi daha iyi yönetecek bir başkan mı arıyoruz, yoksa, Türkiye üzerinde oynanan oyunlara bilerek ya da bilmeyerek âlet mi oluyoruz?

Burun farkıyla CHP adayının kazandığı açıklanan 31 Mart seçimlerinde, iktidar kanadının sloganı “Gönül Belediyeciliği” idi. Vatandaş bu slogandan ne kadar etkilendi bilemem. Bana sorarsanız reklamcılık stratejisi açısından çok etkisiz ve hatta ters tepki yaratabilecek bir slogandı.

Belediye, sonuçta bedava iş yapan bir hayır kurumu değil. Herkes maaşını alıyor, artı olarak belediyeciliğin nimetlerinden de yeterince faydalanıyor. Gönül bu işin neresinde ben pek anlayamadım.

Muhalefetin “İmamoğlu varsa çözüm var” sloganı da çok havada bir söylemdi. Beylikdüzü’nde yaşayanları bilmem, ama İstanbul’un herhangi bir ilçesinde yaşayan vatandaşlara, “İmamoğlu diye bir belediye başkanı varmış, beldesindeki her sorunu tıkır tıkır çözmüş” diye bir bilgi ulaştı mı? Hayır…

Zaten seçimi etkileyen partilerin ve başkan adaylarının söylemleri değildi. İstanbul’da bir belediye başkanı seçiminden çok, “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” ve dolayısıyla “Cumhurbaşkanı Erdoğan” için bir tür  “Güven Oylaması” yapılmaya çalışıldı. O yüzden seçimin yenilenmesi bu kadar ilgi çekti ve 23 Haziran seçimleri, hem ülkemiz, hem dünya için önemli hale geldi.

Bakıyorum iki taraf da sloganlarını değiştirmiş. Binali bey tarafı, “Ne dediysek yaptık, yine biz yaparız” diyor. Evet, bir belediye başkanlığı seçimi için, kullanılabilir bir slogan ama, bu söylemle İstanbul’da bu seçim kazanılmaz. Çünkü kimse İstanbul’da yapılan ya da yapılmayan işlerin derdinde değil ki... Yoksa son yıllarda İstanbul’a yapılan yatırımlar, gerçekten inkâr edilebilecek gibi değil.

Gerçi genç nesil, “bunlar zaten belediyenin görevi, elbette yapacaklar” deyip yapılanları küçümsüyor ve yok sayıyor ama, geçmişin durumunu bilenler için metrolar, metrobüsler, köprüler, Marmaraylar, tüp geçitler büyük nimet. İktidar kanadı belki de seçimin gerçekten sadece bir “Belediye Başkanı” seçimi olduğuna dikkat çekmek istiyor olabilir. İşe yarayacak mı, 23 Haziran akşamı göreceğiz.

Seçimin iptaliyle muhalefet cephesinde “Her şey çok güzel olacak” sözü kendiliğinden bir slogan haline dönüşmüşken, “İmamoğlu varsa umut var” diye yeni bir çarpıcı söz icat edilmiş. Evet toplumumuzda “Allah’tan umut kesilmez” diye tekrarlanan bir deyim var ama, bu daha çok, ölümcül hastaların yakınlarını teselli etmek için kullanılır diye biliyorum. Bir umutsuzluk mu söz konusu acaba?

*     *     * 

Kısacası İstanbullular Ramazan bayramını kutlarken, yenilenecek seçim İktidarı da muhalefeti de hayli kasacak. Onlar bayramı ancak 23 Haziran akşamı kutlayabilecekler. İfade yanlış oldu biliyorum, çünkü iki taraf da birden değil, sadece bir taraf bayram yapacak.

Gel de Nasreddin Hoca’nın fıkrasını hatırlama…

Nasreddin Hocanın iki damadı varmış. Biri çiftçilikle uğraşır, toprağı eker biçermiş, diğeri de topraktan tuğla, kiremit dökermiş. Bayram ziyaretine geldiklerinde hoca damatlarına sormuş:

  • Eee, nasılsınız bakalım, işleriniz nasıl?
  • İyi Allah’a şükür demiş, ikisi birden koro halinde. Sonra çiftçilik yapan damat:
  • Şu günlerde iyi bir yağmur yağarsa inşallah, her şey daha güzel olacak demiş. Tuğla-kiremit döken öteki damat da:
  • Önümüzdeki günlerde güneşli havalar devam eder de yağmur da yağmazsa, her şey daha güzel olacak, demiş.

Nasreddin hoca sakalını sıvazlamış ve düşünceli bir tavırla kendi kendine mırıldanmış:

  • İçinizden biri hapı yutacak ama, bakalım hanginiz, deyivermiş.

Evet, iki taraftan biri bayram edecek de, bakalım hangisi?

Keşke iki tarafın da bayram edebileceği bir olgunluğa erişebilmiş olsak.

Bütün okuyucularıma, tüm Basın camiasına hayırlı bayramlar diliyorum.