7 Ocak günü Paris’te El Kaide örgütüne mensup iki teröristin, bir mizah dergisini basarak gerçekleştirdiği katliam tam bir vahşetti. Hiçbir gerekçesi, hiçbir mazereti kabul edilemeyecek bu katliama gösterilen evrensel tepkinin en somutu da, 11 Ocak günü Paris’te milyonların protesto yürüyüşü ve bu yürüyüşe Başbakan Davutoğlu dahil 53 ülkenin liderlerinin katılmasıydı.
Teröristlerin Cezayir asıllı ve Müslüman olmaları İslam alemini adeta sıkıntıya soktu. Saldırıyı kınayan Başbakan Davutoğlu “Bir kez daha altını çizerek vurgulamak istiyorum ki bu terör saldırıları bir barış dini olan İslam ile ilişkilendirilemez.” demek zorunda kaldı. Aynı mealde siyasi partiler dahil medya ve kamuoyu da saldırıyı şiddetle kınadı.
Bunlar bir tarafa, dünyanın pek çok yerinde yaşanan çok daha vahim ve vahşi katliamlar karşısında medeni dünyanın kılı kıpırdamış mıydı?
İsrail’in en az bu saldırıyı anımsatacak kadar Filistin’de gerçekleştirdiği vahşet ve katliam karşısında, Arap ülkeleri dahil İslam aleminin hiç sesini çıkardığı duyuldu mu?
11 Eylül’den sonra da ne yazık ki teröre karşı dünya bir ortak noktaya gelememişti. Oysa teröre karşı; kim tarafından, nerede yapılırsa yapılsın ve kurbanların kimliklerine bakılmaksızın dünyanın güçlü bir tepkiyi nasıl organize edebileceğinin bir yolu artık bulunmalıydı.
Şimdiye kadar ülke bazında uygulanan stratejilerle soruna çare bulunamadığı ortadadır. Konunun ivedilikle AB çerçevesinde ele alınmasının gerekli olduğu değerlendirilmektedir. Bu kapsamda önceliğin ortak, hiç değilse bölge bölge ortak stratejilerin tesbiti ve stratejiler için gerekli kaynakların ortaya konmasıdır. Bir yandan oluşturulacak teşkillerin eğitiminden yönetimine, koordinasyonundan yardımlaşmaya, finanstan sürdürülebilirliğe kadar hazırlıkları yapılırken toplumların da eşitlik, demokrasi, kardeşlik duygularının geliştirilmesinin ve bu esasları düzenleyen yasal ortamların oluşturulma çalışmalarının ivedilikle hayata geçirilmesinin gerekliliği apaçık ortadadır.