Avrupa ve Amerika kabuğuna çekilecek. Eski hâl muhal / imkânsız bir durum arzedecek. İç kaos ve karışıklığa sürüklenecek. Hem Avrupa hem Amerika’da potansiyel güç olarak bulunan, hakka hakikata susamış yığınlar; sadeflerinden dışarı çıkacak. Avrupa ve Amerika’da beyaz sayfalar açarak, İslâm Âlemi’nin işini kolaylaştıracaklar.

     İslâm barışçı havasını dünyaya teneffüs ettirmekte, tarihî rollerini alacaklar inşallah. Çünkü:

     “Âhirzamanda Hz. İsa gelecek, Şeriat-i Muhammediye (yani İslâm) ile amel edecek (fiil ve eylemde bulunacak) mealindeki (anlamındaki) hadisin sırrı.” şöyle açıklanıyor:

     “Âhirzamanda felsefe-i tabiiyenin (tabiat felsefesinin) verdiği cereyan-ı küfriye (küfür ve inkâr akımlarına) ve inkâr-ı Uluhiyete (Allahı inkâra) karşı İsevîlik (Hristiyanlık) dini tasaffî ederek saflaşarak ve hurafattan tecerrüt edip (hurafelerden arınıp sıyrılarak) İslâmiyete inkılâp edeceği (İslâmiyete dönüşeceği) bir sırada; nasılki İsevîlik şahs-ı mânevisi (mânevî şahsiyeti) vahy-i semavî (semavî vahiy) kılıncıyla o müthiş dinsizliğin şahs-ı manevîsini öldürür; öyle de: Hz. İsa, İsevîlik şahs-ı mânevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı mânevîsini temsil eden Deccali öldürür. Yani inkâr-ı Ulûhiyet (Allahı inkâr) fikrini öldürecek.”

     Neden derseniz değerli okur!

     İnsanlar; Birinci Cihan Harbi’nin çok şiddetli zulüm ve baskısını gördü. İnsanlar; merhametsiz bu büyük ve dehşetli savaşın, korkunç yıkımına şahit oldu. Bir düşman yüzünden yüzer mâsumu perişan ettiğine tanık oldu.

     Birinci Dünya Savaşı’nda yenilenlerin dehşetli ümitsizlikleriyle karşılaştı. Bütün bunlara rağmen  Birinci Dünya Savaşı sonunda gâlipleri dehşetli bir telaş aldı. Hakimiyetlerini muhafaza edemediler.  Yaptıkları büyük yıkımları tâmir edemediler.

     Büyük bir vicdan azabı duydular. Dünya hayatının bütün bütün fâni ve geçici olduğunu gördüler. Medeniyet fantaziyelerinin yani yalandan gösteriş ve boş debdebelerin aldatıcı ve uyutucu olduğu herkese göründü.

     İnsan fıtrat ve yaratılışındaki yüksek istidat ve kabiliyetlerin insanî mahiyet ve içyüzü; dehşetli şekilde yaralandı.

     Ebede düşkün, ebediyeti, sonsuz kalıcılığı isteyen, bekayı isteyen hisler, yaratılışında bulunan insan aşkı heyecan içinde uyandı. 

     Gaflet ve sapkın yolun en sert, sağır olan tabiatı; Kur’an’ın elmas kılıncı altında parçalandı.

     Gaflet ve sapıklığın en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi olan siyasetin; yer yüzünde pek çirkin, pek  gaddarca olan hakîkî sûreti ve çehresi göründü.

     Böylece Rusya’da, Avrupa’da ve Amerika’da belirtileri göründüğünden dolayı, insanlığın mecazî / sözde sevgilisi olan dünya hayatı; bir yönüyle nasıl çirkin ve geçici olduğu anlaşıldı. İşte bütün bunlardan ötürü insan; yaratılıştan gelen asıl sevdiği ve aradığı; baki, kalıcı hayatı bütün kuvvetiyle arayacak.

     Elbette hiç şüphe yok ki, beyanı mûcize olan Kur’an’ın bin dört yüz senede, her asırda milyonlarca talebesi olması. Her hükmüne, her davasına milyonlar hakikat ehli; tasdik ile imza basması. Her dakikada milyonlar hâfızların kalbinde kudsiyet ile yer alması.

     Lisanlarıyla insana ders vermesi, hiçbir kitapta benzeri bulunmayan bir tarzda insan için ebedî hayatı ve ebedî saadeti müjdelemesi. Tüm insanların yaralarını iyileştirmesi.

     İşte böyle kutsal bir kitap olan Kur’an’ın; sonsuz hayatı şiddetli, kuvvetli, tekrarlı binler âyetleriyle açıkça ve işaretle on binler defa dâva edip, haber vermesi. Sarsılmaz kesin delillerle, şüphe götürmez sayısız kanıtlarla ebedî hayatı kesinlikle müjdelemesi. Ebedî saadeti ders vermesi gibi, sayısız sebeplerden ötürü; elbette insanlar bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî - mânevî bir kıyamet başlarında kopmazsa.

     İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’an’ın kabulüne çalışan meşhur hatipleri Kuran’ı arayacaklar. Yine Hak Dini arayan Amerika’nın çok önemli dinî cemiyeti gibi, yeryüzünün kıt’aları ve hükümetleri; beyanı mucize olan Kur’an’ı arayacaklar.

     Hakikatlarını anladıktan sonra, bütün rûh-u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü hakikat noktasında kesinlikle, Kur’an’ın benzeri yoktur ve olamaz. Hiçbir şey, bu büyük mucizenin yerini tutamaz.

     İşte bu açıklamalar ışığında -bir önceki yazımızda temas ettiğimiz- Abdülkadir Geylanî Hazretleri’nin; bugünleri Allah’ın göstermesiyle gören ve bugünleri Allah’ın bildirmesiyle bilen satırlarını düşünelim.

     A. Geylanî’nin bu vesileyle kaleme aldığı kasîdesine dikkatle eğilelim. Zamanımızdan sekiz yüz küsur sene önceden bugünleri aydınlatan, gönülleri ferahlatan, akılları harekete geçiren tesbît, müjde ve desteklerini içerdiği, mısralarının arasına serpiştirdiği hakikatları görelim.

     İçinde bulunduğumuz karanlık günlerin arkasının nasıl bir aydınlığa fırsat ve imkân vereceğini bugünden görerek, gerekeni yapalım.

     İbret penceresinden bakalım. Yersiz olarak karışıp karıştırmayalım ortalığı. Büyük bir ağırbaşlılık ve vekarla vatanımızla, milletimizle, devletimizle; kısaca Sevgili Türkiye’mizle, güzel yarınlara yelken açacağımızı bilelim.

     İslâm Âlemi’ni de yanımıza alarak, hep beraber insanlığa beyaz ufuklar hediye edeceğimizi unutmayalım.