Osmanlı Devleti’nde Meşrutiyetleşme hareketleri; II. Mahmut’un “Ayanlar” ile yapmış olduğu 1808 Sened-i İttifak ile başlayıp 1908 II. Meşrutiyet’in ilanı ile biten 100 yıllık süreçtir. Ama yine de bir türlü “demokrasi söylemi” dile getirilememiştir. 
Osmanlı bu çalışmaların takvimi şöyle başlar. II. Mahmut ölünce yerine 16 yaşındaki oğlu Abdülmecit geçti Mustafa Reşit Paşa, Tanzimat fermanı denilen programı hazırladı. Hazırlanan ıslahat programı Gülhane Parkı’nda 3 Kasım 1839′da Mustafa Reşit Paşa tarafından okunmuştur. Tanzimat Fermanı ile ilk kez kanun kuvvetinin her kuvvetin üstünde olduğu düşüncesi ortaya çıkmıştır. Tanzimat hareketleri de birtakım tepkiler aldı. Müslüman tebaanın bir kısmı, Hıristiyanlarla eşit olmayı içlerine sindiremediler. Birçok devlet adamı yeni düzene ayak uyduramadı. Eski düzenden çıkarı olanlar, getirilen yeniliklere karşı çıktılar. Rumların diğer Hıristiyanlara göre birtakım imtiyazları vardı. Bu yüzden onların kendilerine eşit olmasını kabul etmek istemediler.
Katolikler Fransa’ya, Protestanlar İngiltere’ye, Ortodokslar ise Rusya’ya müracaat ederek fermanın uygulanmasını istediler. Bu durum Osmanlı Devletinin iç işlerine yabancıların müdahalesi sonucunu doğurdu. Bu dönemde batıdan ilk defa borç alındı. Bu paralarla köşkler ve saraylar yaptırıldı. Batılı devletlerin baskısı ile uygulanan serbest ticaret, bu konuda hazırlıklı olmayan Osmanlı Devleti’ni ekonomik bakımından zaafa uğrattı. Avusturya ve Rusya, rejimleri gereği Tanzimat’a karşı çıktılar. Fransa ve İngiltere ise Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünden yana oldukları ve çıkarları bunu gerektirdiği için Tanzimat’ı desteklediler.
Bu Ferman’ın hükmüne göre, Müslim ve gayrı Müslim teb’a, bütün haklarda eşit olacaktı. Müslümanların çoğu, “Babalarımızın ve dedelerimizin kanlarıyla kazanılmış olan mukaddes haklarımızı bugün kaybettik. İslâm Milleti hâkim millet iken, böyle bir mukaddes haktan mahrum kaldı. Ehli İslam’a bu bir ağlayacak ve matem edecek gündür.” Şikâyetleri ile söylenmeye başladılar. Ancak gayri Müslimler kendi dindaşlarından aidat toplayamadıklarından dolayı onlar da memnun değillerdi. Hatta Tanzimat’ın ilan edildiği ilk gün bile Rum Patriği şöyle karşı çıkmıştı; “İnşallah –altın- kesesinden bir daha çıkmaz.”
Dış devletlerin baskısı ve isteği ile Islahat Fermanı, hazırlanıp ilan edilmiştir(1856). Islahat Fermanı ise Tazimatın bir benzeri veya devamı gibi görünürse de bazı noktalardan farklılıklar gösterir. Tanzimat Fermanı, devlet adamlarının öncülüğü ile siyasi bir sebep olmaksızın Osmanlı devlet kurumlarını yenileştirmek amacı ile hazırlanıp yayımlanmıştır. Nitekim Kırım Savaşı sonrasında imzalanan Paris Antlaşması’na bir madde olarak eklenmiştir. Ferman genel olarak Hıristiyanlarla Müslümanların eşit olmalarını ve aradaki farkların kaldırılmasını amaçlamaktaydı.
Bu fermanla vergi, askerlik ve devlet memurluğu gibi konularda tam anlamı ile bir eşitlik getirilmiştir. Ancak fermanın Paris Antlaşması’nın bir maddesi haline getirilmesi, dış müdahaleleri doğurmuştur. Osmanlı Devleti, kurulduğu günden beri gayri Müslim tebaanın din ve vicdan hürriyetine saygılı olmuştur. Gayri Müslim tebaanın derdi, Osmanlıların yönetiminin kötü olması değildi. Asıl mesele, “kendi devletlerini kurma” isteğiydi. Avrupalı devletler de her fırsatta bu toplumları Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtıyorlardı. Ayrıca, Avrupalı devletler ıslahat konusunda da samimi değillerdi. Çünkü onlar, kuvvetli bir Osmanlı Devleti istemiyorlardı. Amaçları, çeşitli bahanelerle çıkarlarını devam ettirmekten ibaretti. Avrupalıların iç işlerimize karışmaları Lozan Antlaşması ile son buldu.
Tanzimat ve Islahat fermanlarının Osmanlı Devleti’nin çöküşünü durduramadığını gören aydınlar, Yeni Osmanlılar adlı gizli bir dernek kurdular. Bu dernek, ülkenin kurtuluşunu meşrutiyet rejiminin kurulmasında görüyordu. Ziya Paşa, Namık Kemal ve Mithat Paşa gibi aydınlar da bu derneğin çatısı altında toplanmışlardı. Yeni Osmanlılara göre ülkenin kurtuluşu, Müslim ve gayri Müslim tebaanın ortak olarak memleket işlerine katılması ile mümkündü. Bunun için de meşrutiyeti ilan etmek şarttı. Bu topluluklar mecliste temsil edilecekler ve böylece ortak bir vatan duygusu meydana gelecekti. Avrupalıların Jön Türkler adını verdiği Yeni Osmanlılar, yurt içinde ve yurt dışında yaptıkları yayımlarla hürriyet fikrini yaymağa çalıştılar.
Başta bulunan Abdülaziz’in yaptığı aşırı harcamalar yüzünden, Osmanlı maliyesi iflasın eşiğine geldi. Abdülaziz’e Meşturiyet’i ilan ettiremeyeceklerini anlayan Yeni Osmanlılar, Mithat Paşa’nın önderliğinde düzenledikleri bir darbe ile onu tahttan uzaklaştırdılar. Yerine V. Murat padişah yapıldı ise de, bir süre sonra tahttan indirilerek yerine Meşrutiyeti ilan edeceğini bildiren II. Abdülhamit geçirildi. Sadrazamın Mithat Paşa başkanlığında bir komisyon kurarak, Kanun-ı Esasi’yi hazırlattı. Bulgar, Bosna ve Hersek isyanlarını görüşmek üzere İstanbul’da toplanan konferans başladığı gün, Kanun-ı Esasi ilan edildi (1876). O gün ilan edilmesindeki amaç, milletlerarası nitelikte olan konferansa katılan İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, Avusturya ve Rusya delegelerini etki altında bırakmaktı. Ancak bu amaç gerçekleştirilemedi.
Seçimleri yaptıran Abdülhamit, Meclis-i Mebusan’ı toplayarak çalışmaları başlattı. Seçimler sonucu Meclis-i Mebusan’a 56 Müslüman ve 40 gayri Müslim milletvekili girdi. Ayan Meclisi’nin üyeleri ise padişah tarafından atanan 38 kişiden oluşuyordu ve üyelikleri ölünceye kadar devam ediyordu. Meclis-i Mebusan’daki gayri Müslim milletvekillerinin asıl amaçları, mensup oldukları milletlerin bağımsızlığını sağlamaktı. Bu amaçlarım gerçekleştirmek için çalışıyorlardı. Ermeni, Sırp ve Rum milletvekilleri Türkçe ile birlikte kendi dillerinin de devletin resmi dili olmasını istediler. Türk olmayan Müslüman milletvekillerinde de ayrılıkçı fikirler göze çarpıyordu. Bu olaylar da gösteriyordu ki o günkü şartlara göre Osmanlı Devleti’ndeki çeşitli milletleri, Osmanlı milleti düşüncesinde birleştirmek mümkün değildi.
1877(Hicri; 1293) Osmanlı – Rus Harbi başlayıp, Rus ordularının Plevne’ye kadar gelip ordunun yenilmesi üzerine, II. Abdülhamit Kanun-ı Esasi’nin kendisine verdiği yetkiye dayanarak Meclis-i Mebusan’ı süresiz tatil etti. Meşrutiyet yönetimine son veren II. Abdülhamit devlete ait bütün güçleri kendinde topladı. 1889 yılında İttihat ve Terakki adlı gizli bir cemiyetin kurulduğunu öğrenen padişah çok korktu. Geniş bir hafiye teşkilatı kurdu ve basma sansür uygulattı. Bu durum, II. Meşrutiyet’in ilanına kadar devam etti Yurt içinde çeşitli cemiyetler kurdular. Bu cemiyetlerin en aktifi ve en etkilisi İttihat ve Terakki Cemiyeti’ydi. Bu cemiyet, yurdun pek çok yerinde şubeler açtı. Askerler, aydınlar ve yüksek okul öğrencileri arasında birçok taraftar edindi. Selanik bu cemiyetin merkezi haline geldi. Çalışmalarını Rumeli’de yoğunlaştıran cemiyet, o yörede büyük taraftar topladı. Rusya ve İngiltere kendi aralarında anlaşarak Rumeli’ye muhtariyet verilmesi ve ayrıca Hıristiyan tebaaya yeni imtiyazlar tanımasını Osmanlılardan istemeye karar verdiler. Bunu haber alan İttihat ve Terakki taraftarları harekete geçtiler. II. Abdülhamit, II. Meşrutiyet’i ilan etti (23 Temmuz 1908)
II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte, memlekette geniş bir hürriyet ortamı doğdu. Birçok dergi ve gazete çıktı. Çeşitli partiler kuruldu. Bu partiler arasında şiddetli mücadeleler başladı. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra padişahın yetkileri azaltılarak hükümetin yetkileri artırıldı. Geniş hürriyet ortamı içinde, gazeteler çeşitli görüş ve düşünceleri açıkça yazmaya başladılar. Bunun üzerine İttihat ve Terakki Partisi ile Ahrar Partisi arasındaki mücadele kızıştı. İttihat ve Terakki Partisi’ne ve Meşrutiyet’e karşı olan gazeteci Hasan Fehmi’nin öldürülmesi üzerine Avcı Taburları denilen askeri birlikler ayaklandılar (31 Mart 1909). II. Abdülhamit tahttan indirilmesi ile ne yazık ki; Koca imparatorluk çok kötü bir dönemece sokuldu ve sonuçta yıkıldı gitti. Ama bu çalışmalar nihayetinde boşa gitmedi ve hiç olmazsa demokrasi yönetimine doğru ilk adımlar atılmış oldu. 
Kısacası; çok uluslu ve çok inançlı bir toplum yapısına sahip olan Osmanlı’da devr aldığımız bu ülke, hala “mozaik toplum” övgüsü ile hayatına devam etmektedir. Temennim şudur ki; hangi iktidar veya hangi kurum olursa olsun, bu ülkenin menfaati için çalışıyorsa, bizim yapacağımız en güzel davranış şu olmalıdır. İktidarı ile muhalefeti ile ve de, Sivil Toplum Kuruluşları ile birlikte bu güzel ülkemin refaha ve huzura kavuşması için her doğru ve iyi niyetle yapılan yenliklere destek vermektir. Yoksa bunu yapmazsak toplum olarak bu vebalin altında kalkamayız. Geçmiş hükümetler dâhil bugün ki; hükümetin de yaptığı demokratikleşme çalışmalara bakarsak; 1923’te başlayıp 2013 yılında yapılan çabaları yıllara vurursak 90 yıl yapar ki; daha 100 dolmadan inşallah “tam demokrasi” özlemine kavuşuruz.