Osmanlı Diplomasisi dünyanın en saygın kurallarına sahip olduğu gibi en hazır cevap, en cesur diplomatlarına da sahip olmuştur. Bugün Dışişleri Bakanlığı’mızın gücü de eminim ki burada aldığı bilgi birikim ve tecrübenin sonucunda gelmektedir.

İşte onlardan birisi Osmanlı diplomasi ustası İncili Çavuş(bildiği üzere Osmanlı devlet yönetim biriminde biri olan Çavuşluk aynı zamanda elçi olarak kullanılan sınıflardan birisidir) İncili Çavuş Kayseri İlimizin Tomerza İlçesi'nin Travşin (İncili) Köyü’nde doğduğu riayet edilir. 

16. Yüzyılda yaşayıp, 1632 yılında öldüğü belirtiliyor... Padişah I. Ahmet ve oğlu Padişah IV. Murat zamanında yaşamış; Arapça-Farsça-Fransızca bildiği, bazı ülkelere 'Elçi' olarak gönderildiği Osmanlı arşivlerinde yazılı... Gerçek adı "Mustafa Çavuş" olmasına rağmen, hazır cevaplılığı, eğitimli biri olması ve bazı başarılı işler yapması nedeniyle kendisine sonradan; 'Müjde Getirici' anlamında 'İncili Çavuş' denilmiş...

Padişah I. Ahmet döneminde Fransa Kralına elçi gönderilmiş... Giyimine kuşamına pek dikkat etmeyen, 'Evliya' gibi gezen bu kara-kuru  insan, Fransa Kralı tarafından ilk görüldüğünde küçümsenmiş... Ona demiş ki; "Türkler, ben haşmetli Kral’a gönderecek senden başka birini bulamadılar da, sen pejmürde adamı mı gönderdiler?" deyince, İncili Çavuş hemen cevabı yapıştırmış; "Kral hazretleri; bizim Türkler bir yere elçi gönderirken, adamına göre birini gönderirler, demek ki size de benim gibi biri layık görülmüş!" diyerek, onu bozmuştur... Ama yapılan görüşmelerde Kralın öyle kanına girmiştir ki, Kral her istediğini kabul etmiştir!..

***

İncili Çavuş bir gün Bursa’nın Söğüt Kasabası’na gider. Halk kadıdan şikâyetçidir:

“Böyle insafsız, böyle rüşvetçi bir kadı olamaz! Hak, adalet yalnız kesesini doldurmak için bir vesiledir. Şimdiye kadar ne yaptıysak bu herifi buradan kovdurtamadık.”

İncili, valiye şikâyet etmelerini söyler. Halk da işe yaramayacağını, padişahın İncili’yi sevdiğini, üstelik İncili’nin zekâsına güvendiklerini, beraber gidip valiye İncili’nin şikâyet etmesini rica ederler. İncili de onca övgüden sonra geri çevirmez teklifi. Valiye giderler. Vali, kadının rüşvet ortağıdır. Kadı haberdar olduğu için valiye önceden durumu bildirmiştir. Vali, misafirleri kabul eder. Onlar şikâyetine başlamadan, bastırmak için Kadı’yı övmeye başlar.

“Kasaba nasıl? Halk nasıl? Bir sıkıntı yoktur inşallah. Sizin orada bizim sevdiğimiz bir ahbabımız vardır, kadıdır. Çok âlimdir, görgülü, edeplidir, biz ona kefiliz. Şanslısınız öyle bir kadıya sahip olduğunuz için. Bizden selam iletin inşallah.”

İncili hiç bozuntuya vermez, sazı eline alır:

“Evet Efendimiz! Çok haklısınız. Kadı Efendi gerçekten de çok âlim birisi, ilim sahibi. Çok dürüst, çok adil, fazilet sahibi bir kişi. Başka yerlerin kadıları gibi rüşvet yemez, haksızlık etmez, adaletten şaşmaz. O nedenle zannederiz başka vilayetlerin de böyle bir kadıya ihtiyaçları vardır. On senedir çok şükür bizim kadılığımızı yapmaktadır, bizim için yeterli derecede şükür sebebidir. Bize onu kadı göndererek gösterdiğiniz lütfu, adalete susamış başka bir yere tayin ederek de gösterirseniz başka vilayetlerin halkını da mutlu eder, bahtiyar kılarsınız.”

Vali diyecek bir şey bulamaz ve kadıyı başka bir vilayete gönderir.

***

İranlılar’ın en meşhur özelliklerinden biri övünmek, bir şeyi överken abartmaktır. O kadarki Acem mübalağası halkımızın dilinde büyük abartılar için kullanılan bir deyim olmuştur. İran elçiliği sırasında Şah Abbas'ta İncili Çavuş'a ve arkadaşlarına zenginliğini ve sarayın ihtişamını gösterip öğünmekle istemişti. Şah'ın kapağı çok kıymetli zümrütlerle incilerle süslü bir altın mangalı vardı. Kapağın üstündeki kulpuna da göz ve gönül kamaştıran bir büyük elmas oturtulmuştu. Mihmandarlar, Türk elçilik heyetine şahın sarayını gezdiriyorlardı. Misafirler bir odayı inceleyip bir başkasına geçerlerken hademeler bu mangalı başka bir odaya götürürler, böylece sarayın bütün odalarında böyle kıymetli mangallar bulunduğu hakkında ziyaretçilerde bir kanaat uyandırmaya çalışırlardı. Saray gezildikten sonra Şah, Türk heyetini kabul etti: 

“Sarayımızı nasıl buldunuz, yoruldunuz mu?” Dedi. İncili bu soruya: 

“Pek güzel, sarayınız çok büyük ve muhteşemdir, gezmekle bitiremedik. Çok yorulduk ama mangalınızda bizimle beraber yoruldu!” Diye cevap vermiştir. 

***

Bir yabancı elçiyi padişah kabul edecekti. Bu elçi, ülkesinin çok varlıklı olduğunu göstermek için, ne kadar altın, inci, elmas gibi süs eşyası varsa, bunları üstüne başına takıp takıştırıp huzura çıkmak istedi. Saray görevlileri bu adamın yaptığı garipliğin önüne geçmek istiyorlardı ama ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Hemen akıllarına İncili çavuş geldi:

“Aman çavuş, şu adamı sen yola getirirsin Ne yapacaksan yap şu haline engel ol!” İncili:

“Çaresini buluruz” dedi. 

Bir süre düşündü. Sonra altın- inci karışımı sedef kakmalı bir çift takunyayı onun gireceği tuvalete koydu. Adam tuvalete girip bunları görünce şaşırdı. Çıkınca İncili Çavuş 'a sormadan edemedi:

“Altın, inci, sedef kakmalı nalın tuvalete konulur mu? Yazık değil mi? “

İncili, taşı gediğine koyacağı zamanı bulmuştu. Hemen cevabını yapıştırdı:

“Bizim padişahımız böyle süs eşyasına değer vermezler.”

Elçi, verilen cevabı duyunca, üzerine bakındı, sonra sessizce bunları çıkarıp, huzura girdi. Böylece dersini almış oldu, yani ona kibarca çok büyük uyarı yapılmış oldu.

Kısacası; elçiler bir devletin, emaneti, şeref misafiri, dili, eli, gücü, kuvveti, yüz akı ve şerefidir.