Kitabı okuyor, harfleri tanıyor, kelimeleri biliyor, cümleleri anlıyor; fakat yazanı kabul etmiyor, tanımak istemiyor, o yokmuş gibi hareket ediyorsak; harfleri tanıyıp da okumayı henüz sökemeyen çocuklara döneriz. Buna da herhalde okumak denmese gerek.

Oysa bir harfin kâtipsiz yazılamıyacağı ne kadar açık bir gerçek değil midir? Kitaba evet yazana hayır.. Yapılana evet yapana hayır.. Yazılana evet yazana hayır.. Söylenene evet söyleyene hayır diyenler, cehli mürekkep içinde yani çifte cehalet ve bilmezlik içinde bocalıyorlar demektir.

Bunlar harfleri tanıyıp da kelimeleri henüz sökemeyen çocuklar gibidirler. Harfleri tanımak okumak değildir. Okumaktan murad; böyle okumanın da, başka bir okunması olduğunu bilmek gerek.

*

"Hem okuyor olmak, hem okumuyor olmadığımı okumanın çelişkisi"

Ortaya koyuyor okumanın püf noktasıyla nedir insanın ilişkisi

Okumayı bilmeyen için, kitap sayfalarındaki harfleri görmek, birşeye yaramadığı gibi, etrafımızda her biri harf ve kelimeler hükmünde olan şeyleri görmek de, bir şey ifade etmez. Bu durumda, insanın bakar kör olmaktan ne farkı var a canlar.

Nasıl ki, koyun da kaval dinler sırasında, insan da

Ama insanı, için için oynatan, bir sır var canda

*

Yunus Emre de çok güzel belirtir; okumaktan muradın ne olduğunu...

İlim ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir

Sen kendini bilmezsin

Bu nice okumaktır?

*

O halde: "Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku!"

İşte bu kendini bilme, bizi yaratanı bilmeye götürecektir ki, işte asıl okumak budur. Zaten okumaktan murad; kişi kenini bilmek; kendinde Rabbini bulmaktır. O bilişle vuslatı tatmak. Onun peşinde koşmakla geçirmektir ömrü be canlar!

"Yoksa hayvan ve câmid (cansız) hükmünde insan olmak ihtimali var!"

*

Ama unutulmasın ki:

Okumaya iten insanı, bil ki ancak ilgidir

Sonrasında oluşan, en kıymetli şeyse, bilgidir.

*

Yine unutulmasın ki: Bilgi başka, bilgiyi kullanmak; daha başka bir şeydir.

Nitekim bu hususu Sn. Senai Demirci veciz şekilde ve büyük bir cesaretle vurgulayarak dile getiriyor:

"Okudukça, aslında okuma bilmediğimi anladım." diyor ve devam ediyor, çarpıcı tesbitine:

"Okuma bilmediğim zamanlar, beyaz sayfalar üzerinde sadece kara renkli mürekkep ya da boya lekeleri görüyordum. O kara lekelerin benim için bir "HARF'e dönüşmesi, onların sırf kendilerini değil, kendilerinden başkasını gösterdiklerini anlamamla başladı. Sonra harfleri birbirine vurdurmayı öğrenmiş ve böylece harflerin gösterdiklerini görmeye başlamıştım.

"Sözgelimi, şimdi karşıma 'ağaç' kelimesi getirildiğinde, ne 'a' harfini ne 'yumuşak g'yi telaffuz ediyorum harfleri görüyor görmez, hiç üzerlerinde durmadan derhal 'ağaç'a atlıyorum.

Okumaktan muradın ne olduğu ise şu satırlarında açıklığa kavuşuyor:

"Demek diyor, okumak gözümün gördüğüne razı olmamaktı. Okumak, gördüğümün gösterdiğine bakabilmekti. Okumak, gözümün göremediğini görebilmekti.

"Öyleyse herşeyi, herşeyden önce de kendimi, başkasının mânasını gösteren bir harf diye bilmem gerekiyordu."