Yeni yıla ilişkin ilk önerim şu olsun, ilginizi çeken bir kitap edinin ve eleştirel bir gözle sonuna kadar okuyun ve bu yılda okumayı alışkanlık edinmeyi önemseyin; 2019'da mutlu olmayı öğrenmiş olursunuz  :) 
Çünkü öğrenmenin en çok mutlu eden olduğunun gerçeği bilimsel bir tespittir.
Çağımız “bilgi çağı” deniliyor ve çok fazla bilgiyi kısa zamanda edinebilen “bilgili” olan ama bilge olamayanlardan bahsedebiliriz. 

Bilgi bir takı gibi, süs gibi içselleşememiş hazmedilememiş ise ezberlenmiş, unutulan ve katkısı az olandır.
Bu anlamda eleştirel bir gözle düşünerek okuduklarımızı ve ne düşündüğümüzle ilgili çıkarımları yazmamız, çevremizle paylaşmamız birilerinin dediği gibi bir "alıntı" değildir ve takı gibi üzerimizde durmaz, o yazı, o yorum bizim parçamız olmuştur artık.

Kitap yazmak, bir el iziydi

İnsana dair en eski izin ne olduğunu hep merak ederiz, bulabildiğimiz 30-40 bin öncesine ait mağara duvarı resimleridir.  İnsanoğlu diğer canlı türlerinden farklı olarak dünyada alet edevat yapmadan önce somut dünyayı gözlemleyerek zihninde oluşturduklarını, somut bir yeni yaratıma yeni ürüne dökmek gibi bir dürtüye sahip gibi gözüküyor.

Mesela mağara duvarına resim hayalini nasıl yaptığını bilmiyoruz hiçbir teknolojileri yok ama yarına kalmak adına bir şeyler üretmeye başlıyorlar ve işin en ilginç yanı bu çok farklı yerlerde farklı zamanlarda çizilenlerde ortak şey, el işaretidir.

Bu bir iz bırakma bir imzadır; bir ölümsüzlük ve hiç olmama isteğidir.

İnsanların bugün kitap yazmaları aynı genetik özelliğin sonucudur.

Varoluşun kendisini resmedişin işreti, el işareti parmak izi herkese özel olandır.

Aslında altta yatanlara yöneldikçe varoluşumuzu göstermekten çok, hiç oluşumuzu görmeye başlıyoruz.

“Ailemiz ve Biz” isimli ilk kitabımı elime aldığım zaman “mağara resimleri ve el izi” ismiyle yazılmış o makaleyi anımsadım.

Var olmak ve hiç olmak

Erdemli olmaya gittikçe bakarsak bir taraftan bu hırslarımızdan arınmak aslında bir hiç olduğumuzun farkına varabilmek koskoca evrende bir kum tanesi olduğumuzun farkına varmak, ama yine de o kum tanesinin hakkını vererek yaşamanın bilincine varabilmek gerekir.

Biz bir kum tanesiyiz ama okum tanesi bir araya gelince kocaman bir kumsal oluyor!

Ya da hepimiz bir damlayız ancak bu damlalar birleşirse bir okyanus oluşur. İşte böyle baktığımız zaman bu damlaları birleştirebilmek için hırslardan arınmaya başlayabiliyoruz.

Bu dünyaya bizden ne kalıyor diye baktığımız zaman herkes alacaklı gibi yaşıyor borçluluk hisseden az.

Alacaklı gibi yaşayanlar alacaklı gibi de ölüyorlar.  Yani mutsuz ölüyorlar. Bütün alacaklılar mutsuz ölürler.

Yani alacağını alamamıştır, dolayısı ile bu alacaklı gibi yaşamaktan vaz geçtiğimiz zaman esas varlığımızı hissediyoruz. O varoluşun, küçük şeyin değerini daha çok biliyoruz; çünkü o kocaman evrenin içinde o küçücük şeyin anlamını verebilmek o küçücük şeyin hakkını verebilmek bence çok değerli olandır.

Her ne yapıyorsak onu en layıkı ile yapsak yaşam amacımız olsa keşke bu sayede aslında çok erdemli bir hayatımız olacağını düşünüyorum.

Adını şu an hatırlayamadığım bir filmde Japon köylüleri sepet örmek vb her gün yaptıkları her neyse bir önceki günden daha iyi yapmaya gayret ediyorlar.

Yaşamı sevdiklerini yapmak gibi tanımlıyorlar bana sorarsanız ise insan yaptıklarını sevmek ister. Aslında dünya da bize kalan tek şey yaptıklarımızı seviyor olmamız ve yaptıklarımızı değerli buluyor olmamızdır.