Bir aile danışmanı olarak son paragraf sözlerimi en başta söylersem, sağlıklı bir evlilik için temel kritersadece bedensel gelişime göre değil, sosyal ruhsal ve zihinselgelişime de bağlı oluşanevlilik olgunluğuna göre olmalıdır.
Bu anlamda20’li yaşlar sonrasına kadar devam eden beyin gelişimi, bugünlerde sıkça dillendirilen ‘evlenebilmesi için bedensel gelişim yeterlidir.’ gibi orta çağcı bir kriterden çok daha önemlidir.
Çünkü karar alma süreçleri, planlama, zihinsel yönetim, üst düzey bilişsel işlemler gibi fonksiyonların işlenmesinde beynimizde en önemli bölge olan frontal korteks, gelişimini 25 yaşlarında ancak tamamlayabiliyor.
Ve bu süreçte beyin gelişimiyle birlikte evlilik sorumluluğunu taşıyabilecek eğitimi alması, ruhsal, sosyal, zihinsel yönden sağlıklı olması, iletişim ve sorun çözme becerilerini kazanması özetle evlilik olgunluğuna ulaşması gerekecektir.
Duygularımızın “kokpiti” amigdala ve aklın mantığın “kokpiti” frontal korteks iletişimi
Öfke, korku, kaygı, üzüntü ve sevinç duygularımızın söz ve davranışlarımıza sağlıklı biçimde yansıtabilmemiz yani daha profesyonel ve akılcı davranmamız, beynin iki farklı bölgesi olan ön frontal bölge ve amigdala arası sinir hücreleri bağlantı sayısının ve iletişiminin gelişmişliği,ruhsal ve zihinsel sağlığımız sayesinde olabilecektir.
25 yaş neden önemlidir?
Alnımızda yer alan ve“aklın, mantığın kokpiti” diyebileceğimiz frontal lob,karar verme, planlama, sorumlu davranma, tedbirli olmayı sağlıyor. Beynimizin frontal gelişim süresi 25 yaşını bulabiliyor.
Bu nedenle ABD, AB ülke kökenli çoğu sigorta şirketleri, daha sorumsuz, tedbirsiz ve tepkisel davranışlar sergileyebildikleri ve kazalara neden olabilecekleri gerçeğine göre 25 yaş öncesi sigorta primini daha yüksek tutabiliyorlar.
Bebeklik ve çocukluk dönemi yaşam öykümüz ve beyin gelişim süreci
“Bağlanma Kuramı” kurucusu Psikolog ve Psikanalist John Bowlby “yeni doğan “bebeklerin, çocukların kendisine bakım veren kişiyle kurduğu bağı, sonraki yıllarda onun diğer insanlarla nasıl bir ilişki kuracağını fazlasıyla etkilemektedir.” der.
Yani çocuğa bakım veren yetersiz anneden gerekli yakınlığı, sevgiyi, sıcaklığı, tutarlılığı ve benzeri olumlu ilişki özellikleri alamayan, bunları deneyimleme şansı bulamayan bebeklerin, sonrasında daha kaygılı, daha depresif ve bağlanma sorunları gösteren yetişkinler haline dönebileceği ortaya çıktı.
Bu durumu açıklayan örnek bir olaydan bahsedersek
1980’ler Romanya’sında diktatör Nikolay Çavuşesku “daha güçlü Romanya” adına nüfusun artması gerektiğine inanıyordu. Bu amaçla her ailenin en az beş çocuk yapmasını teşvik etti.
Ancaksonrası dönemlerde ülkede baş gösteren ekonomik sorunlar nedeniyle fazla çocuklarına bakamayan aileler, çocuklarını devlet çocuk evlerine vermek zorunda kalırlar.
Devlet çocuk evinde çocuklar, her türlü beslenme, barınma ihtiyaçları en iyi şekilde karşılanmış da olsa,sağlıklı bir aile ortamında görebileceği duygusal tatmini göremezler.
1989 yılı Çavuşesku rejimi devrilir. Devlet çocuk evleri dağıtılır. Çocuklar Avrupa’nın farklı ülkelerindekikorumacı ailelerin yanına verilirler. Ancak bu çocuklarda gözlemlenen zihinsel gerilikler, ruhsal ve davranışsal sorunlarla baş edemeyen korumacı ailelerin şikayetleri üzerine yapılan kontrollerde çocukların beyinlerinin küçüldüğütespit edilir.
Bu çocuklarda beyin sinir hücre sayısı ve sinir hücreleri arasındaki bağlantı sayısı olması gerekenin oldukça altındadır. Bu durum beyin içi bölgelerinin birbiriyle irtibatının zayıflaması demekti. Orta beyin yani duygu üretim merkezi limbik sistemde yer alan amigdala olması gerekenin çok üzerindedir.
Yani olumsuz koşullara maruz kalan çocukların amigdala üretimi duygularını yönetebilecek, çözüm üretecek olan, frontal korteks gelişemediğinden yetersiz kalıyordu.
Duygu, ruh, beden, zihinbütünün birbiriyle etkileşim halinde olan parçalarıdırlar.Birinde oluşacak olumlu ya da olumsuz değişim bütünü etkiler. Örneğinduygusal stres, ruhsal, zihinsel ve bedensel soruna neden olacaktır.
Korku, kaygı, öfke, üzüntü gibi olumsuz duygusal durumun yarattığıstresin uzun süreli devam etmesisonuçta zihinsel ve davranışsal geriliğe neden olacakbeyin küçülmesi gibi kalıcı hasarlara neden olabilmekteydi.
25 yaşına kadar doğuştan var olan potansiyele bağlı olgunlaşan beynimizin yaşam süresince verimini arttırmak, akıl çapımızı geliştirmek ancak bizim çabamızla mümkündür.
Ne kadar çok ve farklı konuda bilgi sahibi olur, kavram öğrenirsek ve değişik alanlara yoğunlaşırsak beynimizde o kadar çok sık nöral ağ oluşur.
Nöral ağı, sık kullanıldığından oluşan bir iz gibi, bir keçi yolu gibi düşünebiliriz. Sık kullanılan bilgilerimizin yolu daha belirginleşirken, sözlerimiz, düşüncelerimiz ve davranışlarımız daha hızlanır ve otomatikleşir. Her gün her an tekrar hareketlerimiz, konuşmalarımız beyinde iz oluşturur ve otomatikleşmeye başlar.
Gelişen ve daha çok öğrenmeye bağlı daha sıklaşan nöral ağlarımız sayesinde olayları daha derin ve daha çok boyutlu görebiliriz. Edindiğimiz bilgilerin hayatın diğer alanlarıyla ilgisinidaha çok yönlü kurmaya başlarız. Öğrenme süreci sonunda gelişen nöral ağlarımızladaha isabetli çözüm üretebilir ve daha akıcı konuşabiliriz.
Daha çokkitap, makale okuyan, daha çok araştıran, sorgulayan düşündüklerini ifade ederken daha çok odaklandığı için daha çok anlayan ve analiz edenlerin beyinleri çok daha sıklaşmış nöral ağa sahiptir. Nöral ağları, bilgi adreslerini birbirine bağlayan yollar gibi düşünürsek beynimizde ne kadar çok ve sık yolumuz oluşmuşsa o kadar çok boyutlu düşünebiliriz.
Ve sonuçta özetlersek beyin gelişimine bağlı oluşanevlilik olgunluğuna erişemeden yapılan evliliklerin sağlıklı olması mümkün değildir!
İnsanın üreme yeteneğinin ergen yaşlarda oluşması, onun hayat sorumluluklarını rahatlıkla alabileceği anlamına gelmiyor. Beyin gelişiminin üst seviyeye gelmesi ve yaşanan dönemde çabamızla geliştirilmesi,evlilik kurumunun sağlıklı olmasında temel kriterlerden biridir.
Dört bin yıllık geçmişi olan evliliğin en önemli fonksiyonlarından biriside gelecek neslin iyi yetişmesini sağlamaktır.
Ergenlik sürecini tamamlamadan yapılan evliliklerde henüz gelişimini tamamlayamamış eşlerin gerek kendileriyle gerek birbiriyle ve çevreleriyle olan ilişkileri, gerekse doğacak çocuklarıyla olan ilişkilerinin sağlıklı olması ne derece mümkündür?
En temel kural, iyi birer eş olamayanların, iyi birer ana baba olması mümkün değildir. Hakkı Güleç