Müslümanların geri kalmasının, Batılıların İslâma uzak durmasındaki sekizinci ve en başta gelen  mâni / engel şudur: Maalesef Bizler ve Ecnebiler / Batılılar; İslâmiyetin bazı dış görünüşlerine / lâfız bakımından gerçeklere ters gibi görünen, fakat aslında gerçek ve doğru olan konulara bakarak yanıldılar. Kimi fenlerle ilgili mes'eleler karşısında aldandılar.
     Her iki taraf da İslâmın ilim, fen ve teknikle alâkasının olmadığını sandı. Bâtıl /sapık ve yanlış düşüncelere kapıldılar. Bu hayâl, kurgu ve vehimler ağında bocalayıp durdular. Kısaca İslâm ile ilim çatışıyor, bağdaşmıyor zannettiler.
     Aferin! Maarif, bilgi ve ilimlerin feyiz saçan himmetine ve fenlerin mertçesine gayret ve yardımlarına ki:
     Gerçeği Arama Meyli / mükerrem / saygı değer, hürmete lâyık, muhterem bir varlık olan insanın yaratılışından gelen Hakikatı Arama İsteği.
     İnsanlık Sevgisi. Çünkü insan; nev'ini / cins ve türünü sevmeli, onunla iftihar edip, övünmeli.
     Ve hakkı teslim, kabul ve itiraf yâni meyl-i insaf / insaflı oluştan meydana gelen HAKİKATLERİ teçhiz edip donatarak.
     O mâni ve engellerin üzerine gönderip onları yerle bir etmiş ve ediyorlar.
     Evet, o en büyük sebep ki, bizi dünya rahatından, Batılıları ahiret saadet ve mutluluğundan mahrum etmiş, yoksun bırakmıştır.
     Aynı zamanda İslâmiyet güneşinin tutulmasını sağlayan; işte o en büyük sebeptir ki, İslâmı yanlış  anlama ve İslâmın bazı zahirî hakikatleriyle ilimler arasında çatışma, zıtlık ve muhalefetin var olduğunu sandırmıştır.
     Ne hayret verici bir hâldir ki; köle efendisine, hizmetçi işverenine, çocuk babasına nasıl düşman olur? Çocuk pederine nasıl karşı gelir?
     Oysa, İslâmiyet fen ve ilimlerin seyyidi / efendisi, mürşidi / yol göstericisidir.
     Hakikî ilimlerin pederi, reis ve başkanıdır.
     Fakat ne kadar hazin ve üzücüdür ki, bu yanlış anlama ve şu bâtıl ve yersiz vehim, zan ve kuruntu; şimdiye kadar hükmünü icra edip yürütmüş; vesvese, yeis ve ümitsizlik aşılayarak; medeniyet / uygarlık kapısını -bir kısım halkımız- maarif / eğitim anahtarıyla açmaları gerektiğinin icabını yerine getirmemişler.
     Tabiatıyla fayda ve nimetlerinden kendilerini, kendi elleriyle mahrum etmişlerdir.
     Evet, dinle ilgili görünüş ve durumlardan bazılarını; fen ve ilmin kimi mes'elelerine muhalif / karşı olduklarını sanıp; ilim ve teknikten ürkmüşlerdir.
     Nitekim, dünyanın yuvarlaklığı coğrafyanın en önemli, en hakikî ve en doğru, en gerçek bir dersi olduğu hâlde, böyle olmadığı sanılmış; bu aşikâr ve apaçık konunun kabulünü âdeta züll addetmişler / ayıplanacak şey sanmışlar! Bu gerçeği inkâr etmişlerdir.
     Öyleyse, İslâmiyet'te olan tarik-i müstakimi / doğru yolu görelim.
     Ehl-i Tefrit olan / aşırılıkta haktan uzaklaşan din düşmanlarının; bizleri şek, şüphe ve kuruntuya düşürmelerine fırsat vermeyelim.
     Onları reddedelim. Haksız ve yanlış bilgi sahibi olduklarını yüzlerine vuralım.
     Aynı zamanda tarik-i müstakim / doğru yol olan Yüce Kur'an'ın; öteki tarafındaki ahmak dost ünvanına lâyık olan Ehl-i İfrat; yâni azı tercihle haktan uzak kalanların ve dış görünüşe kıymet veren, dış görünüşe dikkat edip, iç yüze aldırış etmeyenlerin vehimlerini; bizler de kaale almayalım. Değer vermeyelim. İddia ve savlarının asılsız olduklarını gösterelim.
     Böylece, asıl hakikat rehberi ve İslâm Âlemi'nin istikbal ve geleceğine yol açan, doğru yolda, tam bir başarı ümidi ile çalışan, İslâm'ın akıllı ve sâdık âlim ve bilginlerine; yardımcı olalım.
     Zira, dinde hassas fakat muhakeme-i akliyede / akli muhakemede / akıl yürütmede noksan kişilerin dine verdiği zararı akıllı düşman veremez.
     Çünkü İslâmiyetin tahammül edemediği ve katlanamadığı hususların başında “Cehalet Ejderhası” gelir. Nitekim âyet; bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığını söylemiyor mu?