NAVTEX, denizcilere meteoeroloji tahminleri, seyir bilgileri, aciliyet, emniyet ve denizde yapılan çalışmalar hakkında bilgi veren haberleşme sistemi” olarak tanımlanıyor. Fakat, yaşamakta olduğumuz süreçte, Türkiye’nin, Libya ile yaptığı deniz yetki sınırlarına ilişkin anlaşmaya dayanarak,  Oruç Reis sismik araştırma gemisi için Akdeniz’de NAVTEX ilan etmesi, Türk ve Yunan deniz kuvvetlerinin karşı karşıya gelmesine neden oldu.

NAVTEX krizi, yalnızca Türkiye ile Yunanistan’ı ilgilendiren bir sorun değildir. Akdeniz’de kıyısı bulunan ülkelerin deniz yetki alanları ve Libya’nın geleceği, Doğu Akdeniz’in derinliklerindeki hidrokarbon yataklarını paylaşımı konusunda bölgesel ve küresel güçler arasında yaşanmakta olan ve küresel barışı ciddi olarak tehdit eden bir mücadelenin küçük, ama önemli sonuçlar üretebilecek bir halkasıdır.

Almanya’nın araya girmesiyle bekleme odasına alınan NAVTEX krizi basit bir sürtüşme değil, Libya ile imzaladığımız deniz yetki sınırlarına ilişkin anlaşmayı ve “Mavi Vatan”ımızı hedef alan bir gelişmenin soluklanma aşamasıdır.
M.KEMAL SALLI

Türkiye’nin 21 Temmuz günü yayınladığı, sismik araştırma gemimiz Oruç Reis’in Türk kıta sahanlığı içinde yapacağı çalışmalara ilişkin 977/20 Navtex seyrüsefer bildirisi, Doğu Akdeniz’de bölge barışı açısından tehlikeli gelişmeler yaşanmasına neden oldu.

Hem ABD’den hem de AB ülkelerinden peşpeşe yaptırım tehditleri geldi. Akdeniz’de en uzun kıyısı bulunan bir ülkenin, uluslararası deniz hukukunun tanıdığı haklara sahip çıkması birilerini rahatsız ediyordu.

Avrupa’dan gelen saldırıların merkezinde Yunanistan, GKRY ve Fransa, ABD’den gelen saldırıların merkezinde de ABD Dışişleri Bakanı Pompeo vardı. Doğu Akdeniz’de küresel çaplı bir egemenlik mücadelesi yaşanıyor ve Türkiye’yi hedef alan saldırılar bu saydığımız ülkelerle de sınırlı değil..

“Akdeniz’de ben de varım” diyen bir Türkiye ile başa çıkamayacağını bilen Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile birlikte, Doğu Akdeniz’in derinliklerindeki hidrokarbon servetini sahiplenmek ve sondaj yetkileri vererek kendilerini güvence altına almaya çalışıyorlar.

Türkiye, Akdeniz’deki haklarını koruma konusunda ne derece kararlı olduğunu göstermek amacıyla, deniz kuvvetlerini Oruç Reis’in bulunduğu alana göndermişti. Yunanistan bir yerlerden cesaret almış olmalı ki, 21 Temmuz günü, Türk ve Yunan savaş gemileri savaş düzeninde karşı karşıya geldiler.

Almanya Başbakanı Angela Merkel’in araya girmesiyle, Cumartesi gecesi savaş gemileri üslerine döndüler. Türkiye Yunanistan’a, Almanya üzerinden, “Önkoşulsuz bir diyalogla sorunu çözeriz” mesajı iletti. Yunanistan’ın, Akdeniz’de en uzun kıyısı bulunan Türkiye’yi Akdeniz denkleminden dışlamayı hedefleyen bir politika izlemesi nedeniyle, Doğu Akdeniz konulu görüşmelerden bir anlaşma çıkması beklenmiyor.

Bu arada Yunanistan’ın Türkiye’den ilham alarak, Mısır ile benzer bir anlaşma imzalama hazırlığında olduğu biliniyor. Atina ile Kahire arasında, deniz yetki sınırlarına ilişkin bir anlaşma imzalaması, Doğu Akdeniz’de yeni sorunlar yaşanmasına neden olacaktır.

Diğer yandan GKRY, Libya’da ve doğu Akdeniz’de Türkiye’nin önünü kesebilmek amacıyla, Fransa ile geçmiş yıllarda yapmış olduğu anlaşmaları güncelleyerek, askeri işbirliklerini güçlendirme çalışmaları başlattı. Fransa, halen kullanmakta olduğu deniz ve hava üslerinin yanı sıra, ABD ve İsrail’in kullandığı Baf’taki Andreas Papandreu hava üssünün de savaş uçaklarının kullanımına açılmasını istiyor. Anlaşılan o ki GKRY, ABD’nin üs karşılığında verdiği koşullu destekle yetinmiyor, Fransa’yı da Kıbrıs’a yerleştirmeye çalışıyor.

MACRON ASLINDA TÜRKİYE’Yİ YANINA ÇEKMEYE ÇALIŞIYOR
Fransa, daha doğrusu Cumhurbaşkanı Macron Yunanistan, GKRY ve dolayısıyla Mısır’a yakınlaşarak Türkiye’yi sıkıştırmayı hedefliyor. Eski Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, son kitabı “Fırtına Zamanı”nda itiraf ettiği gibi Fransa, yıllardan beri, Türkiye, Almanya ve Rusya’yı da yanına çekerek, nükleer silahları da olan bir güç oluşturmayı hedefliyordu.

Fransa’nın eski cumhurbaşkanlarından Jasques Chirac’ın da François Hollande’ın da Türkiye’nin AB üyeliğini hararetle savunmalarının asıl nedeni, ABD karşısında siyasi ve askeri bir güç oluşturmaktı. Sarkozy kitabında, eski Cumhurbaşkanı Chirac’ın Türkiye konusundaki görüş ve düşüncelerini aktarırken şöyle diyor: “Ortadoğu’nun istikrarı açısından kilit konumda olan Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkmak, uluslararası ilişkilerden ve Avrupa’dan hiçbir şey anlamamak anlamına gelir’ diyor ve benim gibi düşünenler için de ‘aptallar’ diyordu.” Doğru söze ne denir, Sayın Sarkozy?

TÜRKİYE ÇOK DİKKATLİ DENGE POİTİKASI İZLEMEKTE

Türkiye, Çin’in hayata geçirmye çalıştığı Yeni İpekyolu merkezli küresel çatışma sürecinde cephelerin hızla değiştiğinin farkında olarak, çok dikkatli bir şekilde denge politikası izliyor, kesin olarak bir cephede görünmemeye özen gösteriyor.

Perde arkasından Türkiye’nin izlemekte olduğu politikayı dinamitleme çabalarını da gözlemekteyiz. Örneğin Türkiye’nin yoğun olarak kullanmakta olduğu Vatiyye hava  üssüne kimliği boyalarla kapatılmış uçakları düzenlediği saldırının hemen ardından Suriye, Libya ve Azerbaycan’da can sıkıcı gelişmeler yaşadık. Koronavirüs salgını sürecinde BAE’nin ilaç ve sağlık ekipmanı yardımı yaptığı Ermenistan’ın ihtilaflı Karabağ cephesinden değil, savaş sebebi sayılabilecek Azerbaycan’ın Tovuz bölgesine saldırması dikkat çekici bir gelişmeydi.

Ayrıntıları medyaya yansımayan Vatiyye saldırısında, ABD’nin daha önce uydu görüntülerini yayınladığı “Suriye’de boyanıp Libya’ya gönderilen uçaklar” mı kullanılmıştı? Rusya ya da Birleşik Arap Emirlikleri’nin uçakları olabilir miydi?

Mısır’ın; Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve perde arkasından Rusya’nın desteklemesiyle, Libya’da ses getirecek operasyon düzenleyerek Arap dünyasının liderliğine oynadığı yolunda değerlendirmeler yapılıyor. Mısır’ın Yunanistan’la, Türkiye’nin Libya ile imzaladığı anlaşma benzeri deniz yetki sınırlarına ilişkin bir anlaşma hazırlığında olduğu biliniyor.
Libya’da yaşanan gelişmeler paralelinde, Suriye’de kimliği belirsiz uçaklarla İran ve Rusya güçlerini hedef alan saldırılar, bir taraftan Türkiye’nin Vatiyye üssüne yapılan saldırılara karşı yaptığı bir misilleme, diğer taraftan, Astana Süreci ortaklığını dinamitlemeye yönelik tahrikler olarak değerlendiriliyor.

Libya ile imzaladığı şok edici anlaşmayla Doğu Akdeniz derinliklerindeki hidrokarbon servetini sahiplenmeye çalışan Yunanistan, GKRY, İsrail ve Mısır’ın planlarını dinamitleyen Türkiye, Hafter ve destekçilerinin, 2017 yılında tarihe karışan Süheyra anlaşmasını gündeme taşıyarak Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni (UMH) devredışı bırakmalarına izin vermiyor.
Türkiye’nin desteği ile Hafter’i durduran UMH, şimdilerde Sirte ve Cufra operasyonlarına hazırlanıyor. Bu operasyonlarda başarılı olursa, yalnız Hafter’e karşı değil, Mısır, BAE, Suudi Arabistan, Fransa ve Rusya’ya karşı da varlığını, gücünü ve ülkesini koruma konusundaki kararlılığını da kanıtlamış olacak.

Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin bu süreçteki başarısı Türkiye’nin de başarısı olarak değerlendirildiğinden, bütün imkanlarımızla Başbakan Sarrac’ı desteklemekteyiz. Devletlerin güvenlik sınırlarının siyasi sınırlarının çok ötesinden başladığının bilincinde olarak, 450 yıl yaşadığımız, derin tarihi ve kültürel bağlarımız olan bir coğrafyaya ilgisiz kalmamız beklenemez. Tarihi ve kültürel bağlarımızın omuzlarımıza yüklediği çok önemli, görmezden gelmemiz mümkün olmayan sorumluluklarımız var.

UNUTMAMALIYIZ Kİ…

1911’de ülkesi İtalyanlar tarafından işgal edilen son Libya Kralı Şeyh Sünisi’nin Anadolu’ya geçtiğini, köyleri, kentleri dolaşarak İstiklal Savaşı’mıza destek verdiğini unutmamamız gerekir. Avrupa bankalarındaki servetine ve ülkesinin petrol kaynaklarına el koyabilmek için koalisyon güçleri tarafından hunharca katledilen Kaddafi’nin 1974’teki Kıbrıs Barış Harekatı sırasında bütün varlığını Türkiye’ye açtığını unutmamamız gerekir. Libya’da yönetimde etkili olan pekçok aşiretin Türk kökenli olduklarını unutmamamız gerekir. Daha güncel bir örnek verelim; bugün Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Başbakanı Fayyaz el Sarrac’ın ailesinin Manisa/Salihli kökenli bir aileden olduğunu unutmamamız gerekir.

Uluslararası hukuk çerçevesinde, Türkiye’nin Akdeniz’deki deniz yetki sınırları konusunda yıllarca süren bilimsel çalışmalar yapan ve elde ettikleri bilimsel sonuçlar sayesinde Libya ile deniz yetki sınırlarına ilişkin çok önemli bir anlaşma yapmamızı, “Akdeniz’de biz de varız” dememizi sağlayan E. Tümamiral Cihat Yaycı ve E. Tümamiral Cem Erdeniz komutanlarımız başta olmak üzere, Mavi Vatan’mızın sınırlarını belirleyen deniz kuvvetlerimize teşekkür etmeyi unutmamamız gerekir.

Bizlerin, bir dini bayramı kutlamaya hazırlandığımız günlerde, Türkiye’nin önünü kesmek için çalışanların uyumadıklarını unutmamamız gerekir. 

NAVTEX NEDİR?

NAVTEX, denizcilere meteoeroloji tahminleri, seyir bilgileri, aciliyet, emniyet ve denizde yapılan çalışmalar hakkında bilgi veren haberleşme sistemi” olarak tanımlanıyor. Fakat, yaşamakta olduğumuz süreçte, Türkiye’nin, Libya ile yaptığı deniz yetki sınırlarına ilişkin anlaşmaya dayanarak,  Oruç Reis sismik araştırma gemisi için Akdeniz’de NAVTEX ilan etmesi, Türk ve Yunan deniz kuvvetlerinin karşı karşıya gelmesine neden oldu.

Almanya’nın araya girmesiyle sorunun, görüşmeler yoluyla çözülmesine karar verildi. Yeni bir dünya düzeni kurma bağlamında, küresel çapta yaşanmakta çatışmaların Akdeniz’e yansıması olan çok boyutlu bir sorunun görüşmeler yoluyla ne ölçüde çözülebileceği merak ediliyor. 

NAVTEX krizi, yalnızca Türkiye ile Yunanistan’ı ilgilendiren bir sorun değildir. Akdeniz’de kıyısı bulunan ülkelerin deniz yetki alanları ve Libya’nın geleceği, Doğu Akdeniz’in derinliklerindeki hidrokarbon yataklarını paylaşımı konusunda bölgesel ve küresel güçler arasında yaşanmakta olan ve küresel barışı ciddi olarak tehdit eden bir mücadelenin küçük, ama önemli sonuçlar üretebilecek bir halkasıdır.

Doğu Akdeniz’de savaş tamtamlarının çalındığı bir süreçte Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Afrika turu yapmasını sorgulayanların merakını gidermek için fısıldayalım; Pekçok Afrika ülkesini dolaşan Çavuşoğlu Libya ile en uzun sınırı bulunan Nijerya ile bir dizi ekonomik anlaşma imzaladı. Dışişleri Bakanı’nın imzaladığı bu anlaşmaların bir maddesi, Türkiye’nin Nijerya’da bir askeri üs kurmasına izin veriyor.

Bu anlaşma bile Türkiye’nin Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin haklarını koruma konusunda ne kadar kararlı olduğunu göstermektedir. Almanya’nın araya girmesiyle bekleme odasına alınan NAVTEX krizi basit bir sürtüşme değil, Libya ile imzaladığımız deniz yetki sınırlarına ilişkin anlaşmayı ve “Mavi Vatan”ımızı hedef alan bir gelişmenin soluklanma aşamasıdır.

Covid-19 salgını ile mücadele ettiğimiz bir dönemde, yalnız Doğu Akdeniz’de değil, dört yönümüzde de çok ciddi gelişmeler yaşanmaktadır. Allah yardımcımız olsun.

KINIYORUZ

Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile yaptığımız anlaşmayla Doğu Akdeniz’deki haklarımıza sahip çıktığımız bir süreçte bir ulusal tv kanalında ekrana çıkan “Rusya Analisti” sıfatlı bir şahsın, Tobruk temsilcilerinin Hafter ile yaptıkları ve 2017’de sona eren bir anlaşmayı savunmasını ve ona bu imkanı veren program yapımcısını şiddetle kınıyoruz. (Ayrı bir yazı konusudur.)

BAYRAMINIZ BAYRAM OLSUN

Koronavirüs koşullarında, uyarılara özen göstererek kutlayacağımız Kurban Bayramı’mızın hayırlara vesile olmasını diliyorum. Maskeye, sosyal mesafeye ve sabunla dostluğa özen göstereceğiz.
BAYRAMINIZ BAYRAM OLSUN.