‘Umutsuz bir yaşam, gerçekte sessiz bir ölümdür.’ Derdi atam.

Haklıydı da.

İnsan kendi hikâyesinde umudunu diri tuttukça, inandıkça iyiye ve güzele yol alır. Oturup bir köşe de incinmişliklerimizle, kederimizle avunup sızlanacak kadar uzun değil hayat. Evet, keder de bizim yaşanmışlıklarda. Çok sevdiğim bir sözdür ”ömür bir gündür, o’da bugündür” diye. O yüzden sıyrılıp içimiz küskünlüğünden daha geniş bir perspektiften bakmalıyız hayata.
Etrafımız da olan bitenin farkına varıp mucizelerine tanıklık etmeliyiz yaşamın. Belki mucize sizin merhametle uzanan ellerinizdir bir yetimin başına. Şefkatle dokunan gözlerinizdir belki de mucize öksüz bir çocuğun hüznüne.
Aslında; nereden, nasıl baktığınız kadar ne gördüğünüz önemli.

Gökyüzünün çisil çisil döküldüğü saatleri düşünün; kimi ferahlık sayar huzur bulurken, kimi gökyüzü ağlayışı der, kimi de gökyüzüyle ağlar. Aslında herkes içinde ki huzuru ya da kederi dışa vurur böylelikle.

Birkaç gün önce, gece geç saatlerde apartman boşluğundan duyduğum cılız bir miyavlama sesiyle bahçeye indim. Bir süre sesin geldiği yöne kulak vererek dinledim. Yağmur olanca hızıyla yağmaya devam ediyordu. Anlayacağınız, sırılsıklam bir gece ve cılız bir miyavlama sesi. Karanlığın ortasında yönünü kaybetmiş bir ya da en çok iki haftalık ürkek yavru kedi. Öylesine korkmuş ve üşümüş ki, sesimi duyar duymaz yalpalayarak bana doğru gelmeye çalıştı.

Hızla yanına yaklaşarak eğilip yağmur vurgunu minicik kediyi alıp hırkamın içine soktum. Cılız bedeninde ki titreme ve gözlerinde ki sevinci anlatacak cümle bulamıyorum. Bana masmavi bakan o bir çift göze; ‘sen, nasıl kayboldun ve bu küçücük, üşümüş bedenine inatla sesini ta üst katlara nasıl duyurdun? Sen bir mucizesin.’ Dedim. Küçücük bedeni ile yaşama kafa tutmuş ve sesini duyurmayı başarmıştı. Başarmış olmanın sevimli gülümseyişi vardı gözlerinde. O gece dışarda kalsaydı muhtemelen sabaha sağ çıkmayacaktı. Soğuk, yağmur ve açlık bir yana, etrafında dolaşıp duran köpekler sağ bırakmazdı.
Ben beşinci kattan sesini duymuştum alt kattakilerin duymaması imkânsızdı. Aklımda bin türlü soru canımı yakmaya başladı. Neden sağır kalınmıştı bu minik sese. Neden bu“bananecilik”. Başını yastığa nasıl koyacaktı bu sesi duyup ta duyarsız kalanlar. Vicdanlarını nasıl susturmuşlardı. Açık yara gibi kalmaz mı bu vicdan lekesi?

Vebal bu ama vebal!

Neden?

Neden?

Neden?

O saatte veteriner bulmam imkânsızdı. Bir kedi sahibi olarak ne yapmam gerektiği konusunda az çok fikre sahiptim.

Yağmurdan sırılsıklam olan minik bedenini kurutarak başladım işe. Sıcacık battaniyenin arasında büyükçe bir sepete koyup mama hazırlamaya gittim. Odadaki varlığımı hissedemeyince acı acı miyavlamaya başladı. Terk edilme korkusunu sesine yansımıştı. Alelacele mamasını suyunu ve kumunu hazırlayıp yanına geldiğimde o minik kedi boyunun en az üç katı olan sepetten çıkmış, patilerini kapının altından uzatarak miyavlıyordu. Acıkmıştı, mamaya ve suya nasıl iştahla saldırdığını gördüğümde, bir yaşama dokunmuş olmanın mutluluğu gözlerimden ince ince süzüldü.

Mamasını yiyip suyunu içtikten sonra adeta teşekkür edercesine ayaklarımdan tırmanarak kucağıma çıkmaya çalıştı.

Kucağıma aldığımda gözleri öyle minnettar bakıyordu ki o bakış karşısında yüreğim ezildikçe ezildi. Uyumak için, Mucize dediğim bu esrarlı konuğumun uyumasını bekledim. Fakat Mucize tam dalıyor ve ben yavaşça kalkmaya teşebbüs etmemle hemen miyavlamaya başlıyordu. Minicik pembe patisiyle dokunup duruyordu “sev beni” diyordu adeta “sev beni.” Elimi minik başından ayırmadım. İki kulağı arasından sırtına doğru okşadım. Onu terk edilme korkusuyla baş başa bırakmadım. Yaşadığı travmaya rağmen hayata sımsıkı sarılmanın ta kendisiydi. Bir an bile olsa gözlerimi kırpmadan sıcaklığımla yanında kaldım. Ara ara uyanıp yanında olduğumdan emin olup iyice sokuldu. Yorgun bedeni, uykusuzluğa daha fazla dayanamadı. Çıkardığı hırıltılar sessizleşince derin uykuya daldı. Saat sabahın beşi olunca usulca üzerini örterek kalktım Mucize’nin yanından.

Mamasını tazeleyip uyumaya gittim. Bir yandan da evde ki kedimizin kıskançlık halleriyle ilgileniyordum. Patisi dama atıldı hissiyle şirinlik yapıyordu.

Demem o ki dostlar hayatta umudunuzu hiç kaybetmeyin. Bitti dediğiniz yerde size uzanan şefkatli ellere sımsıkı sarılın. Düşmüş gördüklerinize dost elinizi uzatmaktan çekinmeyin. Size kimin ihtiyacı olduğunu yaşama karışarak görebilirsiniz ancak. Kimsenin ahına mazhar olmayın. Vebali ağırdır zira sağır kalmanın. Ve inanın insan kardeşlerim ne kadar merhametle dokunursanız dokunun, ne kadar cebinizden verirseniz verin karşılığını fazlasıyla verecektir Yaradan.

Benim Mucize’m bana çok şey öğretti. İki yüz gram bir canlının yaşama direnişini ve umudunu kaybetmeden sesini duyuruşunu gördüm. Ve yüreğimdeki şefkatle, Allah’ın yeryüzündeki elleri olduğumuzu tekrar tekrar hatırladım. Sizlerde unutmayın, belli mi olur belki sizde bir Mucize olursunuz yahut bir Mucize’nin yaşamına dokunursunuz. Ya da MUCİZENİN ta kendisi olursunuz.

Kim bilir.