Herkese koşarken,  kendinize geç kaldığınızı fark ettiğiniz oldu mu hiç sevgili dostlar?

Gözlerimde uykusuz bir gece, ağzımda çocuk masalları sessizlikten yazılmış.

Nedir bu eksilen çocuk gülüşleri evlerden

Nedir bu yayılan ölüm kokusu?

İçimde melodisini yitiren bir yaşam ve kıyısında olduğumu görüyorum. Buz tutan gülücüklerle sendeliyorum ansızın. Dünyadan arınma vakti deyip kendime, anısı olmayan hiçbir düşe imza atmamaya karar veriyorum, kirpiklerimin upuzun gölgesinde, ağzı inkârla dolu herkesten kaçıyorum.

Ah dostlar, samimiyetten özürlü bedenlerle yol almaktan yorulmak, şaşırmanın o en saf haliyle tanışmak bir süre sonra ağır geliyor insan kalana.

Sesimde bilincini arayan bir kırgınlıkla sesleniyorum bir kuyu başında!

Ey ölü yıkayıcıları söyler misiniz?
Hangi sahte eşitlikte dokundunuz tenime?

Geceye çekiliyorken sessiz sedasız, İki yanımdan boy veriyor acizliğimin kalp atışları. Tükendikçe ruhuma işliyor aşağılık bir çaresizlik duygusu.
Oysa rengârenk güvenli bir çocukluktan gelmiştim. Siyah beyaz dışında konuşurdum mütemadiyen. Bir de, cezasız adımlarıma gizlenen tekerlemelerim vardı…

Hâlâ duyularımda…
Bakın işte kimse/m adımı karışlıyor. Çok değil biz siz olmadan evveli hıçkırıklarla hani…
Heyyy Hazal!!!
Orta da kuyu var yandan geç!

Kuyulara gizleniyoruz şimdilerde. Sesimizin yoksulluğunda örseleniyor, karanfile benzetiyoruz ha bire dikenleri. Susarak çözemediğimiz bilmeceler çoğaltıyoruz. Onurumuzu çiğneyen karanlığa uykunun tıkaçlarını göstersek de, onurla bakmak istiyoruz. “Gelecek el değmemiş geçmiştir” düşüncesiyle kıvranıyorken…

Yürüdüğüm tüm yollarda bir parça sevinç arıyorken, hüznüme asılı gerçeğimle nefreti karışlıyorum. Boşluğunu dolduracak bir gölge aradıkça -babamın sesinde bile ancak ısınıyorken- anlamsızlık doluyor gözbebeklerime. Güneşin, gölgemle battığı yerde.

Salkımsöğütler söylesin size, bana siyah veladet veren gecenin kirpiklerimden ne denli taştığını. Ne denli yükler edindiğimi kimsiz, kimliksiz bu aykırı kedere çekildiğim dar vakitlerde.
Karıncaların yürürken yüreğime nasıl derinleştiğini yaralarımın adımlarından,
söylesinler imece usulü…

Bütün anılar geçmiş zamanın yıkıntılarında birer ölüdür oysa. Yinelenen bir iç yakarış gibidir pay edilirken. Ayrıcalığımız ki susarak içimize işleyen o ketum duygunun veryansınıdır hatıralarda. Sesin kıvrımlarında, öznel kalp gözyaşlarıyla.

Biliyorum ki sırtımda ki kamburlar en büyük gerçeğim benim. Koruyorken geçmişimi eşkâlimi hohlayıp hohlayıp arındırıyorum ah buğularından…

Öyle sadığım ki içimdeki kedere, kendimi giyiniyorum her defasında kirpiklerimden. Usul usul aldığım her solukta damla damla eriyorken yarasından öpüyorum kalemimin. İncelikli bir yakarışla alnımda merhamet taşıyan çizgilere sesleniyorum sonrasında.
Herkese bu kadar benzemek acıtıyor canımı. “Özgürlük yok” diyorum çığlık çığlığa kekeme yalnızlıkla. Ölüm ile ayrılık yürüyorken kol kola sisler içimde.

Gece olunca, suskunluğumu anlamaya çalışıyorum aymaza çıkan figanımdan utanırcasına. Sokakları benzetiyorum yüzümün bir diğer yarısına, sokak lambalarını gözlerime, ateş böceklerini kirpiklerime, alazlanıp düşen her canı gözyaşlarıma içimi kavuran fukaralıkla.

Hayat binlerce yaşamı içine alacak kadar şefkatli midir gerçek anlamda?

Gün boyu elekten süze süze düşünüyorum aklımın vardiyalarına takılan bu sorunun cevabını.
Altını çiziyorum durmadan yüreğime dokunan her sözün. Anonim bestecisi oluyorum sonrasında. Bütün tonlarda avazlanıyor, bütün türküleri takıyorum dudak ucuma. Tavanı kucaklıyorken bakışlarım, pencereme dolan ay ışığını bütünlüyorum kırılırken kirpiklerimde gece. Bencil kalabalıkların dudaklarından dökülen eğri çizgileri, kurşun kalemimin cinnetiyle karalıyorum.

Erimek ya da buz tutmak arasında bir yerde çırpınıyor içimde ömür. Sesi kısılıyor sessizliğimin gülüşümü anlamaya çalıştıkça. Yalnızlığın dili oluyor parmaklarım seyirlik defterimde. Ve saatler güzü gösteriyor bilinçsiz tik taklarla. Zam’andan payıma düşen minik bir cümlenin kaygısıyla ruhumu kötürüm duygulara bırakıyorum. Bir iç sızısının teri damlarken avuçlarıma.

ÖLÜMDÜR kalbimin hizasında dik duran, asırlık kederi cümleye katan…


Susarak kucaklıyorum yalnızlığımı düşüncemin saçmalığına gölge düşen gecede, belki de sendeliyorum uysal bir imgenin güçsüzlüğünde.
Susarak, cesetler üzerinden özlüyorum dünü sesim ağzımda paramparça olurken. Susarak ölüyor göğüs kafesimde serçecik kuşlar  defaatle alacakaranlıkta.

Bir gece yarısı güvensizliği
Hangi acıya yürüdüğünü bilmeyen kelimelerle…

Bitimsiz hayat hikâyeleri…