Tarih hüzünle, gururla anmak için değil, ders çıkarmak için vardır. Tarih üzerinde yatmak için bir hamak değil, fırlatma tahtası, kuvvet kaynağı, destek noktasıdır. Savaşlarda vatan düşmanlarına kılıç sallayan ataların torunlarını bugün birbirlerine düşürülmektedir. 

“25 Aralık 2015 günü Şırnak’ın Cizre ilçesinde bölücü terör örgütü PKK üyeleriyle güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmada bir özel harekât komiseri yaralandı. 3 çocuk babası polis çatışma bölgesinden bir tank üzerinde uzaklaştırılırken bir asker ise üzerine yatarak siper oldu(Gazeteler).

O gün komutan yanına gelen askerle komutan arasında şöyle bir diyalog geçmiştir. 

Komutan: Ya seni de vursalardı.

Asker: Komutanım o abimiz evli ve 4 gün önce bir çocuğu oldu. Evladı yetim büyümesin istedim.

Komutan: Senin kimsen yok mu evladım?

Asker: Yaşlı bir anam var köyde komutanım. Başka kimsem yok.

Komutan: Olmaz mı evladım. Bu vatan bu millet senin. Adın neydi senin?

Asker: Mehmet komutanım.

Komutan: Biz size boşuna Mehmetçik demiyoruz. Annemize selamlarımı ilet, ellerinden öptüğümüzü söyle.”

Tarih tekerrür ediyor denir. Evet doğrudur. Ancak tarihi olaylarda sadece ibret alanlar gıptayla anılmış ve uzun yıllar hayat sürmüşlerdir. 

Bakınız bugün polis kardeşinin üzerine siper olan Mehmetçik yüzyıl önce o şefkatini ve merhametini düşmanı bile olsa Fransız askerine nasıl göstermiş o günü size hatırlatayım! 

Yıl 1915 yüzyıl önce…

Yüzyıldır göğsümüzü kabartarak gururla anlattığımız bu olayı o gün vahşi bir şekilde Çanakkale’ye saldıran Fransız komutan gıptayla anlatmaktadır. Yani aşağıdaki olayı biz anlatsak belki şöyle denebilir; 

“-Aman sizde tabii ki kendinizi öveceksiniz!” 

“-Yok yok olayı Fransız komutsan yani Türk’e düşman olan taraf anlatıyor.”

“Fransızlar, Çanakkale Savaşları’nda çok ağır kayıp vermişlerdir. Kirte Savaşları’nda sağ kolunu kaybeden bir Fransız subayı bir hatırasını şöyle anlatmaktadır:

“Biz Fransızlar, Türkler gibi mert bir millet ile savaştığımız için övünebiliriz. Şiddetli bir süngü harbinden sonra  savaş alanını dolaşırken, bir Türk neferinin kendi gömleğini yırtarak, bir Fransız askerinin yarasını sardığını gördüm.

-Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun? Diye sordum. Mecalsiz Türk askeri şu cevabı verdi:

-Bu asker yaralanınca, cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı… Herhalde resimdeki annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok, o kurtulsun annesinin yanına dönsün istedim.

Bu asil davranış karşısında gözyaşlarımı tutamadım.  Bu esnada emir subayım Türk askerinin yakasını açtığında, gördüğüm manzara karşısında yanaklarından sızan yaşlarımın donduğunu hissettim. Çünkü Türk askerinin göğsünde bizim askerden daha derin bir süngü yarası vardı ve bu yarasına bir tutam ot tıkamıştı. Az sonra ikisi de öldüler.’’

İşte Mehmetçiğin dost - düşman demeden; çaresiz kalan dostuna-polise- göstermiş olduğu şefkat ve çaresiz kalan düşmanına-Fransız askerine-- göstermiş olduğu merhamet!

Kısacası: Bu milletin çocukları, yüz yıl önce; Diyarbakırlı ile Denizlili, Karslı ile Aydınlısı, Çerkez’i ile Arnavut’u düşmana karşı yan yana savaşmış ve yan yana yatmaktadır, kardeşçe. 

Kendi yarasına ot basıp, gömleğiyle düşmanın yarasını saran Mehmetçik bin yıl-yüzyıl- öncesinde olduğu gibi bugün yine doğru yoldadır. 

Biliniz ki, yüzyıl önceki Mehmetçiğin şefkati ile bugünkü Mehmetçiğin şefkati aynıdır ve de hiçbir şekilde değişmemiştir.

Beyler ve bayanlar! Hiç ümitsiz ve umutsuz olmayınız bu milletin böyle fedakâr evlatları olduğu sürece birlik ve beraberlik içinde hür bir şekilde yaşayacağımıza inancım sonsuzdur!