İki hafta kadar önce çevreci kimliğini öne çıkaran bur kısım İstanbullu’nun Taksim Gezi Parkı’nda ağaç kesilmesine karşı yaptıkları eylemlerle güvenlik kuvvetlerinin bu eylemlere mani olurken yaşanan olaylar, bilindiği gibi önce İstanbul’da, ardından bir çok il ve ilçeye süratle yayıldı. On binlerce insan sokaklara döküldü. Başta İstanbul, Ankara ve İzmir günlerdir savaş alanı gibi. Kimileri eylem yapıyor, kimileri de vurup kırıyor, etrafı tahrip ediyor. Bazı sendikalar sembolik de olsa grevlerle bu eylemlere destek verdi.
Sorun başlangıçta İstanbul Valiliği ve Büyükşehir Belediye Başkanlığı seviyesinde çözülemeyince başta Cumhurbaşkanı olmak üzere iktidarın, şiddetin önlenmesi için anlayış içeren söylemlerine rağmen sokaklar boşalmadı, polis ve eylemciler adeta çarpıştı. Hükümet tarafından, polisin orantısız güç kullandığı konusunda soruşturma başlatması yanında Taksim Gezi Parkı’na yeniden inşa edilecek Topçu Kışlası’nın müze ve benzeri kullanımlara tahsis edilebileceği açıklamalarıda eylemleri durdurmaya yetmedi.
Günlerdir devam eden eylemrde yüzlerce kişinin yaralandığını, biri polis iki kişinin hayatını kaybettiğini, bir çok kişinin gözaltına alındığını, milyonlarca lira tutarında kamu malına zarar verildiğini İçişleri Bakanı sık sık açıklıyor.
Bu kaos bölgede yıldız gibi parlayan Türkiye’nin imajına da gölge düşürüyor.
Daha kısa süre önce kimse rüyasında bile görse, bu kaos ortamını tahmin edemez, aklına bile getiremezdi.
Ancak değer yargılarının süratle değiştiği ve değişmeye de devam ettiği dünyamızda gücü elinde bulunduranlar, artık tek başlarına hareket etmemkte, daima ortak bulmaya, uzlaşmaya çalışmaktadırlar. Süperler dahil hiç bir devletin kendi kararını tahakkuk ettirecek kadar güçlü olmadığı, ABD’nin bütün müdahaleleri ya BM ya da NATO üzerinden gerçekleştirmeye çalıştığından belli değil mi?
Bu nedenle bugünkü ortam içinde her yönetim, dışta olduğu gibi içte de bir takım dengeleri tesis ve muhafaza ederek milli hedefleri elde etme gayreti içindedir.
Bu dengeden amaç, bir devleti oluşturan anayasal organlar dahil bütün birim, kurum ve kuruluşlarla özel ve tüzel kişilerin milli hedefler istikametinde ortak bir tutum ve davranış biçimi içinde buluşturulmalarıdır. Tabii bu her birey ve her birimin, her konuda aynı şeyi düşünmesi, değerlendirmesi ve aynı şekilde davarması anlamına gelmeyceğinden, farklı düşünce ve davranışların ancak uzlaştırılarak milli hedeflere uygun olarak ortak amaca yöneltilmelerinin mümkün olabileceği aşikardır.
Bu dengelerin tesisi ile bütün birim, kurum ve kuruluşları, özil ve tüzel kişileri milli hedefler doğrultusunda yönetim yetki ve sorumlulukları da iktidarlara verilmiyor mu?
Tabuu yetki de sorumluluk da iktidarların.
Ancak bütün olumsuz durumlarda fatura nedense hep dış bağlantılı marjinal grupların, provakatörlerin üzendi kalıyor. Oysa devletin istihbaratının bu marjinal grupları, provakatörleri belirlemesi, gereğini yaparak onları etkisiz hale getirmesi gerekmez mi?