MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin, önceki gün partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada oldukça önemli bir cümle yer aldı: "Sorunların çözümünde rehber olacak ilke, çözümsüzlüğü, 'malumun ilanı' mantığıyla kabullenmek değil; toplum vicdanının kabul edeceği çözümleri, 'makulün ilamı' haline getirebilmek basiretidir." Bu cümle, Anayasa Mahkemesi'nin başörtüsü konusundaki iptal kararının akabinde yapılan bazı değerlendirmelerde sarf edilen, "malumun ilanı" sözüne isabetli bir cevap olmuştur. KARAR, ÖNCEDEN MALUM OLABİLİR Mİ? Mahkeme kararının önceden bilinmesi, ancak iki şekilde mümkün olabilirdi: Birinci ihtimal, ülkedeki bütün hukukçuların aynı kanaatte olması ve o kanaatin kamuoyunca da bilinmesidir ki, söz konusu davada böyle bir durum söz konusu değildi. İlgili kanun değişikliği TBMM'de görüşülmeye başladığından itibaren, hukuk çevreleri değişik görüşler açıklamışlardır. Basına sızdığına göre, Anayasa Mahkemesi'nde de karar, ikiye karşı dokuz oyla alınmıştır. Bu demektir ki, şayet mahkemede çoğunluk, diğer türlü düşünseydi, karar tam tersi yönde çıkardı. O halde sonuç oylamadan önce bilinemezdi. İkinci ihtimal, mahkeme ile birileri arasında bir talep-taahhüt mutabakatı olmasıdır ki, bu korkunç bir durumdur. Bunu muhtemel görmek istemeyiz. O halde Sayın Bahçeli'nin tavsiyesi olan "makulün ilamı" talebinin, herkese ilke olmasını arzulayarak makuliyetin muhteva ve önemini izaha çalışalım. ADALET VE DEMOKRASİDE MAKULİYET Siyaset felsefesinin önemli isimlerinden John Rawls, cevaplandırılmak üzere şu "temel soru"yu ortaya atar (1): "Makul dinî, felsefî ve ahlaki doktrinlerin etkisiyle ciddi biçimde bölünmüş özgür ve eşit vatandaşların oluşturduğu bir toplumun, adalet ve istikrar içerisinde uzun süre varlığını sürdürmesi nasıl mümkün olabilir?" Filozofun gerek yukarıda ele aldığı soruda, gerekse "Siyasal Liberalizm" isimli kitabının tamamında mercek altına aldığı en önemli kavramları şöyle sıralayabiliriz: a) Özgür ve eşit vatandaşlar, b) Ciddi biçimde bölünmüşlük, c) Dinî, felsefî ve ahlaki doktrinlerde makuliyet, d) Adalet ve demokraside makuliyet. Bu kavramlardan "a" şıkkındaki özgürlük ve eşitliği, Anayasa'mızın 10. maddesinde görürüz. Bu maddede; dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep gibi farklılıklar taşıyanların kanun önünde eşit olduğu belirtilmektedir. Akabinde gelen "b" şıkkındaki "ciddi bölünmüşlük" tarifinde Rawls, bazı durumlarda tam akıl kabiliyetine sahip kişilerin, özgür bir tartışma sürecinde bile aynı sonuca ulaşması mümkün olmaz, der. Bizdeki başörtüsü tartışmaları, yukarıda bahsettiğimiz "a" ve "b" şıklarına uygun bir durum olmuştur. Özgür(?) ve eşit(?) vatandaşların, aynı sonuca ulaşamama durumudur bu. Böyle durumlarda Rawls'ın tavsiyesi ise yukarıda "c" ve "d" şıklarında belirtildiği gibi, gelişmiş Batı demokrasilerinde tatbik edilen makuliyettir. Vatandaşların farklı inançlarının bazılarının doğru bazılarınınsa yanlış; hatta hepsinin de yanlış olabileceğini söyleyen Rawls, o türden bir ayıklamaya kalkışmanın muhakeme zorluğu ve bazı tatsızlıklara sebep olacak dışlamalar doğuracağını da vurgular. O halde inançlar için makuliyet ölçüsü ne olmalıdır? Rawls; Siyasal liberalizmin, bilinen dinî, felsefî ve ahlaki doktrinleri, üzerlerinde tartışmaksızın makul saydığını söyler. Demokratik makuliyete gelince: "Biz, kendi doktrinimizin dışındaki doktrinleri benimseyenlerin de makul olduğunu düşünürüz. Onları kesinlikle gayrimakul olarak görmeyiz." Buradaki yaklaşım, çoğunluğun azınlığı ezmesini engellemek için herkese yönelik bir sosyal tatmin arayışıdır. Bu açıklamalarda demokratik bir hoşgörü anlayışı yatmaktadır. Bu tarz bir yaklaşımın, sosyolojik gerçekliğe de katılımcı demokrasiye de demokratik laikliğe de uygun olduğu açıktır. Sosyal huzuru sağlayacak olan da budur. Bu huzura ulaşmak için de "makulün ilamı" arayışında olan partilerin, samimiyetle dayanışması şarttır. -------------------------- 1- John Rawls, Siyasal Liberalizm, çev. Mehmet Fevzi Bilgin, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2007, ss. 91-103