Biricik haklılığıma…

Bembeyazdı umutları.

Yarının sözcüsüydü adeta ipek sarı saçları.

Gün düşüyordu gözleri gül açıyordu güldükçe gamzeleri…

Bir sabah vaktinde mavi badanalı evin asma tavanında yankılanmıştı sesi “Merhaba” demişti onun dünyaya gelmesine yardımcı olan ebe kadın. Sacdan çatısı, bahçesinde çeşmesi, salkımı olgunlaşmamış söğüdü olan Anadolu’nun çorak toprağında ayrılıklardan örülmüş o kerpiç evde. Hani kekeme güneşlerin doğudan doğduğu kar kaplı gökyüzünün altında. Henüz düğümler atılmıştı göbek bağına. Kulağına üflenmişti adı katıksız bir sevinçle. İlk olmanın mutluluğuyla. Eşiklerden aşıp avluda yankılanmıştı körpecik bedeninden çıkan buğulu sesi.

Dilek’ti adı. Sanki bedeni ile dünya arasında koca bir uçurum vardı. Ayrıcalıklı bir hüzün düşmüştü yaradan gözlerine. Sarı saçları güneşin hükmüyle savruluyordu. Sevgiyi sayıklıyordu siyah gözleri.

Ebruli bir gülümseme düşerdi yüzüne içtenlikle. Sek sek oyunlarımızın pembe kaldırımında yıldızlar konuk olurdu. Henüz tebessümleri asmamıştık kapılar ardına. Güneşin koynunda yıkanıyordu masumiyetimiz. Pembe pespembe bir ülkeydi çocuk yüreğimiz. Sıcacık nefeslerle doluydu hayallerimiz. Umut dolu heveslerimize sevgiyle donanımlı cümleler sıralardık. Özgürlüğümüzü aldırmadan annelerimizin kızgın terliklerine yağmur damlalarıyla çoğaltırdık.

Hazal derdi,

Uzat ellerini yağmura, kaç damla düşerse avuçlarına o kadar sevecek sevileceksin.

Ve bende tüm yağmur damlalarını yakalamak adına çamura bata bata oradan oraya yuvarlanırdım…

Sevdim sevildim,

Terkedildim de…

Kurbağa öpünce çık kızardı bana. “O sadece bir masa”l derdi “prens diye bir şey yok” dese de öpüp dururdum kurbağaları. “Git yıka yüzünü”  diye söylendikçe “kurbağadan korkuyorsun anladım” diye dalga geçerdim.

En çok da eve geciktiğimizde annelerimize söyleyeceğimiz yalanı düşünürdük. Dilek derdim burnunu sıkıca tut ki uzamasın. Ben öyle yapıyorum ya o yüzden burnum küçük. Elini karnına bastırıp gülerdi “Hazal dur bakim tahtadan mı kafan” diye tıklardı kafama. En çok o zamanlar aptal olduğumu düşünür bozuk atardım.

-Ne o küstün mü bana derdi.

-Ne küsücem be, şakadan anlamıyorsan benim suçum mu?

Yine gülerdi ve ben yine bozulur, ölüm küsü yapmak istesem de vazgeçemezdim günümün neşesinden.

Baharın gelişiyle kuş ekmeğini, kuzu kulaklarını, yemlikleri en çok kim toplayacak derdine düşerdik. Sırf çok seviyor diye kuş ekmeği toplardım titizlikle.

(Bir de “Dal sarkar kartal kalkar kartal kalkar dal sarkar” tekerlemesini hâlâ en hızlı ve en doğru bir tek ben söyleyebiliyorum.)

Cehennem çizgisini özenle çizer sek sek oynardık kuyuya düşen yanardı. Kuyunun müdavimi olmuştu pabuçlarım yanardım da yanardım. Oysa hep korurdu beni. Terli terli koşarken eve Aslı teyzenin tandırda pişirdiği lavaşların kokusuyla çark ederdik. Sıcacık lavaşın içinde erirken tereyağı çeçil peynir ve yanında demli çayla nasılda kendimizden geçerdik.

Hazal gel haydi yakar top oynayacağız. Bakkal İsmail’den aldığımız pembe topu elinde sektirdiğinde günlerden Cumartesi. Tuhaf bir ağlama nöbetindeydim.

-Ne oldu dedi.

-Bilmiyorum dediğimde,

-Bana bak valla annenler seni çöpten almamışlar şakaymış akıllım dedi.

-Biliyorum ona ağlamıyorum içim sıkılıyor, hem ben anneme benziyorum ki demiştim.

-Boş ver gel oynayalım geçer dedi.

Beş kişiydik oyuna başladığımızda. Top havalandı söğüt ağacının tepesine kondu. Dilek tırmanmaya başladı ağaca.

Tırmandı

Tırmandı

Tırmandı

Ve bir kelebek gördüm Dilek’in alnında

Ve bir çığlık koptu ardından

Elimi sıkıca tutarken ki son bakışı ve kelebeğin uçup kuş ekmeğine konuşu…

Günlerden Cumartesi. Uykusuz gecemin sabahı, radyoda SamimeSanay “Bir ilkbahar sabahı güneşle uyandın mı hiç” şarkısıyla içimi acıtıyor. Fakat güneş doğmuyor. Bir haber bekliyorum iyi bir haber. Başkaca her sese sağırım. Alnında ergen çizgiler olsun istiyorum, ergen anılarla dolsun ömür yolların.

Ve bir sâlâ

Hatun kişi niyetine…

Oysa hiç gelinlik hayalimiz olmamıştı. Şimdi anlıyorum ki o beyaz tül duvakmış.

Anne dilinden düşen son masalla uyuya kalmış.

Ben hiç kurbağa öpmedim anne dedikten sonra.

Ve bir gün sayfanın tenhasında kırık buruk harfleri adına yakıştırmakta varmış. Anılardan bir suçlu gibi sıçrayıp ellerinden tutmak isterdim. Hiçbir bakışla gözlerimi kapamak istemezdim sonrasında. Ölüme emanet etmeyecektim öğreneceklerimi. Kirpiklerinin bu kadar tenime batacağını bilemezdim… Şimdi zifiri bir acıyı ağırlıyorum dudaklarımda. 8 yaşımda öğrendim asıl özgürlüğün ayrılık olduğunu aralık anılarda bizi seyre dalınca…

Seni hiçbir özleme,

Yüzüm her bulutlandığında

Hiçbir gözyaşıma değişmedim ki…

Bir bayram sabahı gibi taşıdım yüreğimde

Adımı anarken suretinde beliren sevincini…

Biraz yenik büyüdüm gidişinle

Bir başıma şarkı söyleyemedim mesela

Kuş ekmeğini bir daha koparamadım

Bir kelebek gelip konar korkusuyla…