Kurtuluş Savaşı’nın silahlı mücadele ile kazanılmasının yanı sıra manevi yanını da unutmamak gerekir. İşgalcilere karşı başarılı olunacağını manevi yönden olumlu anlatanlar olduğu gibi, Milli Mücadele’nin başarısını istemeyenlerinde, olduğunu unutmamak gerekir ki; bunlar zafer sonrası bile emellerinde vazgeçmemişlerdir. İşte size kurtuluşun er veya geç olacağını ve de bu savaşın “kutsal” olduğunu anlatan üç manevi işaret. Kurtuluş Savaşı sırasında, Sakarya Meydan Savaşı’nın en kritik dönemlerinde, top seslerinin Ankara’dan duyulmaya başlandığı ve Büyük Millet Meclisi’’nin Kayseri’ye nakledilmesinin bile düşünüldüğü günlerde; Mustafa Kemal, günlük çalışmalarının büyük bir kısmını yürüttüğü Ankara Tren İstasyonu’ndaki evde, bir sabah erken kalktığı bir sırada Çavuş Ali Metin’e şöyle dedi:
“Acele olarak Fevzi Paşa’yı telefonla ara, bul ve hemen buraya gelmesini söyle.” Ali Metin, Fevzi Paşa’’yı telefonla arayıp bulduğunda, Fevzi Paşa da Mustafa Kemal’in yanına gelmek üzere, hemen evden çıkmakta olduğunu söylüyor. Fevzi Paşa Mustafa Kemal’in yanına girince, hoş beşten sonra Mustafa Kemal, Fevzi Paşa’ya bu gece bir rüya görüp görmediğini soruyor. Fevzi Paşa’dan evet cevabını alınca ona bir kâğıt kalem uzatıp: “Paşam bugün gördüğün rüyayı yazıp ve bana verir misin, “ diyor. Kendisi de bir kâğıt kalem alıp aynı şekilde o gün gördüğü rüyayı, Fevzi Paşa’ya vermek üzere yazmaya başlıyor. Yazma işi bittikten sonra, her iki Paşa da karşılıklı olarak yazdıklarını alıp okuyorlar ve okuma işi bittikten sonra birbirlerine bakıp sevinçle gülümsüyorlar. Her ikisinin de yazdıklarını kendi kâğıtlarından okuyan Ali Metin, her iki kâğıtta da şu rüyanın yazılmış olduğunu görüyor: Hazreti Peygamber (s.a.v) Efendimiz, Hacı Bayram-ı Veli’ye diyor ki:
“-Mustafa’ya söyle, korkmasın, sonunda zafer onların olacak.” Bilindiği gibi, aynı gecede rüyalarında Hazreti Peygamber (s.a.v.) Efendimizi, Hacı Bayram-ı Veli’ye bu sözleri söylerken gören o iki muzaffer kumandanın o günkü isimleri, ‘’Mustafa Kemal’’ ve ‘’Mustafa Fevzi’dir.”
Bir başka mucize de; Müslüman-Türk Milleti’nin zalim Haçlı saldırısı karşısında Şeyh Sunusi Hazretlerinin gördüğü o cesaret verici rüyadır.
- Şeyh Sunusî Hazretleri bir gece Peygamberimizi rüyasında görmüş ve koşup elini öpmek istemiş. Peygamber kendisine sol elini uzatmış, buna şaşıran ve mahzun olan Şeyh,
Peygambere hitaben:
- Ya Resulâllah niçin sağ elinizi vermediniz? Diye sual edince şu cevabı almış:
“Sağ elimi Ankara’’da Mustafa Kemal’e uzattım.”
Şeyh’in bu rüyası camilerde hutbelerde, okullarda sınıflarda bütün halka anlatıldı durdu. Peki, Milli Mücadeleyi şahlandıran din adamlarından Libyalı: Şeyh Ahmet Sunusi, Tarikat Lideri ve Mustafa Kemal’in çok önem verdiği Şeyh Ahmet Sunusi kimdir. Türk Milli Mücadelesi’nin müstesna şahsiyetlerden biridir. Aslen bugünkü Libya’lıdır. 1873 yılında Jagbub’da dünyaya gelen Şeyh Sunusi Afrika’da, özellikle Sahra ve Sudan bölgesinde geniş bir nüfuza sahip olan Sunusiler’in önderidir. Trablusgarp Savaşı sırasında Osmanlı ile birlikte İtalyanlara karşı verilen savaşta büyük mücadele vermiştir. Mustafa Kemal ve Enver Paşa ile o günlerde büyük dostluklar kurmuştur. Sultan Mehmet Reşat tarafından İstanbul’da ağırlanmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’nun birçok yerini gezerek, Kuva-ı Milliye’ye vaazlarıyla destek olmuştur. Sunusi Efendi, Türk’ün, İslam’a yapmış olduğu ve daha da yapacağına inandığı büyük hizmetler dolayısıyla, Afrika’nın kızgın çöllerinden, daha önce hiç görmediği Anadolu’ya koşmuş, Millî Mücadele’mize katılmıştır. O Millî Mücadele ki; aç, çıplak, silahsız, ama imanlı bir milletin, kendisine sırtlanca saldıran, emperyalist devletleri mağlûp edişinin ta kendisidir. Millî Mücadele’nin kazanılmasında din adamlarımızın önemli hizmetleri vardır. Şeyh Sunûsî ve Özbekler Dergâhı’nın kahraman şeyhi Ataullah Efendi, bunlar arasında ilk akla gelenler isimlerdir Şeyh Sünusi Hazretleri, Milli Mücadele başladıktan sonra halkı düşmana karşı ayaklandırmak için Anadolu’yu köy köy dolaştı. 1922’ye kadar bu sürdü. Milli Mücadele bitinceye kadar buradaydı. 1922 senesinde buradan giderken, Mustafa Kemal Paşa Adana’ya kadar onu uğurladı.
Kurtuluş’un ne kadar kutsal olduğunu anlatan başka bir manevi işaret ise şöyle nakledilir; II. Abdülhamit Han döneminde Şeyhülislâmlık’ta görev yapmış Şeyh Rahmi Baba 1930’lu yıllarda şeyh ve halife arkadaşlarını gizlice Anadolu’nun bir kasabasına davet eder.
“Kahriye” okunacak, yani “Ya Kahhâr” zikri çekilerek Mustafa Kemal’in ve rejiminin “kahr u tedmiri” için dua edilecektir. Davet kabul görür ve gizlice toplanılır. Kahriye’nin okunacağı sabaha birkaç saat kala Şeyh Efendi bütün niyetlerini altüst edecek bir rüya görür:
“Büyük bir dünya haritası, ortasında Türkiye vardır. Türkiye toprakları ise yemyeşil ve dünyanın diğer bölgelerinden apaçık bir şekilde belirgindir. Fakat etrafı, sınırları simsiyah, hayli kalın, lakin alçak duvarla çevrilidir. “Peygamber Efendimiz haritanın başında ve insanların gözü önünde dünyayı yeniden taksim ediyor; şurayı şuna, burayı buna verin diye emirler veriyor, etrafındakiler de gerekeni yapıyorlar.” Mustafa Kemal, Trakya bölgesi gibi bir yerde duruyor. Yüzü Peygamber Efendimiz’e dönük değil ve duruşundan anlaşıldığına göre mahcup ve tedirgin bir durumda; bu yüzden Efendimiz’e bakamıyor. Sıra Türkiye’nin kime verileceğine geldiği zaman Şeyh Efendi gözlerini beş açıyor ve pürdikkat kesiliyor. Peygamber Efendimiz yüzünü çevirmeden yalnız eliyle işaret ederek “burayı şuna verin” buyuruyorlar. Burası dediği Türkiye’dir, şu dediği de Mustafa Kemal’dir. “
Şeyh Efendi kan ter içinde uyanır. Düşüncelidir. Niyetiyle rüyası arasında bir müddet gider gelir. (Tasavvuf ve tarikat kültüründe rüya, doğrudan bilgi kaynaklarından biridir). Abdestini alır, namazı cemaatle kılmak için arkadaşlarının yanına gider. Namaz eda edilir, dua biter. Fatiha okunur. Herkesin, “Kahriye” okumaya geçilecek dediği bir anda Şeyh Efendi rüyasını anlatmaya başlar... Şeyler rüyayı şöyle yorarlar: Türkiye yemyeşil olduğuna göre bu hayra, İslâm’a alâmettir ve durumun esas itibariyle iyi olduğunu gösterir. Etrafındaki duvarların kalın ve siyah oluşu tedirginlik verici; çünkü siyah küfür işaretidir, fakat duvarların alçak oluşları mevcut menfi durumun çok uzak olmayan bir zamanda aşılabileceğini gösteriyor. Gerek Efendimiz’in ona karşı tavrı, gerekse Mustafa Kemal’in duruşu menfi... Fakat Türkiye’yi ona veren Hazreti Peygamber olduğuna göre buna karşı çıkamayız. Kahriye okumaktan vazgeçilir ve şeyhler, halifeler memleketlerine dönerler...
Kısacası; on binlerce şehitlerimiz kanı ve canı pahasına kazandığımız ”İstiklâl Savaşı’na,” manevi bir “sır” katılırsa çok da fazla olmasa gerek. Çünkü Merhum Mehmet Akif’in dediği gibi “Kimi Hindu, kimi yamyam kimi bilmem ne bela” ve diğer yandan da dünyanın süper güçleri ile başarılı olmak elbette ki çok zordu. Bu kutsal savaştaki başarının en büyük silahından birisi ise kuşkusuz ki; Türk’ün “İslâm’a” olan sonsuz inancıdır. Haftaya bu muhteşem doğuşun siyasal başarısını anlatacağız.
Not: Kızım “Muhteşem” senin bugün aramıza katılışın bizlere büyük bir mutluluk ve gurur vermiştir. Hukuk yolculuğunda başarılar.