Yeni nesil ve kuşaktan öyle değerli, çalışkan, gayretli ve velûd / çok verimli genç yazarlar birbiri ardınca zuhur ediyor ki, ne kadar sevinsek azdır. Türkiye’nin can alıcı meselelerine el atıyor, kalemlerini cesaret ve dürüstlükle kullanarak; insanımızı aydınlatıyorlar. Üstelik yazdıkları çok önemli eserler, büyük bir rağbete mazhar oluyor ve baskı üstüne baskıları yapılıyor. Böylece halkımız gerçekleri bir bir, ehil ellerin yazdıklarından öğrenmiş oluyor. Bu durum yarınlara güvenle bakmamız gerektiğinin de birer nişanesi olarak, bizlere rahat bir nefes aldırıyor. Ufuklarımızda arzı endam eden kara bulutların geçip gideceğine olan inancımızı da pekiştiriyor. İşte bu parlak kalemlerden birinin; yerinde ve isabetli tespitlerin yer aldığı eserinden yaptığımız alıntı:
“Türk milleti, 1840’ların başından bu yana enerjisinin ciddî bir kısmını ecnebiler tarafından kotarılan ve iç aktörlerce sahneye konulan ‘Kürtçülük meselesi’ne harcamıştır.
“Osmanlı’nın son dönemleri ve Kurtuluş Savaşı yılları da dâhil olmak üzere Türk milletinin her varlık davasında büyük sıkıntılar yaratan…özellikle 1984 sonrasında yaşanan fiilî çatışma ve terör dönemi, Türk milletine ve Türk millî devletine maddî ve manevî açıdan çok büyük kayıplar yaşatmıştır.
“Şunu da kabul etmek gerekir ki, daha sorunun ilk başlıklarında bile bir sis perdesi vardır. Hattâ denilebilir ki, bu sis perdesinin kalkmasını engelleyenler bizzat bu işi kotaranlar ve sahneye koyanlardır.
“Sorunun bütününde çözüm zaten söz konusu olmamıştır ve geçen her saniye Türk milleti için can, para ve zaman kaybı demektir. Oysa bu millet, bütün unsurları ile bir bütündür. Ne kaybedecek insanı vardır; ne zamanı ve ne de parası…Bu sorunun köklü ve kesin şekilde sonlandırılması çok yönlü bir çalışmayla mümkündür. Bunlardan biri de, hiç şüphesiz, kültürel çalışmalardır.
“Çalışmamızda karşımıza çıkan en büyük zorluk ve aslında temel sorun, Kürtlerin kültür ve dil olarak ortak bir birliğe sahip olmayışları idi. Mesela Kürtleri teşkil eden aşiretlerin birinde olan bir âdet, bir başka aşirette yok. Diğerinde olan bir gelenek bir başkasında bulunmuyor.
“Dil konusu da bu şekildedir. Temelde Kürt olarak adlandırılan topluluklar Kurmançi ve Sorani (Kurdi) olmak üzere iki ana lehçe konuşsa da, bu lehçelerin kendi içerisinde çeşitlilik arz etmesi işimizi daha da zorlaştırdı.
“Bazı kültür özelliklerinin tarihî derinliğine ulaşmak da mümkün olmadı. Mesela Bazil Nikitin, İran Kürtlerinin kımız içtiğini söyler. Bilindiği gibi kımız kadim bir Türk içkisidir.
“Dil ve kültür olarak Kürtler, Türklerle o kadar büyük benzerlikler gösterir ki, bunu dil ve kültür alışverişi çerçevesinde izah etmek bir hayli zordur.
“Bugün siyasî Kürtçülerin sözde Kürdistan bayraklarında kullandıkları renkler: Sarı-kırmızı-yeşildir. Bu üç renk nerdeyse, yaratılan Kürtçü hareketlerin ortak renkleri olmuştur. Oysa tarihî vesikalardan öğrendiğimize göre, Yeniçeri sancağının sarı, kırmızı ve yeşil renklerden oluşması. Selahattin Eyyubî’nin kardeşlerine; Turanşah, Tuğtekin ve Böri diye Türk adları konulması. Sarı, kırmızı, yeşil renklerin birçok Türk devleti tarafından kullanılması. Büyük Selçuklu Devleti’nin bayrak ve sancaklarının tamamı sarı-kırmızı-yeşil renklerden oluşması. Osmanlılarda Mahmut Şevket Paşa döneminde Osmanlı sancakları sarı-kırmızı-yeşil renkte olması gibi müştereklikler ve daha niceleri; Kürtlerin Turanî olduklarını gösteriyor. (s. 1, 292)
“Kürtlerle ilgili 19. Yüzyıla kadar kısır bilgilere sahip olmamıza rağmen, âdeta Kürtlerle ilgili yayınlarda 19. Yüzyıldan itibaren bir patlama yaşanmıştır. Çünkü Kürtler Batılılar tarafından keşfedilmiştir.’
“Kitabın adını birçok öneri arasından ‘Kart-Kurt Sesleri Arasında Kaybolan Gerçek: Kürtler ve Türklük’ olarak belirledik. Çünkü on yıllardır ‘Kart-Kurt Efsanesi’, Kürtlerle ilgili yüzlerce gerçeğin üzerini örtmek için kullanılmıştır. Neredeyse bu efsane, Türk tezlerini kestirmeden reddetmenin parolası olmuştur.
“Efsane neydi, hatırlayalım: ‘Kürtler aslında Türklerdir ama dağda kar üstünde yürürken çıkan kart-kurt seslerinden Kürt adını almışlardır.’ Gördüğüm kadarı ile bu efsane Macar
Türkologlara ait…Esasen Türk dilinin birçok lehçesinde ‘Kürt’ kelimesinin, ‘kar’ kelimesine bağlı olarak onlarca anlamı vardır. Üstelik bu Türkçeye yeni girmiş bir kelime de değildir. Öz Türkçedir ve binlerce yıldır Türk dilinin değişik lehçelerinde varlığını sürdürmektedir.
“Bunlar başkadır, kart-kurt efsanesi ise başka…
“Hiçbir bilimsel çalışmaya girişmeden sadece bu efsane üzerinden Türk tezine saldırmak, açık bir kolaycılık ve aymazlıktır. Hattâ günümüzde bu durum, bir zevzeklik halini almıştır.
“Ara dönemlerde birçok olumsuzluk görülmüşse de, bunları halkın sadece bir kısmı değil, Türk milleti bir bütün olarak yaşamıştır. Nitekim Türk milletinin vicdanı da bu ara dönem uygulamalarını kabul etmemiştir.
“Kürtler konusuna merak saldığım günlerde Kürtleri, Türklerden bağımsız bir etnisite olarak görüyordum. Bugün ise ulaştığım nokta bunun tam tersi bir yerde bulunuyor.
“Vardığım netice özetle şudur: Bugün Kürt olarak adlandırılan topluluklar iki koldan bölgeye yerleştiler.
“Birinci kol, Kürtlerdir. Kürtler, tarihte önce Yenisey’de bir Turan-Türk boyu olarak görüldüler. Sonra Orta Asya’dan Batı İran’a ve Macaristan’a göç ettiler. Batı İran’a göçenler, Irak ve Suriye’ye doğru adacıklar halinde yayıldılar. Bunların dilleri, Farsça’nın ve daha sonra Arapçanın ağır etkisi altında kaldı. Bunlar kendilerine Kürt, dillerine kurdi (Soranî) derler. Kürtlerin ana kütlesi bunlardır.
“İkinci kol ise, Kurmançlardır. İslam fetihlerinden sonra ana gövdesini Gurların oluşturduğu birçok Türk boyu ‘Sugûr’ adı altında Abbasîler tarafından Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya yerleştirildi. Bunlar da, yakın oldukları Arapların ve Farsların kültürlerinden ve dillerinden etkilendiler. Bunlar da kendilerine Kurmanç (Gurmanç / kırmanç), dillerine Kurmançi derler. Esasen bunlara ‘Kürtleşen Türkler’ demek daha doğru bir tespit olur ve güneyde bulunan Kürtlerle  -Türklük çatısı dışında-  organik hiçbir bağları yoktur. Ama genel bir kabul olarak Kürt olarak anıldıkları için biz de çalışmamızda bu şekilde andık.
“18. Yüzyılın sonunda emperyalistlerin kayıtlarında açık şekilde görüleceği üzere Batılılar, Kürtleri keşfettiler; Türklerden koparmak ve başka bir millet inşa etmek için çalışmaya başladılar.
“Hâlâ da çalışmaya devam ediyorlar.
“19. Yüzyıla kadar ne Kürtler kendilerini ayrı bir millet olarak gördüler ne de Türkler, Kürtleri. Hattâ Avrupalılar bile, bu çağa kadar Kürtleri Türk görmektedir. Bunun en çarpıcı örneği, İngiliz ansiklopedisi Encyclopedia Britannica’nın Kürdistan maddesinde görülür. Encyclopedia Britannica’nın 1875-1911 yılları arasındaki bütün baskılarında Kürtler, Turanî bir topluluktur. 1911 yılından sonra ise, Turanî olan Kürtler, birdenbire İranî oldular. (Bilal N. Şimşir, Kürtçülük (1787-1923), Bilgi yayınları, Ankara 2007, s. 16)”
(Kürtler ve Türklük, Ali Rıza Özdemir, 2. Baskı: Şubat 2010, s. 12-19)