Takke düştü kel göründü. Basında öyle şeyler yazılıyor, Televizyonda  öyle  şeyler konuşuluyor ki, şaşmamak mümkün değil.
İç-dış bir oldu
Ortalık kusmukla doldu 
Oldu  herşey ayan 
Dayan ey ehl-i vatan 
Gösterdikçe hüsnü niyyetin devlet
Sürüldü ortaya hep sui niyyet 
Nelere demedi ki iktidar  “evet”
Bunlara rağmen nerde gayret
Madem ki vakide var hayır
Durma şerdeki hayrı  ayır
Demişler zaman en iyi müfessir
İçi dışa çıkaran gerçek müessir
İçtekiler vurdu dışa birer birer
Çekinilmiyor artık kim ne der
Dış dünyadan aldıkça sinsi haber
Aziz canlarını ediyorlar heder
Son pişmanlık vermez fayda
Güven devletine olma  serseri
Al yerini geri kalma halayda
Ol Türkiyenin yılmaz eri
Henüz geç değil olma ümitsiz
Koşar kardeş kardeşe davetsiz
Çağıralım Batı’yı birlik aşına
Diyelim artık al fitneni çal başına
X
“Sonunda resmen  baklayı  ağızlarından çıkardılar. Neymiş, öğrendik. Dedikleri, “Kürt sorunu” imiş, istedikleri “Özerklik” imiş!
“Avrupa Parlamentosu (AP), 17 Eylül 1992’de, “…OHAL derhal kaldırılmalı. Türkiye’deki Kürt sorunu ile ilgili olarak bir uluslar arası konferans düzenlenmeli” dedi. Ertesi yıl biraz daha açılan AP, 22 Aralık 1993’te kabul ettiği kararda “Türk Devleti’nin bütünlüğü, idarî özerklikle uyumlu olmalıdır” buyurdu… AP, 20 Haziran 1996’da da Türkiye’ye yol gösterdi, ne yapılması gerektiğini tebliğ etti: “Ülkenin (Türkiye’nin) güneydoğusundaki askerî operasyonları durdurması ve tüm Kürt örgütlerle görüşmelere başlaması için Türk Hükümeti’ne çağrıda bulunur.” (C. 2 / VI / 2005)
“Önce şunu tekrarlayıp geçelim: Türkiye’de Kürt sorunu yok; Kürtçülük sorunu var, terör sorunu var. Bölücülük sorunu da denebilir ama “Kürt sorunu” denemez. Bölücülerin, Kürtçülerin öncüleri ve ideologları da Kürtler değil Avrupalılar, Amerikalılardır... Avrupalı ve Amerikalı, Türkiye’de bir “Kürt sorunu” çıkarmak için iki yüzyıldır uğraşır. Kürt sorunu olsaydı, Türk milleti birarada tutulamazdı, Türkiye dağılıp giderdi. Büyük Kürt kitlesi Türkiye’den ayrılmayı hiç düşünmemiştir, bugün de düşünmemektedir. Tersine, tehdit karşısında Türk milleti birbirine daha da sarılıp kilitlenmekte ve birlik halinde terörle boğuşmaktadır. Bölücü teröre karşı köy korucusu da Mehmetçikle birlikte can vermektedir; Türkiye’nin birliği, bütünlüğü için can vermektedir. Terörden en çok zarar gören, bölge halkıdır. Bölge halkı, kendilerine musallat olan Avrupalı, Amerikalı ve yerli Kürtçüden yaka silkmektedir. Türkiye’de “Kürt sorunu” var demek, Türkiye’nin Kürt kökenli vatandaşlarına hakarettir; onları teröristlerin yanında imiş gibi göstermeye çalışmaktır, Kürtleri töhmet altında, zan altında bırakmaktır. Buna kimsenin hakkı yoktur.
““Özerklik” söylemine gelince, bu, “bağımsızlık” demenin ilk aşamasıdır. Osmanlı tarihinde de bu hep böyle olmuştur. Yunanistan hariç, Osmanlı Devleti’nden ayrılan otuz kadar devletin hepsi, önce özerklik almış, sonra bağımsızlık. Bir bölge özerklik aldıktan sonra bir daha merkezî hükümete bağlı kalmamış, ayrılıp gitmiştir. “Özerklik” dönemi kısa ya da uzun sürmüş olabilir ama sonunda mutlaka bağımsızlıkla noktalanmıştır. Başka türlü söylemek gerekirse, “özerklik” bu coğrafyada yaşamamış, yerini “bağımsızlığa” bırakmıştır. Bikaç örnek: Romanya (Eflak-Buğdan) 1856’da Özerk Prenslik, 1878’de Bağımsız Krallık olmuştur. Bulgaristan 1878’de “vergi veren Muhtar Emaret” yani Özerk Prenslik, 1909’da Tam Bağımsız Krallık olmuştur. Doğu Rumeli 1878’de İmtiyazlı Vilayet yani Özerk Vilayet olmuş, 1885’te Bulgar Prensliğine katılmıştır. Önce özerk, sonra bağımsız. Girit öyle, Lübnan öyle. Arap ülkelerinde kurulan “manda” yönetimleri de o ülkeleri bağımsızlığa hazırlayan bir çeşit özerklik dönemi olmuş, ondan sonra bu ülkeler bağımsızlığa geçmişlerdir. Sevr Antlaşması da Kürtler için önce “özerklik”, sonra “bağımsızlık” görmüştü. Bu tasarı tutmamış, suya düşmüştü. Sevr Antlaşması, Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmiş ve işgale uğramış olan Osmanlı Devleti’ne dikte edilmişti. 1990’larda Türkiye Cumhuriyeti Devleti o durumda mıydı? Bugün o durumda mıdır? Türkiye bir büyük savaşta yenilmişti de Avrupa’nın önünde diz mi çökmüştü? Türkiye’nin bir bölgesi için özerklik istemek ne demek oluyordu? Avrupa Parlamentosu şimdi Sevr’i hortlatmaya nasıl kalkışabiliyordu? Kürt asıllı Türk vatandaşları için  yine “özerklik” (sonra bağımsızlık) istemeye nasıl kalkışıyordu? Hangi hakla? Sormak gerekmez miydi?
“Kimi yerli Kürtçüler de Avrupa’nın kışkırtmasıyla, “özerklik” demeye başladılar. Bunun, Türkiye Cumhuriyeti için bir beka davası demek olduğunu pekâlâ bilen Türk ulusu da “Ya öylemi?” diye soracak ve “HAYIR!” diyecektir. İşte o kadar!
“Ne diyordu Dokuzuncu Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel: “Türkiye’nin gücünü kimse denemeye kalkmasın. Geçmişte deneyenler pişman olmuştur.” (Kürtçülük II,  1924-1999, Bilâl N. Şimşir, Ocak 2009 s. 690-692)”