Hayvanlar, dünyaya geldiği zaman, sanki başka bir âlemde tekemmül etmiş / mükemmelleştirilmiş gibi istidat, kabiliyet ve yeteneklerine göre mükemmel / tam ve eksiksiz olarak dünyaya gelir, yani gönderilir. Ya iki saatte, ya iki günde veya iki ayda bütün hayat şartlarını ve kâinat / evrenle olan münasebet / ilgi ve alâkalarını, hayat / yaşam kanunlarını öğrenirler. Meleke / alışkanlık ve kabiliyet sahibi olurlar.

     İnsanın yirmi senede kazandığı hayat gücünü ve iş yapabilme meleke ve kabiliyetini; serçe ve arı gibi hayvanlar yirmi günde elde eder. Yani onlara ilham olunur / Allahın bildirmesi, içlerine doğurmasıyla onlar kendilerine gereken davranışları edinirler. Demek, hayvanların asıl vazifesi taallüm / öğrenmeyle tekemmül etmek / mükemmelleşmek ve olgunlaşmak değil. Marifet / bilgi kesb etmek / edinmek ve kazanmakla terakki etmek / ilerlemek de değil. Aczini / güçsüzlük ve beceriksizliğini göstermekle medet / yardım istemek hiç değil.

     Belki vazîfe ve görevleri; istidat / kabiliyet ve yeteneklerine göre taammül / yaratılışlarının gerektirdiği amel / fiil ve işleri yapmak, ubudiyet-i fiiliyede / fiilî kulluk ve ibadetlerini yani yaratılışlarının gereğini yerine getirmektir. Çünkü onlar, âdeta kurulmuş birer robot hükmündedir. 

     İnsan ise, dünyaya gelişinde, her şeyi öğrenmeye muhtaç / ihtiyaç içinde, hayat kanunlarına cahil; hattâ yirmi senede tamamen hayat şartlarını öğrenemiyor. Belki âhir ömrüne / ömrünün sonuna kadar öğrenmeye muhtaç. Hem gayet / son derece âciz / güçsüz, beceriksiz ve zayıf bir surette dünyaya gönderiliyor. 

     Bir iki senede ancak ayağa kalkabiliyor. On beş senede ancak zarar ve menfaatlerini / faydalı şeylerini fark ediyor. Beşer / toplum hayatının muaveneti / yardımıyla ancak menfaat ve faydalı şeyleri kendine celp edip çekebiliyor. Zararlardan sakınabiliyor. Demek ki, insanın fıtrî vazîfesi / yaratılışına verilen görevi; taallümle / öğrenmekle tekemmül etmek / mükemmelleşmek ve olgunlaşmaktır. 

     Yani “Kimin merhameti / acıması ve şefkat göstermesiyle; böyle hakîmane / hikmetli bir şekilde idare olunuyor? Kimin keremi / lütuf, ihsan ve bağışıyla; böyle müşfikane / şefkatlice terbiye olunuyor / yetiştiriliyor, kabiliyetlerim geliştiriliyor? Nasıl birisinin lütuf / ikram ve yardımıyla, böyle nazeninâne / nazikcesine besleniyor ve idare ediliyorum?” gibi soruların cevaplarını  bilmektir. Binden ancak birisine eli yetişemediği hâcât ve ihtiyaçlarına dair Kadıu’l- Hâcâta / tüm ihtiyaç ve gereksinimlerini yerine getiren Allaha; fakr ve acizlik dili ile yalvarmaktır. Yani, aczin ve fakrın cenah ve kanatlarıyla, makam-ı âlâ-yı ubudiyete / kulluğun en yüce makamına uçmaktır.

     Demek, insan bu âleme tekemmül etmek / mükemmelleşmek ve olgunlaşmak için gelmiştir. Mahiyet / nitelik, yapı ve istidat / kabiliyet ve yeteneği bakımından ise, her şey ilme bağlıdır. Bütün hakiki / gerçek ilimlerin esası, madeni, nuru ve ruhu ise marifetullah / Allahı tanımak, anlamak ve bilmektir. Bunun üssü’l-esası / asıl, sağlam temeli de, iman-ı billah / Allaha imandır.

     Hem insan, nihayetsiz aczi, zayıf ve güçsüzlüğüyle, nihayetsiz / sonsuz beliyyata / belâlara maruz kalır / uğrar. Hadsiz / sayısız âdânın / düşmanların hücumuyla karşı karşıya kalır. Nihayetsiz / sonsuz fakrıyla beraber, nihayetsiz hâcâta / ihtiyaçlara giriftar olur / gereksinim duyar. Sayısız metalibe / talep olunan şeylere muhtaç duruma düşer. Bu yüzden vazife-i asliye-i fıtriyesi / yaratılışa ait vazife ve görevi, imandan sonra duadır. Dua ise esas-ı ubudiyet; yani kulluğun aslı, esası ve temelidir.

     İşte insanın bu kadar potansiyel ve yeteneklerle yaratılması; onun bu kabiliyet ve yeteneklerini geliştirmesini gerektirir. Bu da her husus ve konuda OKUmasından, OKUyarak araştırmasından, yani öğrenmekten / OKUmaktan geçer. 

     Öğrenmenin yolu ise OKUldan, OKUmaktan; kısaca demek lâzımsa, hayatı OKUMAK, hayatı anlamak ve hayatı bilmekten geçer. İnsanın hayatına yön vermesi, hayatı anlamasından geçer. Bu da  OKUMAKTAN başka seçenek bırakmaz, insan olan insana. İşte bundan ötürüdür ki, Kur’an’ın ilk inen Alak suresinin ilk âyetinin ilk sözü, ilk emri “İkra!” / “Oku!” dur. 

     Kur’an’ı sadece yüzünden okuyup da, anlamına yönelmezsek; Kur’an’ı öksüz ve yetim bırakmış oluruz be dostlar!