Filozof İoanna Kuçuradi, insanı “olanaklar varlığı” olarak tanımlar. Peki, insan doğuştan getirdiği olanaklarını nasıl gerçekleştirebilir ? Elbette nitelikli bir eğitimle. Yani kişi iyi bir eğitimle gelişimine engel olan katı gelenekleri aklın eleştirisinden geçirmeyi öğrenir. Herhangi bir düşünce kalıbına koşulsuz şartsız bağlı kalmanın gelişimine engel olduğunu anlar. Yaşamı ve dünyada olup biteni sorgular. Birey ve yurttaş olma bilincine ulaşır. Daha çok insanlaşır. Bilgi, beceri sahibi olur. Böyle bir eğitimle sanat yapar, bilimsel bilgi üretir. Üretirken özgürleşir, özgürleşirken de paylaşmanın bir değer olduğunu kavrar. İşte aydınlanma denilen yüce değer akıl, birey ve bilgi üçgeninden oluşan bir sacayağı üzerinde biçimlenir. Aklı ve bilgilendirilmiş bireyi önceler. İnsanın, yani bireyin evrende karşılaştıklarını aklı ile çözebilmesi için bilgi ile donatılmış olması gerektiğini söyler.

Şimdi yine köy enstitülerine dönelim. 1924 yılında John Dewey’nin Türkiye’ye gelerek ülkenin eğitim, okul durumunu incelemesi, ardından da Atatürk’e sunduğu kapsamlı rapor köy enstitülerinin eğitim anlayışının temellerini oluşturmuştu. Amaç köyler eğitimden nasıl yaralanabilir, nasıl kalkınabilirdi? Nüfusun %80’ nine yararlı olma hareketiydi köy enstitüleri. Bir tür demokratikleşme eylemiydi. Amacı, Anadolu’nun ücra köşelerinde cehalete karşı mücadele etmekti. Bilgi ve beceriyle donatılmış, okumuş insanların her bakımdan köylünün yaşamına dokunmasını sağlamaktı.

Bu amaçla, 1936 yılında Eskişehir- Çifteler’de “eğitmen kursları” açıldı. Askerliğini çavuş ya da onbaşı olarak yapmış, okuma yazma bilen yetenekli köylü gençleri bu kurslarda yetiştirerek köylerde eğitmen olarak görevlendirilecekti. Bu kurslar 1948 yılına kadar devam etti ve 29’u kadın olmak üzere tam 8675 eğitmen yetiştirildi. Ardından 1937, 1939 yılları arasında “köy öğretmen okulları” projesi hayata geçirildi. Art arda Eskişehir- Çifteler, İzmir- Kızılçullu, Trakya- Kepirtepe ve Kastamonu- Gölköy’de köy öğretmen okulları açıldı. Daha sonra, 1940’ta çıkarılan bir kanunla köy öğretmen okulları köy enstitülerine dönüştürüldü. Artık köy enstitüleri Türkiye’nin 21 ayrı bölgesinde adeta birer kıvılcım olacaktı.

Köy enstitülerinde çok iyi bir meslek ve iş eğitiminin yanı sıra çok kaliteli bir sanat eğitimi de yer alıyordu. Enstitüleri kuran aydınlanmacı insanlar, sanatın insan yaşamını nasıl güzelleştirdiğini, geliştirdiğini iyi biliyorlardı. Türk Aydınlanması sanatsız yol alamazdı. Bu değerli eğitimciler sanatın özünün yaratıcılık olduğuna, bilim ve felsefe gibi hayatı anlamanın, anlamlandırmanın bir aracı olarak insanlığı aydınlattığına inanıyorlardı. Bu nadide okullarda öğrencilere imkân ölçüsünde her türlü olanak sağlandı. Sanat yeteneği olan enstitülüler müzikte , resimde, tiyatroda, mimaride, yontuda, yazın alanlarında dönemin en yetkin hocalarından eğitim aldılar. Bu okullarda Türkçeyi güzel ve etkili kullanma dersleri de veriliyordu. Köy enstitülerinden Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mehmet Başaran, Ümit Kaftancıoğlu, Pakize Türkoğlu, Kemal Burkay, Tahsin Yücel…. gibi yazarlar ve ressamlar yetişti. Ayşe Baysal, Yakup Kepenek, Mürüvvet Bilen, Cemal Yıldırım…. gibi birçok değerli profesörler köy enstitüsü kökenlidir.


 

Filozof Kuçuradi, “insan olanaklar varlığıdır” demişti ya. Nitelikli eğitim, insanda var olan olanakların gerçekleştirilmesine katkı sağlayan eğitimdir. Köy enstitüleri, yetenekli köy çocuklarının olanaklarını ortaya çıkarmış ve geliştirmelerine imkân sağlamıştı. Dünyada tanınan bilinen eğitimciler, bilim insanları köy enstitüleri hakkında övgüyle söz ettiler. Enstitülerin fikir babası John Dewey “Son yıllarda tasavvurumdaki okullar Türkiye’de kurulmaktadır. Bu okullar Köy Enstitülerdir” demişti. UNESCO köy enstitülerini iyi bir eğitim modeli olarak bizim gibi ülkelere öneriyordu. Böyle akılcı, üretime dönük bir eğitimle toplum bilinçlenecek ve aydınlanma kırsal kesimden başlayarak toplumun her katmanına ulaşacaktı. Bilgi ve beceriyle donatılmış insanlar üretmeyi öğreneceklerdi. Bu topyekun kalkınma ve gelişme demekti.

Kurtuluş savaşı sonrasında okuma yazma oranı %3, %4 civarındaydı. Köy enstitüleri bir okullaşma ve kalkınma hareketiydi. Devam etseydi bir süre sonra okuma yazma bilmeyen insan kalmayacaktı. Bu okulların çağın koşullarına göre geliştirilip eğitim sistemimizde yer alması mümkünken, asılsız iddialara dayanılarak kapatıldı. O günden bugüne kadar ülkenin koşullarına özgü bilimsel ve üretime dayalı bir eğitim modeli oluşturamadık. Gelişmiş ülkelerin eğitim sistemlerini araştırmak ve anlamak gibi pek bir çabamız da olmadı. Hâlâ arayışlarımız sürüyor. Belki buluruz bir gün.