Laiklik, bin yılı aşanbilimsel ve kültürel bir birikim üzerinde oluştu. Bu bakımdan Avrupa Aydınlanmasının insanlığa kazandırdığı en yüce değerlerden biridir.Batı’dakilise egemenliği yüzyıllarca insana, topluma dinsel temelli bir yaşam biçimi dayatıyordu.Ruhban sınıfı devletin içinde büyük bir güçtü, bilimsel bilgiye, sanata, edebiyata ve felsefeye karşı çıkıyordu. Galileo Galilei’nin başına gelenlerihepimiz biliriz. Kilisenin hışmına uğrayan sadece Galileo değildi elbette.Bilime hizmetleri olan onlarca, yüzlerce insanEngizisyon’dan nasibini aldı. Yine de susmadılar,canları pahasına bilimin doğrularını savundurlar. Birkaçını kısacahatırlatalım.13.Yüzyılda İngiltere’de  RogerBacon’nın büyüteci bulmuş olması kilisenin dogmalarına aykırıydı, yargılandı veon beş yıl hapis yattı. İtalyan filozof GiordanoBruno bir rahipti, Kopernik’in evren görüşüne inanıyordu. Yani, “güneş merkezli” bir evren görüşüne sahipti. O da Kopernik gibi dünyanın ve bütün gezegenlerin güneş etrafında sabit bir hızla döndüğünü düşünüyordu. Bu bilimde bir devrimdi, dinsel hakikatlere karşı çıktığı gerekçesiyle ölüm cezasına çarptırıldı.  Kilise, düşüncelerinden vazgeçersen seni bağışlarız dedi.Filozof Bruno ölümü göze alarak bilimsel tezini savunmaya devam etti ve 7 Şubat 1600 tarihinde Roma’da kazığa bağlanarak diri diri yakıldı. EngizisyonEndülüs’te Müslüman bilim adamlarına yapmadığını bırakmadı.Gırnata’da bir milyona yakın kitap yakıldı, aralarında bilime inanan, bilim yapan her kesimden binlerce insan  farklı cezalara çarptırıldı ve zulüm gördü.

Orta Çağın sonuna doğru Avrupa toplumunun gözü bilimin ışığıylaaçılmaya başlamıştı. Roma Katolik Kilisesi ne yaparsa yapsınhakikatin karşısında duramıyordu artık.Bilimin gelişmesiticari ilişkilere yansıyor, kentler zenginleşiyor veyaşam da değişiyordu. Pozitivizm, rasyonalizm gibi felsefi akımlar insan aklına saygıyı öne çıkarıyordu.Toplum yavaş yavaş kilisenin direttiği yaşam biçiminin dışında yeni bir yaşam tarzı arıyordu, bu bir dünyasallaşmaydı. Bilim, felsefe, sanat ve edebiyat Katolik Vatikan Papalığının dinsel temalarını sorguluyordu. Kilisenin dogmalarının yerini bilimin doğruları dolduruyordu.Bütün bunlar, 16. yüzyılda Rönesans’ınateşini körükledi. Yeniden doğuş demekti Rönesans. Elbette yeniden doğan insandı. İnsan dinsel baskılardan kurtulmaya ve dünyadaki yerini araştırmaya başlamıştı bile.Rönesans ve reform hareketleri hümanizmin felsefi dayanaklarını oluşturdu, dolayısıyla  laikliğe de felsefi zemin hazırlanmış oldu.

Batı’da bilim, felsefe ve diğer kültürel birikimlerAvrupa Aydınlanmasına yol açtı. 1688’de İngiliz Devrimi, 1776’da Amerikan Devrimi, 1789’da da Fransız Devrimiyle birlikte monarşinin ve teokrasinin yıkılma süreçleri başladı.Aydınlanma, Avrupa toplumunadin kurallarına göre devleti ve toplumu yönetmenin mümkün olmadığını öğretti. Çağ değişmişti, Fransız Devrimi “laiklik” kavramını devlet hayatınataşıdı. Laiklik, devlet yaşamının din kurallarına göre değil, akla, bilime ve çağdaş hukuka göre düzenlenmesi demekti. Böylelikle, devlet kamusal yaşamda dinden bağımsızlaştırılacak,kamukurumlarınave toplumsal kurumlara eşit mesafede duracaktı.Başka türlü de kişinin düşünce, inanç özgürlüğü ve bağımsızlığı güvence altına alınamazdı.Devletyaşamınıdinin ya da dinlerin düzenlediğini düşünün bir kez. Farklı inanç gruplarının  sonu gelmeyen çatışmaları, kavgaları nelere yol açmazdı.Devletin kendi içinde ve toplumda birliği bütünlüğü sağlamasımümkün olabilir miydi? Bunun imkânsız olduğunu görüyoruz işte.

Demekki laiklik sadece hak ve özgürlüklerin güvencesi olmakla kalmıyor, aynı zamanda toplumun aklın, bilimin öncülüğünde kalkınmasına, ilerlemesine ve uygarlaşmasına sağlambir zemin oluşturuyor. Atatürk, çağdaş ve gelişmiş bir Türkiye ülküsünün gerçekleşmesinin laik dünya, laik devlet ve toplum anlayışıylamümkün olabileceğini görmüştü.Bu büyük adam “laiklik adam olmaktır” derken, laik devlet anlayışınınkişinin doğuştan getirdiği potansiyelini ortaya çıkarmasına, insansal olanaklarını mümkün olan en üst düzeyde kullanmasına, cehaletten kurtulmasına, kendini gerçekleştirmesine,dahası aydın bir birey ve yurttaş olmasına imkân sağlayabilecek en ideal düşünce biçimi olduğunu bir cümle ile ifade etmiş.İşte bu,insanın değerlilik anlayışını etkin kılmaktır, yani hümanizmadır.Laiklik olmadan özgürlükleri, insan haklarınıya da kadın haklarını konuşabilir miydik? Örneğin,kağıt üzerinde de olsa kadın erkek eşitliği ve “medeni kanun” diye bir şey olur muydu? Hiç birisi olmazdı, bunu bilen biliyor.Laiklik Fransız Devrimin bir eseriydi.Cumhuriyeti kuranlar çok geniş görüşlü insanlardı, Batı’nınbüyük bedeller ödeyerek elde ettiği bu gibi kazanımlarıbize armağanettiler adeta. Bu büyük insanlar, kazanımların en temeli olan “laik devlet anlayışını” anayasanın ikinci maddesiyle de güvenceye aldılar. Laikliğin tanımının yapılmadığını düşünenler anayasanın yirmi dördüncü maddesini dikkatlice okuyabilir.Toplum olarakCumhuriyeti kuranlara büyük bir minnet, saygı ve şükran borçluyuz.Gün geçtikçe herkes bunun farkındadırherhalde.