Birini dinlemek, onun her söylediğini kabul etmek demek değildir. Öyleyse, dinlemekten korkmayalım. 

     Bir yazıyı okumak, yazılanı tamamen kabul etmek demek değildir. Öyleyse okumaktan korkmayalım. 

     Unutmayalım ki, bir şey bütün bütün kabul edilmez veya reddedilse de, bütün bütün terk veya reddedilmemeli. “Huz ma safa da’ ma keder.” / Her şeyin iyisini, güzelini ve doğrusunu almalı. Kötüsünü, çirkinini, eğrisini ve yanlışını bırakmalı. 

     Hâkim suçluyu dinlemeden karar verebilir mi?

     Öğretmen; sınav kâğıdını yanlış dolduran öğrencinin yazılı kağıdını, okumasın mı?

     Öğretmen; sözlüye kaldırdığı öğrencinin; soruya yanlış cevap verişini dinlemesin mi?

X

     Aynı sahanın iki elemanı, meselâ iki fizikçi, fizik konusunda veya iki edebiyatçı, edebiyatla ilgili bir konuda tartışırlarsa, mutabık kaldıkları ve birleştikleri bir sonuca ulaşırlar. Fakat bir fizikçi ile bir edebiyatçı; fizik konusunda ya da edebiyat konusunda münakaşa eder / tartışırsa; böyle bir fikir teatisinden / fikir tartışmasından sonuç çıkmaz. Çünkü:

     “Çıkar âsâr-ı rahmet, ihtilâf-ı rey-i ümmetten.”

     Rahmet eserleri, güzel ve doğru fikirler; insanların farklı ve değişik fikirlerle, mes’eleyi ortaya koymalarından çıkar. Bir konu, farklı sahada otorite sahiplerinin rey ve oy çokluğuna dayanılarak sonuca bağlanmamalı. Meselâ fizik sahasında, fizikçi olmayanların çoğunluk sağlamaları; onları fizik sahasında söz sahibi kılmaz. Ancak, aynı konuda çalışanların ve aynı konuda ehil olanların o konudaki tartışma ve arayışları faydalı olup, güzel sonuçlara ulaştırır. 

X     

     Her evin pencereleri var. Pencereler evin gözü hükmündedir. Fakat pencere görmez. Pencereden bakan görür. Zaten pencereler ev ve binalar için değil. İçeriden dışarıya bakacaklar içindir.

     Demek ki, pencere bakmaz, görmez. Pencereden bakan görür. Onlar da evdeki insanlardır. Pencere kapalı ise, içeridekiler pencerenin dışarısını göremezler. Çünkü pencere görmez. Pencereden bakan görür. 

     Bedenler de bina hükmündedir. Pencereleri ise, bedenin dışa açılan gözleridir. Evet gözler, bedenin pencereleri sayılır. Pencere görmediği gibi, gözler de görmez. Ya kim görür? Gözden bakan ruh görür.

     Çünkü göz; ruhun dışa açılan penceresidir. Demek ki, göz de görmez. Gözden bakan ruh görür. Pencere kapalıyken odadaki kimse dışarıyı görmediği gibi, gözü rahatsız olan veya gözüne perde inen de görmez.

     Yoksa ruhun bozulması, kör olması diye bir şey yoktur. Tıpkı penceresi kapalı olan kimsenin odadayken dışarıyı görmemesi gibi, gözü kapanan da dış âlemi göremez. Kör olduğu için değil, ruhun dışa açılan penceresi olan gözü kapalı veya rahatsız olduğu için. Yoksa ruh için körlük söz konusu değildir. 

     İnsan; düşüncesinde, hayal ve fikrinde olan ve oluşan bir şeyi ortaya koyar. Yani kafasındaki mânâyı maddeleştirir, somutlaştırır. Görünür hâle getirir.

     İnsanın yaptığı her şeyin rahmi önce kafasıdır. Orada doğan, gelişen şeyleri insan dışa vurmak, haricî / dış bir kalıp giydirmek ister.

     Zaten medeniyet dediğimiz de, insanın hayal ve tahayyülündeki şeylerin mânâdan maddeye geçmiş hâlleri değil midir?

     Demek ki, önce mânâ sonra madde. Zaten madde; mânânın tecellî etmesi / görünmesi, müşahhas / somut bir hâl almasından başka nedir ki? Nitekim tüm kitaplar; yazarlarının fikir, duygu ve düşüncelerini ve hatta hayallerini görünür, okunur ve bilinir hâle getirmesinden başka bir şey değildir.