1985'li yıllar 16 aylık askerlik görevimin 4 aylık acemilik dönemi bitmişti.  

Çekilen kuralarda alay muharebe destek bölüğü 106.mmlik havan takım komutanı, ateş idare subayı olarak atanmıştım. Göreve başladıktan birkaç ay sonra alaya yeni atanmış tüm asteğmenler arasında yapılan seçimlerde 8. Komando bölüğüne atanıyorum.  

Eğitimler oldukça ağır geçiyor ancak çok da şikayetçi değiliz.  Eğitim subayı olarak atandığım görevin birinci ayının sonunda bölük komutanım yüzbaşı, öğle paydosunda beni çay içmeye davet ediyor. 

“Asteğmenim, çalışkan ve saygılı olman bir tarafa, senin disiplin anlayışından rahatsızım. Nezaketli ve güler yüzlü tavrın disiplin zafiyeti yaratıyor. Çoğu zaman bölükte kontrol kaçıyor. Bu böyle gitmez. Her şeyi tekrar gözden geçirmemiz gerekiyor” diye başlayan emir ile sohbet karışık ifade şekli ile “ya olacak ya olacak” tavrı içindeydi.    

Komutan olmak rolünü gereği gibi oynamak zorunda olduğum hatırlatılmış, yüzbaşının deyişi ile “asteğmenin nizamiyeden girerken kendini dışarıda bırakacaksın, komutan rolünü alacaksın. Akşam rakımızı içerken yine kendimiz olacağız” demiş ve “emredersiniz” demiştim. 

Ve ertesi gün emredileni harfiyen yerine getiriyordum.  Lisede sahne aldığım tiyatroda aldığım rollerin havasına girmiş, kendimi çoktan tasfiye etmiştim bile. 

O günden sonra askerlik görevim bitinceye kadar hep tiyatro sahnesindeydim artık.  

Hiç çatmadığım kaşlarım, hep güler yüzüm uçup gitmişti! 

Artık daha fazla gür bir ses ile oldukça sert emirler veriyorum. Bağırıp çağırıyorum. Askerler şaşkın bunu benden beklemiyorlardı!  

Ancak askerlerim bu durumdan memnundular çünkü bölüğümün çoğunluğu otoriter ortamda yetişmiş, korku kültürünü benimsemiş kendilerine insanca nezaketle davranan büyüklerini aciz ve zayıf görüyor, saygı duymuyorlardı.    

Hiçbir zaman askerlere karşı küfür, fiziki şiddet ve hakaret asla gündeme gelmedi 

Sadece kaşlarımı çatma, sesimi yükseltme ve askerlerin yüzlerine bile bakmamada bir şiddet biçimi olsa gözlerime inanamayacağım değişiklikler yaşadım.   

Bana bakarken gözlerinin içi gülmeye başlamıştı askerlerin. Daha önce anlamsız bakan ve beni adam yerine koymayan askerler bu sefer çok önemli, saygın ve hayran olunan kişiye nasıl bakılırsa öyle bakmaya başlamıştı. 

Daha önceleri siparişim olan çayın bir türlü gelmediği, çok geç veya özensiz bir şekilde soğuk geldiği sık olurken, şimdi ise “komutanım bir emriniz var mıdır?” diye soran askerin, daha ben istemeden tertemiz bardakta sıcacık çayın anında servis edildiğini görmeye başlamıştım. Askerin yüzüne bile bakmıyordum, kaşlarım her an çatık gezmeye alışmıştım. Tam bir aşağılama ve kişiliksizleştirme.  Ancak kişiliğime uymayan rolümü oynarken kendime telkinlerim eksik olmadı.  

Ve artık bir hafta sonra otomatikleşen davranışlarımı üç hafta sonra ise benimser duruma gelmiştim.  Telkin melkin uçup gitmişti yürüyüşüm değişmiş, sistem beni dönüştürmüştü.  

Yüzbaşının “asteğmenim sizden memnunum teşekkür ederim. Atatürk İlke ve İnkılapları derslerini de sizin vermenizi istiyorum” sözleri ve bu sefer ısmarladığı çayımızı içerken “asteğmenim tezkere bırakmayı düşünürseniz size referans olurum, kuleli askeri lisesinde görev alabilirsiniz ancak bir mülakatınız olacak vb” ile başlayan sohbetimizde sivil-asker yaşamın artı eksileri üzerine sohbetimiz olmuştu. Bu sefer emir değil, ikna çalışması vardı.   

Ve terhis olduğum elbisemi çıkardığım gün rolüm bitmişti. Artık kendime dönmüş izler ise zamanla yok olup gitmişti. Ancak alınacak çok derslerim olmuştu. 

Konuyu iki temel kültür ve etkileşim başlığında değerlendirirsek 

1.Korku kültürü (-): Baskılayan, denetleyen, yasaklayan, otoritenin hakim olduğu ortamların kültürüdür.  Çocukluk dönemini korku kültürünün olduğu ailede geçirerek yetişmiş bireyler için otoriter ortamı benimsemesi, bu ortamda kendini daha güvende duyması, otorite hayranlığı ve otoriteye saygı duyması bir sonuçtur. Otoriter olanlar, yönettiklerini ödül, ceza, övgü ve rekabet ile dış denetimli hale getirirler.  

2.Değerler kültürü (+): Bireyler sınır ve sorumluluk bilinci içerisinde akılları ve vicdanları ile hareket ederler. Gelişim içindedirler. Değerler kültürü ile yetişmiş olanlar tutarlı olmayı önemserler, kendilerine yakışan şekilde davranırken kendilerini denetleyecek iradeleri güçlüdür.  

Birey(-): Korku kültüründe yetişmiş bireydir. 

Birey(+): Değerler kültüründe yetişmiş bireydir. 

Ortam(+): Değerler kültürünün olduğu ortam. 

Ortam(-): Korku kültürünün olduğu ortam  

Birey ve Bulunduğu Ortam ile Etkileşimi  

“Birey” olarak askerleri düşünebiliriz.   

“Ortam” olarak komuta eden kişinin yarattığı ortamı düşünebiliriz.      

 1-Birey (-) ve ortam (+) ise o zaman korku kültürü ile yetişmiş bir asker, otoritenin olmadığı bir ortamda kendisini güvende hissedemez. Uyum sorunu oluşur. Denetimi cezalandırmayı yetersiz bulduğu için disiplinsizliğe yönelebilir.   

2-Birey (–) ve ortam (-) ise o zaman birey kendisiyle uyumlu bir ortamdadır. Korku kültüründe yetişmiş bireyler korku ortamına neden olana saygı duyar ve ona güvenir.  Asteğmen olarak dönüştüğüm araziye uyum sağladığım durumu tanımlar.  

3-Birey (+) ve Ortam (-) ise o zaman değerler kültüründe yetişmiş demokrat kişiliği gelişmiş bir birey, otoriter bir ortamda öfkelenir. Uyum sağlayamaz. Demokrasiyi içselleştirmiş kişilerin otoriteye başkaldırması öfkelenmesi akla gelir.  

4-Birey (+) ve Ortam (+) ise, o zaman değerler kültüründe yetişmiş demokrat bireylerin, demokratik ortama uyum sağlaması vardır.  Huzur vardır; gelişim vardır. 

Bu tespitler ışığında tekrar konuyu irdelersek 

Değerler kültürünü benimsemiş bir asteğmenin oluşturmaya çalıştığı ortamda, korku kültüründe yetişmiş askerler tarafından sevilip sayılmaması ve oluşan yönetim zafiyetinden ve uyumsuzluktan bahsedebiliriz. 

Ve uyumun sağlanması için ya asteğmen (-) olacak askerlere uyum sağlayacaktı ya da askerler (+) olacak asteğmene uyum sağlayacaktı. 

Zaman, mekan ve durum şartları komutanın yani asteğmenin (-) ye dönüşmesini zorunlu kılmıştır.