Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine

Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine 

İBNÜLEMİN MAHMUD KEMAL İNAL VE ESERLERİ – 30

<><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><>

İBNÜLEMİN MAHMUD KEMÂL İNAL İLE BİR MÜLÂKAT

Dr. ÖMER ÇAKIR 

Kültür, sanat ve edebiyat insanlarının yazdığı edebî eserlerin yanında konuşmaları da önemlidir. Zira bir sanatkârın eseri sâdece yazdıklarından ibâret değildir. Edebiyatçılarla yapılmış edebî kıymeti olan röportajlar aynı zamanda edebî mülâkat/röportaj türünü de oluşturur. Bu tür metinlerin edebî değerinin yanında özellikle edebiyat târihi açısından çok kıymetli bilgiler içermesi bakımından önemi büyüktür.

Neticede, geçmişten günümüze hangi ad verilirse verilsin, edebiyatçılarla yapılan konuşmalar sâyesinde, onların sanat ve edebiyat hakkındaki görüşlerini ilk elden öğrenme imkânı buluyoruz. Aynı şekilde sanatkârın hayatı ve eserleri hakkında da bizzat kendisinden öğrenilen bilgiler önemli. Bunların yanında ediplerle yapılmış bâzı mülâkatlar dili, üslubu ve içeriğiyle edebî özellik taşıdığı için ayrı bir öneme sâhip. Zira bunlar sâyesinde sanatkâra, eserlerine ve devrine ilişkin hiçbir yerde bulunamayacak bilgiler edinmek mümkün olabilmekte.

Öte yandan, bu dünyadan yıllar önce göçüp gitmiş bir sanatkâr ile görüşüp konuşma imkânımız olmadığına göre, vaktiyle kendisiyle yapılmış bir mülâkat âdetâ onunla konuşuyormuş intibaını ve tadını da verebilir. Dolayısıyla, sanat ve edebiyat mensupları ile hele de bunlar içinden ‘canlı bir târih’, ‘ayaklı kütüphane’, kısaca gerçek bir ‘Üstat’la yapılmış bir konuşmanın hem öğretici hem de estetik zevki bambaşka olsa gerektir.

İşte böylesi bir mülâkatla, İbnülemin Mahmud Kemâl İnal ile yapılmış bir görüşmeye, Vatan Gazetesi’nin 23 Mart 1941 târihli nüshasında rastladım. Mülâkatı yapan gazeteci Faruk Fenik, İbnülemin’i okurlarına ‘ayaklı kütüphane ismine hakkıyla lâyık olan, Üstad ve aynı zamanda canlı bir târih’ olarak takdim ediyor. 

Mülâkatın içeriğinden; Üstad’ın hece, aruz ve şiir hakkındaki görüşlerini, ilk yazıları ve Ahmet Midhat Efendi ile münâsebetini, zengin koleksiyonu ve kütüphanesi ile mütâreke günlerinde bunların başına nelerin geldiğini öğrenebiliyoruz. İbnülemin Mahmud Kemal, söz konusu mülâkatta ayrıca eser yazmanın güçlüğünden, ancak kimilerinin ise onun bunun eserinden kaynak göstermeden bilgiler alıp kitap yayımladığından da bahsederek devrine ilişkin eleştirilerde de bulunur. 

Hem Üstadın kendine has diline ve üslûbuna müdâhale etmemek hem de mülâkatın yayımlandığı yılların imlâsının nasıl olduğunu gö(ste)rmek bakımından orijinaline hiç müdâhale etmeden metni aynen vermeyi uygun buldum. Bu vesileyle, 24 Mayıs 1957’de ebedî âleme göçen, Türk kültürüne büyük hizmetleri olmuş bu değerli zâtı rahmet ve şükranla anıyorum.

İbnülemin Mahmud Kemal: ‘Ayaklı Kütüphane’ İsmine Hakkıyla Lâyık Olan Üstad, Aynı Zamanda Canlı Bir Târihtir de...

İbnülemin Mahmud Kemal... O’nu tanıyanlar için, yalnız bu isim kâfidir. Başka hiç bir şey ilâve etmeğe lüzum yok. Tanımayanlara O’nu tanıtmak için, elimdeki kalem ve gazetede bana tahsis edilen sütun doğrusu kâfi değildir.

İbnülemin Mahmud Kemal... Son asrın yaşıyan târihidir. Ondan, bütün istediklerinizi fazlasile öğrenebilirsiniz. O, bütün Türkiye’nin, fahrî profesörüdür. Nice kuvvet kaynağı zannettiğiniz kimseler, sırtlarını İbnülemine dayanmışlardır. Bütün hayatını ilme tetkik ve tetebbua vakfetmiş kıymetli mütefekkir yardımlarını, fisebilillah her isteyene yapmaktan bir an olsun bile yılmaz.

Bu mütevâzı ilim adamını Mercan’daki evinde, kurduğu târih sayfalarına bir sayfa daha ilâve etmek için çalışırken gördüm. ‘Buyurun evlâdım, oturun’ diye karşıladı. Elini öptükten sonra gösterdiği sedirin üzerine şöyle bir iliştim. ‘Aferin dedi sözünüzde durdunuz. İnsan sözünün eri olmalı...’

Havadan sudan epey konuştuktan sonra sözü edebiyata getirdim.

İnsan İbnülemin’le havadan sudan bile konuşsa saatlerce konuşacağı geliyor. Bu ayaklı kütüphaneden her an bir zerre daha istifâde edip fikir hamulesini katre katre dolduran adam, pınardan ayrılmak ister mi? 

-Üstad, Son Asır Şâirleri diye yazdığınız eserle meşgulsünüz galiba? 

-Evet. Onunla meşgulüm. 

-Kaç cilt olacak?

-Şâirlere mahsus teskere yazanların sonuncusu Fatin’dir. Hicrî 1270 yılına kadar gelen şâirleri, sâlim teskeresine zeyl olarak, gayet muhtasar yazmıştır. O târihten zamanımıza kadar bir zeyil yazılmamıştır. Bu noksanı, elden geldiği kadar ikmal etmek için çalışıyorum.

Asıl ismi ‘Kemalüşşüera’ idi. Târih encümeni adı değiştirerek ‘Son Asır Türk Şâirleri’ olsun dedi. Ne yapalım mademki öyle istediler, öyle olsun, dedik. O adı koyuverdik. 10 cildi tabolundu. Hepsi tahminen 13 - 14 cilt kadar olacak. Bu eserin bir kıymeti varsa, içindeki zatlardan pek çoğunu görerek görüşerek tercümei hallerini yazışımdır. Bu muvaffakiyet, her târih yazan adama nasip olmaz.

 -Bu eseri vücude getirmek için çok zahmet çektiniz mi? 

-Fesuphanallah... Boyacı küpü değil ya, sok çıkar. Ama onu da hor görmiyelim. Boyayı kaynatacak, kumaşı alıp sokacak, çıkartıp asacak, kurutacak... Tabii, pek çok zahmet çektim. Zahmetsiz rahmet olur mu?

Bizden evvel gelenler, bir eser telif etmek için ömürlerini telef ederlerdi. Bir meselenin halli için, başvurmadıkları yer kalmazdı. Aslında maişetlerine yetmiyen paralarının bir kısmını ilim uğrunda sarfederlerdi. Şimdi bazı musannifler görüyoruz ki hazıra konmaktan başka bir iş gördükleri yoktur. Başkalarının evvelce yazdıkları eserlerin münderecatını pek çok defa mehaz göstermiyerek kopya ediyor, eser diye ortaya koyuyorlar. Bunlara karşı: ‘Senden kapar, benden kapar, yastık kadar cildler yapar. Hepsinde de sehve sapar Ol câhilü Alimnüma’ Demeğe insan mecbur oluyor. Daha garibi bunların, eserinden istifâde ettikleri adamın aciz ve cehlini ve kendilerinin iktidar ve kemalini iddia edecek kadar, küstahlık göstermeleridir.

Ne diyelim? ‘Cehlin ol mertebesine sehl olmaz Kesbsiz tâ bu kadar cehl olmaz.’

-Aruz ile heceden hangisini tercih edersiniz? 

-Bence şiirin parmaklısı parmaksızı yoktur. Her güzel şey şiirdir. Güzel olduktan sonra aruzla da söylense, heceyle de yazılsa şiir şiirdir. Fakat parmak hesabile söylemek her halde aruz ile söylemekten daha zordur.

Aruz vezni ahenktar olduğu için kusurları birdenbire göze çarpmıyor. Bu âdetâ kıyâfeti tezyin olunmuş bir dilbere benzer ki, üstündeki tezyinat elbise vesâire onun kusurlarını birdenbire göstermez. Parmak hesabile söylenen şiirler ise çıplak bir güzele benzer ki en ufak bir kusuru bile göze batar ve muhabbet yerine insana nefret getirir.

-Gazete ve mecmualara kaç yaşından beri yazı yazmaya başladınız? 

-İlk yazıya başladığım zaman 14 yaşında idim. Hatırladığıma göre ilk makalem ‘Ömrübeşer’ başlığıyla ‘Tarik Gazetesi’nde çıkmıştı. O makalemin derhal gazeteye konması bana cesâret verdi. Kardeşim Tevfik merhumla senelerce gazete ve mecmualara yazılar yazdık. En çok yazımız Tercümanı Hakikat’ta, intişar etmiştir.

Ahmet Mithat Efendinin pek çok teşvikini görüşümüz bu gazetede yazı yazmaya devamda en büyük âmildir.

***

Kahvelerimiz gelmişti. İçmeğe başladık. Kalemimi bıraktığımı görünce fırsattan istifâde edip hoş fıkralar anlatmaya başladı. Bir iki kere kaleme davrandım, Yoo!... Dedi. Anlatmam.

Peki dedim dinlemeğe başladım. 

-Nerede efendim, o bizim zamanın eski kalem erbabı. Bir şey yazdığımız zaman yüzümüz kızarırdı. Şimdi rastgelenin elinde bir kalem ve önünde bir kâğıt yazıp çiziyorlar. Peygamber efendimize sormuşlar? ‘Kıyâmetin kopacağını nereden anlıyacağız?’ Efendimiz cevap vermiş. ‘Rast gelen kalemi eline alıp yazı yazmaya başladığı zaman…’ 

Kalemi elime almıştım. Fıkraları kesti... 

-Sor bakalım da söyliyelim evlât

Utancımdan kıpkırmızı olmuştum. Evet benim de elimde tuttuğum bu kalemi kullanmaya salâhiyetim yoktu. ‘Hayır’, dedim. O kalemi kullanmakta kendimi âciz görüyorum, müsaade edin de bu yazıyı yazmıyayım. ‘Senin için değil evlât’, dedi. Haklıydı. Benim için olmasına imkân yoktu. Ben, arada bir mutavassıt, onun fikirlerini karilere nakleden bir fotoğraf adesesi idim. O anlatmaya, ben de yazmaya başladım. 

-Tercümana yazdığım birkaç makaleyi toplıyarak ‘Muhaverat’ isimli bir risâle vücude getirmiştim. Bunu bir teskere ile Ahmet Mithat Efendiye gönderdim. Mithat Efendi bu risâlede basılmıyanları gazeteye koydurduktan sonra kitabı matbaadan aldırarak teskere ile beraber kütüphanesinde hıfzetmek kadirşinaslığını göstermiş.

Birkaç ay evvel kitaplarının bir kısmı satıldığı sırada teskere ile beraber bu mektubu Adana eşrafından Suphi Paşazâde Abidin Ramazan kitapçılarda görüp almış. Bunu bana ariyeten verdiği zaman eserime bakıp kendimi yaşıma avdet etmişim zannettim.

Yazıyı okuduğum zaman yüzümün kızaracağını zannediyordum. Allaha çok şükür tahmin ettiğim şey olmadı. Çocukluğuma göre fena yazmamışım. 

-‘Sabih’ isimli romanınız, bir yetimin sergüzeşti. ‘Rahşan’ isimli ve başka bazı hikâyeleriniz vardı. Sonra hikâye yazmaktan vazgeçtiğiniz anlaşılıyor, acaba neden?

-Ben o hikâyeleri yazdığım zaman 18-20 yaşımda idim. Hikâyecilikte devam edecek olursam, tahsile lüzum gördüğüm bazı ilimlerden uzaklaşmam lâzım gelecekti. Gençliğin bir noktada sebat etmemekteki tesiratı hikâyecilikten vazgeçmemde de âmil olmuştur.

Sabih’in ihtilâlnâme olduğuna, halkı ihtilâle dâvet ettiğine dâir saraya verilen jurnal üzerine kitabın toplattırılması ve bir kısmının Selânikte yaktırılması (Kitap Selânikte basılmıştı) şevke halel verdi. Bu yolda yazı yazmaktan vaz geçişime bunun da çok tesiri olmuştur.

***

Gözlerim gayri ihtiyari duvarları süsleyen yazılara takıldı. Bu eski sülüs ve ta'lik yazılı kıymetli levhalar, tahta üzerine oyulmuş altınla yazılı nefiseler karşısında, biraz izahat verir misiniz? Diyesim geldi. Gözlerine baktım. Gülümsedi. 

-Anladım dedi. Anlatayım. Çocukluktan beri nefis eşya ve bahusus yazı ve kitaplara pek ziyâde merakım ve muhabbetim vardır. Vaktiyle Bedestenin dışında şimdi halıcı dükkânlarının bulunduğu yer baştanbaşa sahaflara mahsustu. Her gün Bâb-ı Âlî’deki vazifeme giderken oradan geçer, mutlaka her kitapçıya uğrardım. Yıllarca süren bu muhabbet ve gayretleri neticesi olarak kıymetli ve nâdir kitaplar ve yazılar ve târihe ait pek mühim vesikalar tedârik ettim. Ne fâide ki mütâreke senelerinde ecnebî askerler tarafından evim cebren işgal olundu. Kitaplarımın, antikalarımın hatta gazete koleksiyonlarımın pek çoğu yağma olundu. Bu vakadan şevkim kırıldıysa da yine kitap ve bu türlü âsâra muhabbetten nefsimi menedemiyordum.

Levhanın birinin altında yazılı târihe gözüm ilişti: 1143 ‘İki yüz on beş sene, hiç bozulmamış’ dedim. Güldü: ‘Bizden eskilerin vücude getirdikleri sanat eserleri. Bozulmamış kelimesini nasıl ağzımıza alabiliriz. Onların eserleri işte böyle sağlam olurdu ve uzun seneler geçmekle bozulmazdı!’

***

Büyük salona geçmiştik. Köşede bir takım mûsikî âletlerine gözüm ilişti. Ut, keman, tef…                                     

-Mûsikîye muhabbetiniz bu gördüğüm âletlerden anlaşılıyor. 

-Mûsikîye çocukluğumdan beri iptila derecesinde muhabbetim vardır. Onun için burada haftada bir kere olsun ahibbamızla toplanarak mûsikî âlemleri tertip eder hepimiz ruhen zevkler hâsıl ederiz. Geçmişlerimizin dehâsına, kudretine baktıkça hayran olur ruhlarını rahmetle yâd eyleriz.

-Mûsikîden hazetmemek kabil midir?

-Ona ‘gıdayı ruh’ demelerinin elbette bir sebebi var. En meşhur âIimlerden Abdülganiyünmabüsi bir eserinde mahlûkat içinde eşşekten başka mûsikîden haz etmiyen yoktur. Demişti.

Son zamanın mûsikî Üstadlarından merhum Ahmet Mükerrem’e bir münasebetle bundan bahsettiğimde telâş eseri göstererek: ‘Aman efendim öyle değil, eşşek bile mûsikîye bayılıyor. Birkaç sene evvel bazı mûsikî arkadaşlarımızla Yakacıkta Ayazma’nın alt tarafındaki koruya gitmiştik. Fasla başladığımız sırada ileride otlıyan bir eşek yanımıza geldi, bitinceye kadar ağzından salyası akarak dinledi. Fasıl bittikten sonra bir müddet o hal ile bekleyip; çalmıyacağımızı anlayınca yine otlamaya gitti. İkinci defa fasla başlayışımızda evvelki gibi yine geldi’ dedi ben de Abdülgani yalan söylemez, demek ki eşeklerin de tabiatı değişmiş, dedim.

Kaynak: Dr. Ömer Çakır https://www.researchgate.net/publication/341608860_Ibnulemin_Mahmud_Kemal_Inal_ile_Bir_Mulakat    (et: 30.08.2021/10.32)

İBNÜLEMİN MEHMED KEMAL İNAL DİYOR Kİ: 

Terceme-i hâli yazılacak olan âdemin en mühim ahvâlinden en ehemmiyyetsiz ef‘âline kadar ıttılâ hâsıl etmek o âdemin havâss-ı rûhiyyesini kemâl-i vukūf ile tedkîk eylemek lâzım gelir. Şurût-ı sâire, bu aslın fürû‘u mesâbesinde olduğu için ondan bahse hâcet yoktur.

Hâlbuki bir zâtın havâss-ı rûhiyye ve ahvâl-i umûmiyyesini tetebbu etmek için O’nun hayâtına iştirâk eylemek lâzımdır. Meclisine dâhil ve musâhabatına nâil olduğumuz zevâtın -hayâtına iştirâk derecesinde- husûsiyyet-i ahvâline ıttılâ peydâ edemediğimiz hâlde zamanına yetişemediğimiz meşâhîrin ahlâk ve etvârına ne suretle vâkıf olacağız?

Müverrih, zamanına yetişemediği bir âdem hakkında -arzû olunduğu vech ile- idâre-i makāl edemediğinden dolayı mes’ûl tutulamaz. Fakat senelerce hem-bezm olduğu bir zât hakkında da bu yolda bast-ı kelâm safsata-i encâm ettiği için mu’âheze olunur. Ma‘a-zâlik terâcim-i ahvâlin hangi usûl ve şerâite ri‘âyetle yazılacağı onlarca mechûl olduğu için mu’âhezede ileriye gitmek de muvâfık-ı insâf görülemez. Biz, o usûl ve şurûtu bildiğimiz hâlde niçin mu‘âsırînimizden bir zâtın terceme-i hâlini lâyıkıyla yazamıyoruz? İşte asıl hallolunacak mes’ele budur.

***

İbnülemin Mahmud Kemal İnal, 25 Ağustos 1910 târihinde yayınladığı ‘Kâmil Paşa’nın Sadâreti ve Konak Meselesi adlı risâlesinde o sıralar maddî sebeblerden mahrum olduğu için ‘Kemâlü’l-Kâmil’i bastıramadığını, gerekli parayı bulduğu takdirde eserini neşredeceğini söylemiş, lâkin eseri neşretmeye muvaffak olamamıştır. Kemâlü’l-Kâmil neşredilememiş olması hasebiyle gerek çağdaşları gerekse halefleri tarafından kaynak olarak bilinen ve kullanılan bir eser olmamıştır. Bu eseri kaynak olarak kullanan tek kişi yine İbnülemin’in kendisi olmuştur. ‘Osmanlı Devrinde Son Sadrıâzamlar’ adlı eserindeki ‘Yûsuf Kâmil Paşa’ bölümünde bu eseri kaynak olarak kullanmıştır. İbnülemin, yazdığı bu bölümün sonunda ‘Yûsuf Kâmil Paşa merhumun terceme-i hâl ve menâkıbını Kemâlü’l-Kemâl unvanıyla otuz beş sene evvel mufassalan yazmıştım. Bu sahifelerdeki mebahisin ekserini o eserden nakleyledim.’ notunu düşerek kaynak olarak kullandığını belirtmektedir.

FAYDALANILAN KAYNAKLAR

Dursun Gürlek: İbnülemin Mahmud Kemal İnal. Kubbealtı Neşriyat. İstanbul 2017 

Dursun Gürlek: İbnülemin Mahmud Kemal İnal. Timaş Yayınları. İstanbul 2020

İbnülemin Mahmud Kemal İnal: Hoş Sadâ. Ketebe Yayınları. İstanbul 2019 

Hüseyin Kıyak: Bir İstanbul Efendisi–İbnülemin Mahmud K. İnal. Yeditepe Fatih Dergisi. S. 1, s: 153-155 İstanbul 2020

İbrâhim Öztürkçü: İbnülemin’in Rüyâları. Dergâh Yayınları, İstanbul 2018

İsmail Kara-Şemseddin Şeker: Bir İnsan Bir Devir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul 2010

Mâhir iz: Yılların İzi. İrfan Yayınevi, İstanbul 1975

Naci Sadullah: İbnülemin Mahmud Kemal Bey Neler Anlatıyor? Yedigün Mecmuâsı, S: 89, s: 9 İstanbul 1934 

Orhan Bayrak: İbnülemin Mahmud Kemal İnal. Akıl Fikir Yayınları, İstanbul 2015

Ömer Fâruk Akün: Diyânet İslâm Ansiklopedisi. C: 21, s: 249-262. İstanbul 2000

Serdar Sezer Şimşek Türk: Düşünce Târihinde İbnülemin Mahmud Kemal İnal. Doktora Tezi. Üsküdar Üniversitesi, İstanbul 2020

Şemseddin Şeker: İbnülemin Mahmud Kemal’in Romanları. www.dergipark.org.tr  (et: 15.08.2021 / 22.06)

Yasin Şen: Kökü Mâzîde Bir Âtî / İbnülemin Mahmud Kemal İnal. Türk Yurdu, S: 316, Ankara 2013

Yusuf Ziya Ortaç: Portreler. Akbaba Yayınları. İstanbul 1960 

Yeni Şafak Gazetesi. İstanbul 15 Şubat 2022

Yeni Türk Ansiklopedisi: Ötüken Neşriyat. İstanbul 1985

Bitti