2003 yılında TBMM tarafından ayakta alkışlanarak ve muhalif muvafık bütün milletvekillerinin oy birliği ile kabul ettiği, geçen hafta bu sütunda yayınlanan deklarasyondan sonra, ANNAN Planını, ne yazıkki Kıbrıslı soydaşlarımız Türk Hükümetinin de kuvvetli desteği ile kabul etmişti. ANNAN Planı ile; iki kesimlilik ortadan kaldırılmış, Türkiye'nin garantörlük hakları sulandırılmış, hatta işlemez hale getirilmiş, Kıbrıs Rum yönetiminin Türkiye'den önce AB'ne alınmış olmasına ve mevcut dengenin bozulmamasına dair itirazlarımız havada kalmış, 1974'ten beri adada tesis edilmiş huzur ve barış tehlikeye atılmış, Türkiye'nin ve Kıbrıslı soydaşlarımızın bugüne kadarki kazanımları ellerinden alınmıştır. Tabii sadece Türkiye'nin ve Kıbrıslı soydaşlarımızın kazanımlarının ellerinden alınması bile ANNAN Planının reddi için yeterli bir gerekçe iken, Türkiye'nin AB'ne alınmasını kolaylaştıracağı ve Kıbrıslı soydaşlarımıza vaki ambargoların kaldırılarak AB fonlarından yardımlar yapılacağı beklentileri Kıbrıslı soydaşlarımızın kararlarında etkili olmuş, Türk hükümeti de Kıbrıslı soydaşlarımızı planı kabul etmeleri için var gücü ile teşvik etmiş hatta zorlamıştır. Çok şükür ki ANNAN Planı Rumlar tarafından reddedilerek plan rafa kaldırılmıştır. ANNAN Planı referandumundan bu yana AB'nin vaatlerinin havada kalması, AB'de iki devlet olarak temsil edilmenin bütün avantajlarını kullanan Rum-Yunan ikilisinin çirkin ayak oyunları nedeniyle; Kıbrıslı soydaşlarımızın duruşları da meseleye bakışları da tamamen değişmiştir. Türkiye'de de AB'ne girişimizi moda deyimle, Kıbrıs'ta açılım yapmaya bağlayan malum çevrelerin, artık etkilerini kaybettikleri apaçık ortadadır. Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun; "Önümüzde iki yol var. Ya kapsamlı bir barış olacak ve adada kalıcı bir çözüm hayata geçecek. İkinci yol statükonun sürmesi gibi görülebilir. Statükonun sürmesine izin veremeyiz. Çünkü statükonun devam etmesi Kıbrıs Türkü'nün bütün insanlığın sahip olduğu temel haklardan istifade edememesi anlamına gelmektedir. Eğer birileri Kıbrıs Türklerini izole altında tutarak, Türkiye'yi AB üzerinden tavizlere zorlarız diye düşünüyorsa bu hiç bir zaman gerçekleşmeyecek. O zaman alternatif denen şeyler, çözüm ve statükonun dışındaki şeylerdir." sözleri bunun en açık ifadesi anlamınadır. Yine Davutoğlu; "Benimsediğimiz temel parametreler etrafında iki kesimliliğe, siyasi eşitliğe, iki kurucu devletin eşit statülü ortaklığına dayanan bir barışın çok yakın zamanda gerçekleşeceğine inancımız sonsuzdur" diyerek olmazsa olmazları belirlemiştir. Şimdi bu açıklamaların görüşmelere yansıması hepimiz, Kıbrıs Türkleri ve bütün Türk milleti tarafından takip edilmelidir. ANNAN Planı esas alınarak yürütüldüğü anlaşılan bu görüşmelerde toprak ve mülkiyet konularının ayrı bir özelliğinin olduğu aşikardır. Tarihi süreç içinde Kıbrıs Adasını yaşanmaz hale getiren Rumlardır. 1881'de Türklerin ve Rumların karma olarak yaşadığı köy miktarı 342 idi. ENOSİS'i gerçekleştirmek için Rumlar bir plan dahilinde, Türkleri; yıldırarak önce bu karma köylerden kovmuşlar, mallarına mülklerine el koymuşlardır. Örneğin karma köylerin sayısı 1931'de 252'ye, 1960'da 114'e ve 1970'te ise sadece 48'e inmiştir. İngiliz idaresi altında 294 köy Türklerden zorla alınmıştır. Yine bugün Rumların mülkiyeti altında görülen Maraşın tamamına yakınının, İngiliz döneminde sahte belgelerle Rumlar tarafından el konulan Türk vakıf malları olduğu anlaşılmış bulunmaktadır. Daha bunun gibi adanın muhtelif yerlerinde Rumların entrika ile ele geçirdikleri vakıf malları araştırılmaktadır. 1974 Barış Harekatından sonra; Adanın % 34'ü KKTC kontrolünde, kalan toprakların % 4 kadarı BM'in, % 1 kadarı İngilizlerin ve % 61'i de Rumların kontrolündedir. Görüşmelerde BM ve İngilizlerin kullandığı ( Adanın % 5'ine tekabül eden) bu arazi dışında hiç bir toprak parçası üzerinde pazarlık yapılmasının dahi kabul görmeyeceği bilinmelidir. Ayrıca, adı ne olursa olsun yeni bir çatı devlet kurulduğunda, KKTC'nin ancak Türkiye ile birlikte AB üyesi olmasının ve Türk halkına AB içinde serbest dolaşım hakkı tanınmasına paralel olarak Rumlara da kuzeye geçiş hakkı tanınmasının, adada tesis edilen barış ve huzurun devamı için gerekliliği de unutulmamalıdır.