Otuz dört OECD ülkesinin, ücretlerindeki vergi ve sosyal güvenlik kesintilerinin ortalaması %35’tir. Bu oran Türkiye’de %38,2’dir.
Çalışanlarımız, OECD ülkelerinin ortalamasının üzerinde bir vergi ve sosyal güvenlik ödeneği ödemek durumunda kalmaktadır.
Bir çalışan 100 TL alıyorsa bunun 61,8 TL’si kendi cebine girerken kalan 38,2 TL’sini devlet tahsil etmektedir.
En büyük sorun ise, çalışanın bu 38,2 TL’yi devlete ödediğinin farkında olmamasıdır.
Ücretten alınan verginin sorumluluğu, kanun gereği, tamamen işverene aittir.
Böyle olunca,  çalışanlarımızda, ülkeye sağladığı direkt katma değerin bilinci oluşamamaktadır.
Gelişmiş ülkelerin uygulamaları ise vergi bilincini oluşturacak şekilde düzenlenmiştir.
Her birey yıllık gelirlerini kendisi beyan etmekte, bu sayede devlete ne kadar vergi ödediğinin bilincine varmaktadır.
Bu bilinç tek tek her bireyin, çevresine ve topluma karşı daha duyarlı olmasını sağlar.
Örneğin; Türkiye’de metroya zam yapıldığında kimse ses çıkarmazken, gelişmiş ülkelerde metroya zam yapıldığında insanların bunu sorguladığını, gerektiğinde yürüyüş bile düzenlediğini görebiliyoruz.
Devlete ödediği verginin bilincinde olan toplum, bu şekilde bir ‘ekstra’ metro zammı hakkında yorum yapıyor, gerektiğinde tepkisinide gösterebiliyor.
Devlet memurları ile işçiler arasında da farklar bulunmaktadır.
Memurlar; çocuk yardımı, iş güçlüğü ödeneği, iş riski gibi ücretlerde gelir vergisi ödemeyerek ellerine geçen net ücreti artırabilirken, aynı ödeneklerde gelir vergisi muafiyetine işçiler sahip değildir.
Biri devlet memuru biri işçi olan iki çalışan arasındaki bu fark eşitlik ilkesine aykırıdır.
Özellikle asgari ücret ile çalışanların da bu artan oranlı gelir vergisi uygulamasına tabi olması, asgari ücretlinin daha da mağdur olmasına yol açmaktadır.
Aralık 2013 dönemi için, dört kişilik bir ailenin asgari geçim haddi 3.702,33 TL olarak açıklanmıştır.
Asgari ücret ise brüt 1.050,61 TL, net 846 TL’dir.
Asgari ücret ile çalışan bir aile babasının, brüt ile net arasındaki bu vergi tahsilatına ciddi anlamda ihtiyacı olduğu tartışılamaz.
Asgari ücretle yaşamaya çalışan bu toplumun fertleri, sosyal yaşam haklarını bir şekilde kaybetmişlerdir.
İnsan, doğası gereği, bir şeylerini kaybettiğinde boynu bükülür ve başı eğilir.
Bu düşük gelir düzeyi ve anlamını yitirmiş vergi&sigorta tahsilatı “siyasi bir tercih midir?” bilinmez.
Ama bu kaybeden toplumun fertlerinin eğilmek durumunda kaldığını haberler aracılığıyla okuyor ve seyrediyoruz.
Buna karşın siyasilerimiz, sosyal yaşam haklarının kazanılması konusuna çözüm getirmekte yetersiz kalıyorlar.
Bu süreçte ya da başka süreçlerde, siyasilerimizin içinde de manevi kayıplar yaşandığını görebiliyoruz.
Manevi kayıpların yaşandığı kişilerde, doğası gereği eğilme değil de “diklenme” meydana geliyorsa, orada kaybedenler değil, kaybolmuşlar var demektir.
Bu kayboluş tabii ki ruhani bir kayboluştur.