Nitekim geceleyin kendisini kontrol eden subayına bile asker “Dur kimdir o?” diye seslenir. Yaklaşmasını yasaklar. Subay durmak zorunda kalır. Ancak parolayı, o da doğru söylediği takdirde nöbetçi erin yanına gelebilir. Aksi halde, asker parolayı bilmediği için, yaklaşmak isteyen herkesi, kim olursa olsun ateş açıp öldürebilir. Asker bu hareketinden dolayı asla sorumlu tutulmaz.

     Aynen bunun gibi, dünya da Allah’ın bir ordugâhıdır. Bütün mahlûkat Allah’ın askeridir. İnsan da subay hükmündedir. Askerlerin subaylarına itaat etmeleri lâzım geldiği, bütün erata bildirilmiştir. Er her yerde, subayın emir ve komutasına girmeye kendini mecbur ve yükümlü bilecektir.

     Fakat buyruğa girmesinin, emre uymasının tek bir şartı vardır. Subay subay olduğunu göstermek şartıyla. Yani subay, kimliğini ortaya koyabilmelidir. Bu da, resmî üniformasını giyip kuşanmış olmasıyla sağlanır. Asker tarafından subay olduğu bilinmeyen, sivil giyinmiş bir subayın emrine itaat edilmez.

     Aynen bunun gibi, insanın “Bismillah” lâfzını; her zaman her yerde kullanması, onun kimliğinin nişanesidir. Diğer mahlûkata karşı üstünlüğünün belirtisidir. Âdeta, diğer mahlûkata karşı kimliğini anlatan paroladır. 

     Sanki diğer yaratılmışlardan kendisini ayıran resmî elbisesidir. Bu elbise, bu parolayla; insan emniyetle her yere girip çıkabilir. Ancak bu bildiriş, bu görünüş ona, bütün mahlûkatın saygı duymasını temin eder / sağlar.

     İnsan, ancak bu üniforma, yani “Bismillah” parolası ile hürriyetini eline almış olur. “Bismillah” bir intisap / bir bağlanıştır demiştik. “Bismillah”, Allah’a bağlı oluşun resmidir. “Bismillah” Allah’a mensup oluşumuzun dile getirilmesidir tarzında ifadeler kullanmıştık.

     Bütün bunlar, tüm varlıklara karşı, Allah katındaki yerimizi göstermek içindir.

     Bütün bunlar, Allah yanındaki değerimizi belirtmek  içindir.

     Bütün bunlar, Allah adına hareket ettiğimizi, 

     Bütün bunlar, O’nun adına varlıklar üstünde tasarruf hakkımız olduğunu duyurmak içindir.

     Çünkü insan yeryüzünün halifesidir. 

     Çünkü insanı bu makama, bizzat Yüce Allah seçmiş ve lâyık görmüştür. 

     Çünkü insan yeryüzünde Allah’ın vekili hükmündedir. 

     Çünkü vekil, hukuken asıl gibidir.

     Allahü Teâlâ demek istiyor ki: 

     “Ey bütün varlık âlemi! Ben tümünüzü insan için yarattım. İnsanı ise kendim için var ettim. Öyleyse bana itaat ettiğiniz gibi, ona da itaat edeceksiniz. İnsana itaat, bana itaat demektir. Hadi bakalım, göreyim sizi. Emirlerimi nasıl yerine getireceksiniz? Fakat bir şartla, insana itaat edeceksiniz. Yeryüzünün halifesi olduğunun belgesi niteliğinde olan “Bismillah’ sözcüğünü söylediği, ‘Bismillah’ lâfzını sarfettiği; benim mülkümde, benim sahipliğinde, benim adımı anarak bir işe kalkıştığı; kısaca, çizdiğim çerçevede bulunduğu sürece. Ey bütün varlık âlemi, insan denen kuluma itaatla mükellef ve yükümlüsünüz.”

     Fakat, sarfedilecek sözün aynı olması yetmiyor. Dudak farkının da aradan kalkması icab ediyor.

     “Bismillah” sözünü, Papağan değil İnsan dudağı ile telâffuz etmek / zikretmek / söylemek lâzım.

     Tam bir dirayet, tam bir irade ile kimin kuluna karşı, kimin kulu olduğumuzu ispat etmek.

     Mahlûkatın itaat etmesi gereken kul olduğumuzu gösterebilmek. 

     Kısaca hodri meydan diyebilmek.

     Velhasıl “Bismillah” Allah’a bağlı oluşumuzun bilincinde olmaktır. Bu ise hürriyetimizin elimize  verilmesiyle eş anlamlıdır. Tuhaf değil mi? Hem bağlıyız, hem hür, bu olacak şey mi? Bu nasıl iş derseniz; burada biraz duralım. Çünkü işin içinde bir incelik var. Daha doğrusu işin püf noktası burada.   

     Bu âdeta “Kısasta hayat vardır.” (Bakara: 179) mealindeki âyeti anımsatıyor. Ne demek istiyor âyet? “Öldüren öldürülür!” Peki nerede kaldı hayat? Biraz düşünecek olursak, gerçekten kısastan hayat fışkırıyor. Bu çok enteresan bir âyet. Sözünde ölüm, anlamında hayat var. Neden derseniz? Öldürmeye kalkışan öldürüleceğini bilirse, öldürmekten vazgeçer / cayar. Böylece, hem öldüreceği kişi hayata kavuşmuş, hem de kendi hayatını kısastan kurtarmış olur. 

     Ben işte bir taşla iki kuş vurmak diye buna derim dostlar! Âyet sözde ölümden bahsediyor; sonuçta hayat kurtarıyor. Âyet bu üslûbla, caydırıcı bir rol oynuyor.

     Aynen bunun gibi, “Bismillah” sözüyle Allah’a bağlanırken, O’nun emri altına güle oynaya girmeyi cânımıza minnet bilirken, aslında bizler hürriyet andı içmiş oluyoruz. “Artık hürsünüz” müjdesini almış bulunuyoruz. “Artık serbestsiniz.” buyruğuyla karşılaşıyoruz. Nasıl mı?  

     İnsan için başka mülk yok ki, oraya gitsin. İnsan için başka sığınak yok ki, ona sığınsın. İnsan için başka Tanrı yok ki, ondan yardım istesin. Öyleyse mülk sahibinin yarattıklarından, mülk sahibine teslim olup kurtulalım. Yani “Bismillah” deyip, kulluğumuzu gösterelim. “Bismillah” deyip, hür olalım. “Bismillah” deyip, sultan olalım.

     Çünkü Padişahın elinden tuttuğu kimseye, onun mülkünde, onun adamları içinde; ona yan bakan çıkmaz. Çünkü kul olan hürdür. Bahçıvanın, sarayın adamı olmasından dolayı, saray bahçesinde hür ve serbest olması gibi. 

     Demek ki bağlanmak, hür olmanın ta kendisi.

     Demek ki görünüşte hür olmak, aslında esaretin ta kendisi. 

     Çünkü istendiği gibi hareket ettirmezler, istenileni yaptırmazlar. İstenileni söyletmezler.

     Demek ki, görünüşte kayıt kuyut altında bulunmak, aslında hür oluşun ta kendisidir. 

     Çünkü Hakk’a kul olan, halka sultan olur. Yani Hakk’a uyana, herkes uyar. 

     Çünkü Hakk’a uyana uyulması, mahlûkata emredilmiştir.