Garip bir süreçten geçiyoruz. İçinde bulunduğumuz 2020 yılı , hiç akla hayale gelmeyecek şeyler yaşattı bize. Sadece bize mi, bütün dünyaya, bütün insanlığa… Dünyanın her yerinde milyarlarca insanın maskeyle dolaşması size de ilginç gelmiyor mu? Sanki yeni bir din, yeni bir akım…

Dini algılama biçimimize göre koronaya din deyişim bazılarını rahatsız edebilir.  Bu kadar büyük kitleleri peşinden sürükleyen, onlara kendi doğrularını yaptıran ve onları aynı anda aynı şeyleri yapmaya mecbur eden güç, ancak dinlerde vardır da, o yüzden bu benzetmeyi yaptım. Yani dine bir zarar vermek gibi bir niyetim yok. Tam tersine dinin gücünü anlatmaya çalıştım.

Düşünsenize, hangi güç, hangi kuvvet, hangi emir aynı anda bütün dünyadaki siyah, beyaz, sarı ırktan, müslüman yahudi, hıristiyan, ateist, deist, dinli, dinsiz inanç sahiplerinden, genç, yaşlı, çoluk, çocuk, erkek, kadın bütün insan topluluklarından birbiriyle alakasız herkese aynı anda maske taktırabilir?

“Moda” akımlarını bilirsiniz. Canı isteyen ancak uyar, orda burda çeşitli  kişiler kısa giyer, uzun giyer, etek giyer, pantolon giyer ama, bugün yaşadığımız şey bambaşka… Milyarlarca insandan söz ediyoruz. Hepsi standart bir maske kullanıyor.

Ne güçlü bir virüsle karşı karşıyayız değil mi? Birey olarak karşı duracak gücümüz yok, elden gelen bir şey yok, kuzu kuzu uygulanan tedbirlere boyun eğiyoruz. Sadece biz mi, dünyanın süper gücü diye bildiğimiz ülkeler, o ülkelerin güçlü yöneticileri de bizimle birlikte aynı şeyleri yapmak zorunda kalıyorlar.

Bütün insanların eşitliği gibi bir hayalin sanki görünüşte de olsa sağlanması gibi bir olay yaşıyoruz.

Korona insanlara neler düşündürdü? Bir iç muhasebe yapma fırsatı verdi mi? Yaptıklarımız, yapmadıklarımız, yanlışlarımız, doğrularımız gözümüzün önünden bir film şeridi gibi geçti mi? Bazılarımız için evet, bazılarımızın için hayır.

Hani “elle tutulmayan, gözle görülmeyen şeylere inanmam” diyenler var ya, koronaya öylesine inanıyorlar ve ondan öylesine korkuyorlar ki… “Ama mikroskopla görülüyor canım, o kadar da küçük bir şey değil” mi diyorsunuz? Ben söyleyeyim size boyutunu isterseniz. Ortalama 125 nanometre….

Nanometre adından da anlaşılacağı gibi bir ölçü birimi, uzunluk ölçüsü. Bir nanometre milimetrenin milyonda biri. Yani bu hesaba göre 8 bin korona hücresini ucuca eklersek boyu ancak 1 milimetre yapıyor. Bu kadar küçücük şeyde nasıl bir akıl, nasıl bir algı var ki, insanın ne resine yerleşirse yaşamını devam ettirebileceğini, daha sonra da hangi organına giderse onu öldürebileceğini biliyor. Akılla makılla çözülecek gibi değil.

En iyisi biz bu konuları, başarılı bir şekilde koronaya karşı koyan bilim insanlarımıza ve sağlıkçılarımıza bırakalım.

***** 

Bugünlerde hayatımız tamamen ona endekslendiği için koronadan bahsetmeden bir şey konuşamıyoruz, bir iş yapamıyoruz. Günlerdir evlerimizde -20-60 yaş arası hariç- evlerimizde hapisteyiz.

Zorunlu olarak dışarı çıkabilen 20-60 yaş arası da, ne alışveriş merkezine gidebiliyor, ne kafede oturabiliyor, ne camide ibadet edebiliyor. Her yer kapalı çünkü... Böyle bir Ramazan geçireceğimiz kimin aklına gelirdi ki?

Ramazan denince akla mis gibi pide kokan fırınların önündeki kuyruklar, dostlar, arkadaşlar arasındaki iftar sofraları, kalabalık bir cemaatle kılınan teravihler gelirdi. Bu yıl hepsinden mahrum kaldık. Ramazanın diğer günlerden bir farkı kalmadı. 

Zaten son yıllarda toplumumuzun büyük bir kesimi Ramazan anlayışından bir hayli uzaklaşmıştı. Artık eskisi gibi Yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkeden bahsedemiyoruz. Ülkemizde nerdeyse Müslümanlardan çok, Müslümanlığa karşı olanlar var. Aslında tehlikeli ve biraz da yanlış bir cümle kurduğumun farkındayım. Ama şu gerçeği herkesin bilmesi lâzım. Öncelikle inanç her insanın sahip olduğu kutsal bir özgürlük kavramıdır. Medeni dünyada kimse inancından dolayı kınanamaz ve ötekileştirilemez. 

Demokrasisine hayran kaldığımız ülkelerde böyle bir ayırım yok. Kimse başkasının inancına karışmıyor, kötülemiyor, hele hakaret hiç etmiyor. Zaten o yüzden onlara demokratik toplum diyoruz ve o yüzden onlara hayranlık duyuyoruz. Peki kendi ülkemizde Müslümanlara niye ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapıyoruz? Böyle yapanlar acaba bu şekilde daha çağdaş olunduğunu mu zannediyorlar?

Ben ateistim, ben dinsizim diye övünerek ortaya çıkan biri, uluorta Müslümanlığa karşı ağıza alınmayacak şeyler söyleme hakkını kendinde bulabiliyor. Herkese saygı göstermek medeniyetin gereği ise müslümanlara saygı göstermek neden bu kadar zor?

Aslında cevap belli. Çünkü, o çağdaş dediğimiz toplumlarda, her inanca ve inançsızlığa, hatta sapkınlığa bile saygı bir insanlık gereği; ineğe tapanların bile sorgulanması ayıp ama, her şeyi yoktan var eden tek bir Allah’a inanmak, sorgulanabilir ve aşağılanabilir bir durum… Neden? Çünkü bunun adı Müslümanlık… Adamlar, Müslümanlığa karşılar, resmen özel olarak medeniyet adına bir “din düşmanlığı” yapıyorlar. Bizimkiler de bilerek veya bilmeyerek buna çanak tutuyorlar.

En son Diyanet İşleri Başkanı’nın hutbesine karşı bildiri yayınlayan Ankara Barosu’nun açıklaması, bir hukuk adamının kaleminden yazılmış bir metne benziyor, Baro gibi bir kuruluşa yakışıyor muydu? Körü körüne bir düşmanlık, körü körüne bir karşı duruş var maalesef.

Şunu da hemen ifade etmek gerekir ki, aslında hem içimizdekilerin hem dışımızdakilerin Müslümanlığa böylesine karşı çıkışlarının temelinde, günümüz Müslümanlarının yanlış davranışlarının da çok büyük etkisi var. İslâm’ın ruhundan hayli uzak uygulamalarla kendini âdeta toplumun dışına iten bir yapı, elbette hepimizin dikkatini çekiyor. Her ne kadar bunun sebebi de aslında bu sonucu almak için uğraşanların gayretleri de olsa, bilinçli bir Müslümanın bu tür oyunlara gelmemesi gerekirdi.

Evet, toplum için Ramazan’ın pide, iftar, sahur, teravih gibi ritüellerden kaynaklanan sosyolojik bir önemi veya özelliği varsa da, Ramazan’a asıl kutsiyet atfeden şey, Kadir Gecesi’nin bu ayda olması, kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerim’in bu gecede inmeye başlamasıdır.

Din, insanın yaşam kılavuzudur. Bu kılavuzun en önemli ve büyük parçası Kur’ân-ı Kerim, diğer bütünleyici parçası da peygamberimiz ve onun sünnetleridir. İnsan doğduğu andan öldüğü âna kadar dinle içiçedir. Bir an bile ondan ayrı kalması mümkün değildir. Çünkü din insan için vardır ve yaratıcımız bunu böyle uygun görmüştür.

Biz bugün geldiğimiz noktada çeşitli sebeplerle dini belli zamanlarda kullanılan bir eşya gibi algıladığımız için birçok şey de yerine oturmuyor tabii ki… Sanki o sadece denize girerken giyilen bir mayo, ya da kışın Uludağ’a çıktığımızda kullanılacak kayak takımı gibi, evimizin bir köşesinde lâzım olduğu zaman kullanılmak üzere duruyor. 

Kimileri Ramazanlarda, kimileri bayramlarda azıcık ilgileniyor belki, ama kimileri sadece öldüğünde cenazesinde kullanmak istiyor. Böyle bir gün kullanırım diye dolabın bir köşesine attığımız ve yıllar sonra da bu da neymiş diye ambalajından çözdüğümüz bir eşya ne olur? Kendi kendine, küflenir,  paslanır, çürür, kullanılmaz hale gelir. Bizim din ve Müslümanlık anlayışımız da biraz bu hale gelmiş gibi.

Bu mantıkla baktığımızda Ramazandan Ramazana, Kadir Gecesinden Kadir Gecesine dinden imandan bahsetmek, gerçekten biraz anlamsızlaşıyor.  Dini duygu insanı iyiliğe yönlendiren, kötülükten alıkoyan bir histir. İnsanca yaşamanın esasıdır yani… Kendini dindar olarak tanımlayanların hepsinde bu duygular gerçekten yerleşmiş olsa, toplumumuz bugün bu halde olur muydu?

Bir yerlerde yanlış yaptığımız kesin. Yaptıklarımızın sonucunda bir şey elde edemiyorsak belli ki bir eksiğimiz var. İçimizde gerçek bir din duygusu, gerçek bir inanç yok… Zaten kabul edelim ki Müslümanlığımız anadan babadan aileden ve içinde yaşadığımız toplumdan kaynaklanan geleneksel bir takıntı…

Hangimiz doğru dürüst araştırıp, bu din gerçekten doğru mudur, iyi midir, güzel midir, başka dinlerden farklı mıdır, üstün müdür diye sorduk, sorguladık? Hiç birimiz… Eee, nasıl inandık, nasıl Müslüman olduk peki biz? Kulaktan dolma, birilerini taklit ederek… O yüzden biri bir şey sordu mu cevap veremiyoruz. Küçücük çocukların akıllarına takılan soru işaretleri karşısında bile takılıp kalıyoruz.

O yüzden de yeni nesil inançsızlığa doğru yelken açmış gidiyor. Bizim yüzümüzden, onlara dinimizin güzelliğini, gerçeğini öğretemediğimiz için. Kendimiz bilmiyoruz ki, onlara öğretelim.

****

Kadir gecesi, Kur’an indirildiği için kutsal bir gece dedik. Kur’an nedir, bize ne anlatıyor diye sorsanız şimdiki gençlere, alacağınız cevabı tahmin edebiliyorsunuz değil mi? İsterseniz deneyin de görün.…

Şimdi Kur’an’ın ne olduğunu, ne dediğini, bize ne tavsiye ettiğini bilmeden “Kadir Gecesi kutsal bir gecedir, çünkü o gece Kur’an indirilmiştir” cümlesi ne kadar boşta kalıyor farkında mısınız?

Aslında çözümlenmesi gereken çok problemlerimiz var. Her şeye boş verip yarım yamalak baktığımız için işte bu günlere kadar geldik. Buradan nereye gideceğiz, doğrusu bilemiyorum.

Kadir kelime olarak, değer, kıymet, itibar anlamına gelmektedir. Dinî literatürde ise “leyletü’l-Kadr” şeklinde Kur’ân-ı Kerîm’in indirildiği gecenin adı olarak kullanılır. Kur’an’da aynı adı taşıyan bir sûre vardır. Sûrede bu gecenin bin aydan daha hayırlı olduğu belirtilir. Bin ay, ortalama bir insan ömrünü kapsadığı için, bazıları bu geceye, kılınacak iki rekat namazla bütün hayatın kurtarılabileceği bir piyango gibi bakarlar.

Kur’ân’ın haber verdiği bu gecenin fazileti konusunda elbette şüphe yok. Ancak bilinmeyen şey şudur ki, bu gecenin hangi gece olduğu belli değildir.

Peki biz niye 27. gece olarak biliyoruz?

Hani korona ne zaman bitecek diye sürekli soruyorlar ya, yetkililer de artık bunaldıkları bu soruya işte tahminen şu zaman biter diyorlar ya, bu da biraz onun gibi. Vatandaş meraklı, tam 12’den vurmak istiyor, ne zaman, ne zaman diye sürekli sorup duruyor.

Peygamberimizin Ramazan’ı, “Evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu azaptan kurtuluştur” diye tarif etmesi ve zayıf rivayetlerle de olsa tek gecelerde olabileceğini ima ettiğinin düşünülmesi, bunaltan sorular karşısında âdeta bir “27. Gece” tesbiti yapılması zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır.

Bunun anlamı şudur: “Eğer sürekli bir inanç ve uygulama içindeyseniz, kesinlikle zaten size denk gelecektir.” Yoksa hayat boyu dinden uzak yaşayıp bir piyangoyla işin içinden sıyrılıvermek yok.

Yine de peygamberimizin, inanarak ve mükâfatını Allah’tan bekleyerek Kadir gecesini ihyâ edenlerin geçmiş günahlarının affedileceği müjdesini unutmayalım. Bu yüzden müslüman toplumlarda ve özellikle Osmanlılar’da Kadir gecesi, diğer kandillere göre daha büyük ilgi görmüş, bu arada sosyal hayata daha fazla yansımış, örf ve âdetlerimizin zenginleşmesine sebep olmuştur.  Şanslı olanlara “Anan seni Kadir Gecesi doğurmuş” dendiğini bilirsiniz.

“O gece minarelere özel mahyalar çekilir, Ayasofya’da veya başka bir selâtin camiinde büyük kalabalıkların katılımıyla merasimler düzenlenir, güzel sesli imamların her rek‘atı farklı bir makamda kıldırdıkları teravih ve Kadir namazları, müezzinlerin cumhur müezzinliği tarzıyla ve rek‘at aralarında okudukları “elvedâ” nakaratlı ramazan ve Kadir gecesi ilâhileriyle bir mûsiki ziyafetine dönüşürdü.

Ramazan mukabelelerinin duaları da kalabalıkların katılımıyla bu gecede yapılır, özellikle Ayasofya’daki kutlamalar, İstanbul’daki sefirlerden başlayarak pek çok yabancı tarafından caminin üst katından takip edilirdi.”

Günümüzde teknik olarak çok daha geniş imkânlara sahip olmamıza rağmen, yitirdiğimiz değerler yüzünden o güzellikleri maalesef artık yaşayamıyoruz.

****

İslâm dini insanlık dini olduğu için, beşikten mezara kadar onunla birlikteyiz. İstesek de ambalajlayıp bir kenarda saklayamayız. O bizim için atalarımızdan miras kalan en değerli varlığımız. Uğraşmadan, didinmeden, gayret etmeden kolayca elde ettiğimiz için değerini bilmiyor olmamız, onun kıymetini eksiltmez.

O bizim öldüğümüzde ihtiyaç duyacağımız bir eşyamız değil, tam tersine yaşarken varlığına muhtaç olduğumuz elimiz, ayağımız, en değerli organımız, beynimiz, aklımız…

**** 

Bu yıl Kadir Gecesi, yüz birinci yılını kutladığımız 19 Mayıs’a denk geliyor. Dini günlerimizle milli günlerimizin çakışması çok hoş aslında. 23 Nisan’ı da Ramazanın ilk gecesinde kutlamıştık. 2020 böyle garip şeylerle de bize sürprizler yaşatıyor.

Bugünleri yaşayan insanlar olarak Koronayı ömrümüz boyu hiç unutmayacağız. Onun bize düşündürdüklerini de unutmayalım bence. Hani insanlığımızı sorgulatmıştı ya bize birazcık. Yaptığımız yanlışları, doğruları aklımızdan geçirmiştik. En önemlisi de sahip olduğumuz özel ve güzel şeylerin nasıl da kıymetini bilmediğimizi anlamıştık. İşte bunları hiç unutmayalım.

Bir de milimetrenin 8 binde biri kadar mini minnacık bir canlının içindeki cevheri hiç unutmayalım. Onun bize yaptırdıklarını ve yaptırmadıklarını unutmayalım. Sonra da bütün bir kâinatın ve ondaki canlı cansız bütün varlıkların yaratıcısı büyük kudretin sahibini hiç unutmayalım. Onun bize verdiği “iyilik” cevherini, “insanlık” kariyerini hiç unutmayalım ve her zaman her yerde “insan” gibi yaşamaya ve yaşatmaya gayret edelim.

19 Mayıs Bayramınız da Kadir Geceniz de kutlu olsun… Daha  güzel günlerde milletçe bu mutlulukları hep yaşayalım inşallah...