Resûlullah salla’llahu aleyhi ve sellem Efendimiz Mekke’de iken harb ve cihada mezûn değildi. İslâm hukukuna göre, insanlar arasında sulh ve selâmet esastır. Harb ve cidâle zarûret üzerine müracaat edilir. Allah’ın bir ana ve babadan yarattığı insanlar arasında bundan başka bir hak da zâten olmazdı. Peygamber Efendimiz vahiy ile ilk vazifelendirildiği yıllarda va’az ve nasihatle, teşvik ve tergîb ile da’vete me’mur edilmişti. Tarihin kaydettiği bunca mezâlim ve tecavüzlere karşı, dâima sabır ve sükûnetle hareket etmesi için emrolundu. 

Mekke-i Mükerreme’de ilk zamanlar nâzil olan âyetlerde bu cihet pek açık olarak görülmektedir. Nahil Suresi’nin nübüvvet ve da’vet vazifesinin ifâ tarzını ta’lim eden son dört âyet-i Kerime’sinde şöyle buyuruluyor; “Peygamberim! İnsanları kat’î delil ile, güzel öğütle Rabbinin gönderdiği dine da’vet et! (Fakat harb etme!) Muhakkaktır ki, Rabbinin hak yolundan sapan kişiyi de, doğru yola gideni de çok iyi bilir. Şâyet (Müşriklerle münasebetinizde) ukubetle mukâbele edecek (vaziyette) olursanız, ancak ukûbetle, ukubetin misliyle mukâbele ediniz! (Mukâbele etmeyip de) sabır ederseniz emin olunuz ki, sabır sabredenler için daha hayırlıdır. Habîbim sabret! – Senin sabrın hiç şüphesiz Allah(ın inâyeti) iledir.- Onların icâbet etmediklerine de mahzun olma! ve kurdukları tuzaktan endişelenip sıkıntı içinde kalma!. Muhakkak ki, Allah’ın inâyeti müttakîlerle, afvedenlerle beraberdir.” 

Mekke-i Mükerreme’de işkencelere ma’ruz kalanlar, mallarına ve nefislerine taarruz edilenler, Resûl-i Ekrem’e müracaatla: 

- Yâ Resûlullah! Nedir bu çektiğimiz? İzin ver de şunları gizlice öldürelim! diyenleri ve kıtâle izin isteyenleri men’eder: 

- Henüz harbe me’zun değilim! derdi.

Mekke’de Kureyş müşriklerinin, Medine’de münafık Yahûdilerin şımarıklıkları ve azgınlıkları yüzünden, bilhassa, Medine’li Müslümanlar (Ensâr) Allah yolunda bunlarla cihad iştiyaklarını Sevgili Peygamber’imize izhar ettiler... 

Buhârî’nin Haz.Âişe’den rivâyetine göre, Ensâr’dan Sa’d bin Muâz harb arzusunu şöyle izhar etmişti; Allah’ım! Sen bilirsin ki, bana, şu Kureyş kavmiyle senin uğurunda mücâhede etmekten daha sevimli bir şey yoktur. O Kureyş ki, Peygamber’i’nin nübüvvetini yalanladılar. Ve en sonu memleketinden çıkmağa mecbur ettiler. Allah’ım! Öyle sanırım ki, sen, bizimle onlar arasında harbe müsaade edeceksin! 

Nihâyet Hac Suresi’nin 39.âyetiyle mukâbele ve müdafaa suretiyle mukâtele’ye izin verildi ki, meâli şöyledir: 

“Kendilerine kıtâl ve tecâvüz edilen mü’minlere (müdafaa harbine) izin verildi. Çünkü onlar zulmolunmuşlardı. Şüphesiz ki Allah, onları, nusretiyel (yardımıyla) muzaffer kılmağa her veçhile kâdirdir.” 

Harb ve kıtâl’in ahkâm ve şerâitine dâir nazil olan yetmişten fazla âyetten ilk nâzil olan âyet budur. Bunu ta’kib eden 40.âyette de bu müsaadeyi mucip sebep olarak şöyle buyruluyor: “O mazlumlar ki, “Rabbimiz Allah’tır!” demelerinden başka bir sebep olmaksızın haksız olarak diyarlarından çıkarılmışlardır. Eğer Allah, insanların bir kısmının tecâvüzünü, öbür kısmının müdafaası ile karşılamasaydı-içlerinde Allah adı çok zikrolunan-manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler muhakkak yıkılırdı. Şu da muhakkaktır ki, Allah, kendisine kulluk eden kişiyi muzaffer kılacaktır. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, ziyadesiyle izzet ve şevket sahibidir.” 

İLK SERİYE’LER: 

Seriyye, vurkaç, çete ve akıncı müfrezesi demektir. Rivâyet ilmi ve siyer ıstılahına göre, bizzat Resûlullah’ın iştirâk buyurmadığı harb müfrezeleridir. “Seriyye”lerin en hayırlısı dörtyüz kişilik müfrezelerdir, “hadis-i Şerif’ine göre, en kuvvetli seriyye’ler dörtyüz kişilik seriyye’lerdir. Müdafaa harbine izin verilmesi üzerine başlangıçta Resûlullah bizzat harbe iştirâk etmeyip üç seriyye, üç Akıncı müfrezesi hazırlayarak Kureyş’in Şam yolu üzerindeki ticâret güzergahlarına göndermiştir. Kureyş kervanlarının geçit yerlerini tutmak düşman üzerinde çok müessir olacaktı. 

Bu üç Seriyye: Hamza İbn-i Abdülmuttalib, Ubeyde İbn-i Hâris İbn-i Abdülmuttalib, Sa’d in Ebî Vakkâs seriyeleridir Bu seriyye’lerle müdafaa için sevkedildikleri yerlerde Kureyş ile herhangi bir mukâteleye girişmedikleri için şehid de verilmemiştir, Kureyş’ten katlolunan kimse veya kimseler de yoktur. Ancak, Ubeyde İbn-i Hâris İbn-i Abdülmuttalib Seriyye’sinde altmış kişi bulunuyordu. Râbiğ tarafında Ebû Süfyan’ın maiyetinde Mekke’den Mısır’a gitmekte olan ikiyüz kişilik bir fırkaya taarruz için Şevval’ın başlangıcında sevkolunmuştu. Cuhfeye on mil mesafede olan Râbiğ vâdisinde iki taraf karşılaştıysa da kılınç çekmediklerinden aralarında harb ve kıtâl vuku bulmamıştır. Yalnız Sa’d İbn-i Ebû Vakkâs bir ok atmakla yetinmişti. Ve İslâm’da Fî Sebîli’llâh ilk ok atmak şerefini kazanmıştır. 

İSLÂM’DA İLK GAZVE: 

Gazve gaziv mastarından alınmış olup cenk ve kıtâl (vuruşma), düşman’la vuruşmak demektir. Rivâyet ilmiyle siyer ıstılahında Gazâ ve Gazve ta’birleri Peygamber Efendimizin bizzat hazır bulundukları muharebeye ıtlâk olunur. Resûlullah’ın bulunmadığı müfrezelere “Seriyye” denildiğini yukarıda görmüştük. Vâkidî’nin bildirdiğine göre, Resûlullah’ın bizzat iştirâk buyurdukları ilk gazâ Veddan gazası da denilen Ebvâ gazasıdır. Resûlullah bu gaza’ya Medine-i Münevvere’ye hicretinin on ikinci Safer ayının başında çıkmıştır. Resûlullah bu sefere Kureyş’e karşı bir mukabele maksadıyla çıkmıştır. Aynı zamanda Kenâne Kabilesinden Demre İbn-i Bekiroğullarını itaat altına almaktı. Fakat hiçbir tarafta düşmana rastlanmadığı için geri dönülmüştü. Ancak, Benî Demre’nin reisi olan İbn-i Amr ed-Demrî ile bir anlaşma akdolunmuştu. 

Bu muâhedenâme şu meâldeydi: Allah’ın Peygamber’inden Benî Demre’ye verilen muâhedenâme’dir: Beni Demre mallarından canlarından emindirler. Onlar bir taarruza uğradıklarında –Allah’ın dinine karşı harbetmedikçe- Peygamber’in yardımını göreceklerdir. Peygamber de onları yardım’a da’vet edince onlar da icâbet edeceklerdir. 

EBVÂ; Mekke ile Medine arasında Medine hududunun nihâyetindedir. Medine’ye Mekke’den daha yakındır. Dağlık ve hayli geniştir. Veddan da bu arazinin en büyük köylerindendir. Peygamber Efendimizin Vâlide-i Muhtereme’leri Haz.Âmine bu köyde medfundur. Resûlullah Safer ayının son günleriyle Rebîulevvel ayının ilk günlerini orada geçirmiştir. Resûlullah salla’llahu aleyhi ve sellem Efendimizin iştirâk buyurdukları bu ilk Gazâ’dan sonra, hicret-i Nebeviyye’nin on dördüncü ayına tesâdüf eden iki yüz kişilik bir süvari müfrezesiyle Redva nahiyesinden Buvat merkezine kadar uzanan bir seferdir ki, Kureyş Kabilesine tesâdüf edilmediği için Medine’ye dönülmüştür. 

Resûlullah’ın bizzat iştirak buyurdukları üçüncü gazve Uşeyre gazasıdır. Uşeyre, Yenbû vadisinde bir yerin adıdır. Medine ile onun sahili-iskelesi olan Yenbû arasında Medine’ye 12 mil mesafededir. Resûl-i Ekrem Buvat seferinden sonra Şam’a gitmekte olan Kureyş kervanına karşı bu sefere çıkmıştır. 

Resûl-i Ekrem bu seferi mecbur kılmamış, iştirak edeceklerinin tercihlerine bırakmıştı. Tamamı mühâcir’lerden oluşan yüz elli kişilik bir müfreze ile hareket etmiş, sefere çıkarken yanlarına aldıkları otuz deveye nöbetleşerek binilmiştir. Kureyş kafilesi daha önceden buralardan ayrıldığı için bu seferde de, harb edilmemiş, yalnız Yenbû cihetlerinde ikâmet eden Benî Müdlic ile bir sulh anlaşması akdedilmiştir. Müdlic oğulları Benî Demre’nin müttefiki olduklarından onlara verilen emânnâme gibi bunlara da verilerek Medine’ye dönüldü. 

İslâm Tarihinde mukâtele’li (karşılıklı vuruşmalı), şehid’lerin verildiği, esirlerin alındığı, müşriklerin itlâf edildiği, meleklerin iştirâk ettikleri, ilk Gazâ, Bedir Gazvesidir. (Gelecek yazıda)...