Önümde iki kuruluşun araştırma raporları var. Bu kuruluşlardan biri, merkezi Almanya'da bulunan Türkiye Araştırmalar Merkezi (TAM) Vakfı; diğeri, Türkiye merkezli Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı (TESEV). Her ne kadar, TESEV'in "Değişen Türkiye'de Din, Toplum ve Siyaset" başlıklı araştırmasında, "Kendinizi Nasıl Tanımlardınız?" sorusunun karşısına; "Türk, Kürt, Müslüman, Alevi, TC vatandaşı" gibi kavram kargaşası oluşturmaya müsait cevap alternatifleri konmuşsa da, laf arasında yaptığımız bu eleştiriyi bir kenara bırakıp, sonuçlara yönelelim: Türkiye'de kendisini 'Müslüman' olarak tanımlayanların oranı 1999'da % 35.7 iken, 2006 yılında % 44.6'ya çıkmış. Araştırma sonuçlarına göre, toplumumuzda dindarlık artıyor. 1999 yılına oranla, kendini 'Müslüman' olarak tanımlayanların oranı yaklaşık % 9 artmış. Türkiye çapında 23 şehirde 1492 kişiyle gerçekleştirilen anket çalışmasında, araştırma örneklerinin % 82,1'i zorunlu din dersi verilmesini de istiyor. Benzer sonuçlara TAM da Almanya'daki Türkler arasında ulaşıyor. 2000 yılında ankete katılanların % 73'ü kendilerini 'dindar' olarak tanıtmışken, 2005'te bu oran % 83'e yükselmiş. Bu araştırma sonuçlarına göre Almanya'daki Türk toplumunda da dindarlık artıyor. Oradaki artış nispeti ise % 10. MÜSLÜMAN TAVIR NASIL? Türkiye'deki dindarların tavrını hep beraber gözlemliyoruz. Araç-gereçten yabancı dile, bilim ve ticaretten siyasete, modern dünyanın her türlü imkânından yararlanarak toplumun diğer kesimleriyle uyumlu bir beraberlik içindeler. Batılıların Irak'ta, İsraillilerin Filistin'de yaptıkları mezalim karşısında ve karikatür rezaletinden, Papa'nın demeçlerine kadar, Hıristiyan âleminden gelen hakaretler karşısında vakur bir duruş. Hiç kimsenin dinine, din önderlerine hakaret etmeyen bir titizlikle medenice protesto ediş. Ya Almanya'dakiler? TAM'ın bildirdiğine göre, "Türkler arasında gelişen yeni İslamî yaşam tarzının, artan dindarlık düzeyine rağmen, sanayi toplumu normlarıyla uyarlı, çoğulcu demokrasinin normlarına ve laikliğe bağlı" bir çizgide olduğu gözlemlenmektedir. Bu arada şunları da belirtmek gerekir ki, TAM'ın Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Enno Vocke isimli bir Alman olduğu gibi, İcra Kurulu Başkanı da Armin Laschet isimli bir başka Almandır. Birleşmiş Milletler nezdinde temsilcilikleri bulunan bu vakfın direktörü bir Türk olan Prof. Dr. Faruk Şen'dir. Merkezin uzmanları arasında Türk ve Almanların yanı sıra Bulgar, Polonyalı, Azerbaycanlı ve başka ülkelerden uzmanlar çalışmaktadır. Yani yetkililerin ve uzmanların milliyet dağılımları, tarafgirliği düşündürmemektedir. HIRİSTİYANLARIN TUTUMU NASIL? Yine TAM'ın araştırmasının sonuçlarına göre, "Almanya Türklerinin günlük yaşamlarına yansıttıkları dinsel ritüeller ve dine bakış açıları, çoğunluk toplumu tarafından kimi zaman yanlış anlaşılmaktadır" ve: İslam ve Batı kültürlerine mensup insanlar olarak, barış içinde bir arada yaşamanın mümkün olduğunu düşünen Almanların oranı, sadece % 29'dur. Yine TAM'a göre bu durum, Avrupa Birliği'nin diğer ülkelerinde de gözlemlenebilmektedir. Dikkat edin, bunlar, "Demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü" prensiplerine bağlı olduğu söylenen Avrupalılardır. İSLAMOFOBİNİN SEBEBİ Avrupa'daki bu durumu, son zamanlarda pek moda olan 11 Eylül saldırılarına bağlama kolaycılığına gitmek alabildiğine yanlıştır. Zira 11 Eylül'den çok önceleri de "Fundamantalizm" ve "Medeniyetler çatışması" teraneleri tutturulduğunu hepimiz biliyoruz. Hatta asırlar öncesine gitseniz de aynı manzara ile karşılaşırsınız. On ikinci yüzyıldaki Cluny Rahibi, "Putperestlerin Şeytanca Sapıklıkları" isimli kitabında İslam'ı aşağılıyordu. On üçüncü yüzyıldaki Papa Dördüncü Clement, İslamiyet'i "Kahrolası Din" diye nitelendiriyordu. On yedinci yüzyılda yaşamış olan Humphrey Prideaux, peygamberimize "Düzenbaz" diyordu. Protestanlığın kurucusu Martin Luther'e göre İslam, "Şeytan'ın emrindeki şiddet hareketidir." Bütün bu örneklere bakıp da "O sözler, ortaçağın aşırı bağnaz Hıristiyanlığının mahsulü" mü diyeceksiniz? Peki, öyleyse devam edelim: On sekizinci yüzyılda dini bir bütün olarak reddeden ateist yazar Voltaire, Hazreti Muhammed'e "Teokratik Despot" diyordu. Fransızların On dokuzuncu yüzyıldaki ünlü düşünürü Ernest Renan, "Müslümanların kabiliyetsiz" olduğunu söylüyordu. Bugün söylenenleri de duyuyorsunuz. Batı'nın en dindar dönemlerinden, en dinsiz dönemlerine kadar gelen bu İslam düşmanlığının tek sebebi vardır: Batı'yı ister Hıristiyanlık adına ister Avrupalılık adına bir arada tutmak için, karşısına onun dışından bir "Öteki" koymak. Evet, bir toplumu bütün halde tutmak için, dışarıdan "Öteki" bulmak, etkili bir yöntem olmaktadır. Kimseye düşmanlık aşılayalım demiyoruz, ama.... TAM, Hıristiyanların günümüzdeki tutumunu "Avrupa basınının yanıltması" sebebine bağlıyor. "Öteki"ni hep toplumumuzun içinden arama gayretindeki Türk basını ve aydınına duyurulur.